YARGITAYA öfkelendiYARGIYA yönelik eleştirilerinin dozunu giderek artıran Başbakan Erdoğan, bu kez de Mehmet Haberal’ı tahliye etmeyen 9 hakim aleyhinde tazminata hükmeden Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin kararını hedef aldı. Karara ateş püsküren Erdoğan, “Henüz hakkında karar kesinleşmemiş ve yargı sürece devam ederken, Anayasayı çiğneyerek böyle bir kararı verme yetkisini üst mahkeme kendisinde nereden buluyor?” diye konuştu.
“Güvenilirlikleri kalmadı”
SÖZKONUSU kararın hukuki değil ideolojik olduğunu savunan Başbakan Erdoğan, “Hangi hukuka, hangi maddeye dayalı olarak bu adımı atıyorsunuz?” diye sordu. Erdoğan öfkesini şu sözlerle dile getirdi: “Yargı, o kararla birlikte güvenilirliğini adeta bitirmiştir. Bunu böyle bilin, bitirmiştir. 9 tane hakime siz böyle bir cezayı verdiğiniz andan itibaren, bu ülkede artık yargının güvenilirliği kalmaz.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında konuştu. Türkiye’nin şu anda demokratikleşme alanında tarihi nitelikte bir adım attığını, “1982 Darbe Anayasası” üzerinde yapmak istedikleri değişikliğin Meclis’e geldiğinde karşılarında bir “cephe” oluştuğunu iddia eden Başbakan, “Bu cephede kimler vardı? Anamuhalefet partisi CHP. Yanında kim vardı, MHP; yanında kim vardı, BDP; yanında kim vardı, terör örgütü; yanında kim vardı, İmralı... Olay bu” dedi. Başbakan Erdoğan, CHP ve BDP’li milletvekillerinin, oy kullanma hürriyetlerini dahi kullanamadıklarını, bunun, milletvekili olmanın tanımına ters olduğunu ifade ederek parti kapatmalardan dert yanan BDP’nin parti kapatmaların zorlaştırılmasını öngören maddenin paketten düşmesi karşısında “adeta zil takıp oynadıklarını” savundu.
Başbakan yasalara uymalıCHP Mersin Milletvekili İsa Gök, 9 hakime ceza veren Yargıtay kararını eleştiren AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının eleştiri sınırının dışına çıktığını belirtti. Başbakanın açıklamalarının anayasanın 138. maddesine ve TCK’nın 277 ve 288. maddelerindeki hükümlerle çeliştiğini dile getiren Gök, şunları kaydetti:
Farklı anlam taşıyor“Erdoğan’ın üst mahkemenin verdiği kararı eleştirmesi eleştiri sınırlarını aşan bir durumdu. Bu açıklamalar doğru değildir, hukuk dışıdır. Anayasanın 138. maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 277 ve 288. maddeleri ile çelişir ve suç teşkil eder. Erdoğan Türk Cumhuriyeti’nin hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir Cumhuriyet olduğunu unutmaktadır.” CHP’li Milletvekili İsa Gök, “Elbette hukuka aykırı işlem yapan hukukçular da yargı önünde sorumludur. Ancak yapılan eleştiriler bu noktada değildir. Farklı anlamlar taşımaktadır” dedi. CHP Ordu milletvekili Rahmi Güner de, anayasanın 138. maddesini hatırlatarak açıklamaların hukukla bağdaşmadığını ifade etti.
Yaptırımları varCHP’li Milletvekili Güner şunları kaydetti: “Anayasanın 138. maddesi çok açık ve net. Yargının verdiği kararlara yürütme dahil olmak üzere herkes uymak zorunda. Bunu göz ardı edemezsiniz. Yargıtay’ın verdiği karar zaten ortada. Gerekçe tam belirlenmeden, yani delilerin tam olarak toplanmadan tutuklanmasına yönelik olarak bir tazminat kararı vermiş. Bu noktada verilen kararlara saygı duymak zorundayız. Bu tür açıklamalar yargıyı yıpratır, hukukun üstünlüğünü zedeler. Erdoğan’ın bu tür konularda açıklama yaparken daha dikkatli olması gerekmektedir. Anayasanın hükümlerine aykırı açıklamalar yapmanın yaptırımları söz konusudur.”
Açıklamalar komikCHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, Başbakan’ın Yargıtay’ı hedef alan ifadelerini “komik” olarak değerlendirdi. Yargıtay’ın AİHM içtihadını izleyerek böyle bir karara vardığını ve böyle bir yetkisinin hukuken olduğunu ifade eden Mengü, “Başbakan’ın hukuk danışmanlarına hiç danışmadan bu açıklamaların yaptığı açık. Hukuk usulü muhakemeleri kanununa göre tazminat davaları Yargıtay’da görülür. Ezbere açılmış bir dava ve karar değil. azı insanlar bilmedikleri konularda ifadelerde bulunur bu komik olur. Başbakan da komik bir açıklama ile düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanmıştır” diye konuştu.
YENİÇAĞ
Prof. Haberal davası ve hukukAdına "Ergenekon" denilen davanın tutuklu sanıklarından Prof. Dr. Mehmet Haberal, tutukluluğunun kaldırılması taleplerinin geçersiz ve soyut şekilde reddedildiği gerekçesiyle Yargıtay'da açtığı davada haklı bulundu. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'nin 9 hakimi, bin 500'er yüz lira tazminat ödemeye mahkum edildi. Kararın henüz temyiz aşaması tamamlanmadığı için hüküm kesinleşmiş sayılmaz. Ancak sadece bu kadarı Türkiye'de hukukun ne hallere düşürüldüğünü, nasıl ayrıştırıldığını görmek ve anlamak için fazlasıyla yeterlidir. Bir mahkeme tutukluluk kararı veriyor, daha üst mahkeme bu durumu yanlış bulmakla kalmıyor, kararı verenleri de tazminat ödemeye mahkum ediyor. İkisi de tarafsızlık, hukukun üstünlüğü, hak ve adalet arayışı adına bunu yapıyor.
Zıt kararlarBurada akla gelen sorular şunlardır: Hukukun gerçekten üstün olduğu, adaletin doğru tecelli ettiği bir ülkede bu kadar zıt kararlar verilebilir mi? Böyle kararların verilebildiği bir ülkede hukuka ve yargıya ne kadar güven olur? Ve bu sorulara bağlı olarak akla gelen vahim ve tehlikeli soru şudur: "Yargıya güvenemezsek, hukuka inanmazsak, kime inanacak, neye güveneceğiz?" Türkiye'de bu sorulara makul ve mantıklı bir cevap bulmak imkansız hale gelmiştir. Daha doğrusu hükümetin 8 yıllık politikaları ve özellikle son 2 yıldaki büyük çabaları ile hukuk içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Prof. Haberal davasındaki karar bu durumun zirve noktasıdır. Akıl ve mantık sahipleri, hukuk adamları, bilim ve siyaset dünyası çok acil olarak oturup bu sorulara cevap bulmak ve buna göre düzenlemeler yapmak zorundadırlar. Hukukun olmadığı, adalete güvenin kaybedildiği bir ülkenin geleceği olamaz.
Neden tutuklu?Hukukun detaylarını, adaletin tecelli sistemini bir kenara bırakalım. Davanın haklılığı, doğruluğu da konumuz değil. Bizim bu noktada duruşumuz başından itibaren bellidir ve değişmemiştir. Kim suç işlemişse, kim yanlış yapmışsa cezasını çekmelidir. Ancak, bir insan bir yıldır tutuklu olduğu halde, bunun sebebini bilmek hakkına da sahip değil midir? Geçmişi belli, kendini ispatlamış, yaptıklarıyla, hizmetleriyle, bilime katkılarıyla sadece ülkemizde değil bütün dünyada haklı bir saygınlığa ulaşmış bir bilim adamını eğer bir şeyle suçluyorsanız, tutukluyorsanız bunu anlatmak ve sebebini ortaya koymak durumundasınız. Bu hem hukukun gereğidir, hem de vicdan ve insafın gereğidir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de bunu böyle değerlendirmiş ve yapılanın yanlış olduğuna hükmetmiştir. Çok daha önemlisi bu kararın bir tahliye gerektirdiği de yine yetkin hukukçular tarafından iddia edilmektedir.
Yargı siyasallaşıyorProf. Haberal'ın verdiği hukuk mücadelesi ve aldığı sonuç, aynı davada sanık sıfatında olanlar için de, başka mahkemelerde açılmış davalar için de emsal teşkil edecektir. Başından itibaren şekil ve esas yönünden endişelerimizi hep dile getirdik. Şekil ve esasta yapılacak yanlışların davanın temyiz aşamalarında başka sonuçlar verebileceğini, özellikle uluslar arası mahkemelerde ciddi sorunlar çıkarabileceğini sadece biz söylemiyoruz. İstisnasız bütün hukuk adamları bu konuya dikkat çekmişlerdir. Kaldı ki, mesele sadece hukuk tartışmalarıyla da sınırlı değildir. Bu davadan hareketle Türkiye'de yargının hızla siyasallaştığı iddiaları çok yoğunlaşmıştır.
Yandaş yargı oluşturuyorlarBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç başta olmak üzere AKP yetkililerinin yargı üzerinde ağır bir baskı oluşturduklarının şahidiyiz. Baskı oluşturmakla da yetinmemiş, sistemi tamamen kendilerine bağımlı hale getirecek düzenlemelere yönelmişlerdir. Anayasada yapılan son değişiklikler bunun ispatıdır. Bu değişikliklerden maksat özellikle yüksek yargıyı tamamen kontrole alabilmektir. Bunu yaparken bir taşla birkaç kuş vurabilmeyi hesap etmektedirler. Tıpkı medyada olduğu gibi, tıpkı devlet işleyişinin neredeyse bütün alanlarında olduğu gibi, yüksek yargıyı da yandaşlarıyla oluşturup kendi geleceklerini garantiye alabilmek ilk hedefleridir. Böyle bir yargıya dayanarak yayılma ve ele geçirmeyi hızlandırmak, adına açılım dedikleri yıkım projelerine yeni alanlar açmak ve daha da ileriye götürmek diğer hedeflerdir.
Bu tablodan güven çıkar mı?Türkiye'de gerçekten de bir yargı reformuna ve Anayasa değişikliğine acil olarak ihtiyaç vardır. Hatta Anayasa, değiştirilmek yerine yeni baştan yazılmalıdır. Ancak bu AKP'nin ele geçirme ve kendini garantiye alma hedefleri için değil, Türkiye'nin ihtiyaçları, hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığı, vatandaşın yargıya güvenin eksiksiz sağlanması ve demokrasinin tam işleyebilmesi için yapılmalıdır. Prof. Haberal'ın verdiği hukuk mücadelesi ve aldığı sonuç bunu göstermiş ve bu ihtiyacın ne kadar ivedi olduğunu ortaya koymuştur. Çok daha önemlisi endişeler sadece Sayın Haberal ve davanın gidişatıyla da sınırlı değildir. Türkiye'de terör giderek tırmanmakta ve Türk insanının sabrını zorlamaktadır. Bölücülük açık ve aleni bir meydan okumaya dönüşmüştür. Hükümetin bu gidişi durdurmak ve tersine çevirmek için yaptığı hiç bir şey olmadığı gibi yıkım projelerinde ısrarın sürdürülmesi hainlerin cüretini daha da arttırmaktadır. Buna karşılık bu ihanet karşısında kahramanca mücadele veren, gözünü kırpmadan canını ortaya koyan komutanlar, Prof. Haberal'ın durumuna benzer şekilde tutuklanmışlardır. Bir çoğu tam olarak neyle suçlandıklarını dahi bilmemektedirler. Bir tarafta yıkım projesi, bir tarafta , "iyi ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz" noktasından, "komutanlar artık işlerini yapıyorlar" diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri'ni kontrole aldıkları mesajını vermeye çalışan bir başbakan yardımcısı, diğer tarafta tutuklu komutanlar. Bunlara bir de Erzincan davasını eklemek gerekiyor. Savcı Cihaner dosyasının izlediği süreci hayretle takip ediyoruz. Açılan davalar doğru, suçlamalar ispatlı olsa bile, bu tablodan "güven" çıkar mı?
Her yetersizlik aynı adrese çıkıyorYine geldik aynı yere. Hangi yetersizliğe, hangi yanlışa, hangi teslimiyete, hangi garabete, hangi vahamete dönseniz, altından AKP hükümeti çıkıyor. Ülkenin hükümeti, ülkenin en büyük sorunu olmuştur. Dolayısı ile bu hükümet var oldukça ekonomide, dış politikada, terörde, hukukta, kısacası her alanda düzelme, iyileşme, gelişme beklemek beyhudedir.
Orhan KARATAŞ