TEK PARTİ ÖYLE OLMAZ BÖYLE OLURAnayasa Mahkemesi’nin, demokratik hukuk devleti yanlısı, Kemalist yurtsever aydınları uğrattığı hayal kırıklığından sonra, yapılan değişikliklerin gerçek yüzünü halkımıza göstermek için yazmayı sürdürelim.
Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen Abant Platformu’na katılan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Anayasa değişikliğinin en önemli amacı vesayet rejimini sona erdirmek, demokrasiye vurulan zincirleri kırmak, cunta zihniyetini tarihin karanlık sayfalarına gömmek ve tam demokrasiyi tesis etmektir” demiştir. Daha önce de Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, “Anayasa değişikliğindeki temel amacın, yüksek standartta bir demokrasinin kurulması olduğunu” söylemişti.
Bu söylemler, AKP tarafından hazırlanan anayasa değişikliğine ilişkin yasanın gerekçesine de yansıtılmış ve “150 yıllık anayasa geleneği içinde, halkın katılımı ve demokratik yöntemlerle anayasa yapılmamış olmasının ülkemiz yönünden büyük bir eksiklik olduğu” vurgulanarak, yapılan değişikliklerin demokrasi adına yapıldığı mesajı verilmeye çalışılmıştır.
DEMOKRASİ TRAMVAYI“Demokrasi amaç değil araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız”, “Demokrasi bir tramvaydır. İstediğimiz durağa geldiğimizde ineriz”, “Benim referansım İslam’dır. Evet, göğsümü gere gere söylüyorum, benim referansım İslam’dır…Kardeşler, bir şeyi iyi yapacağız. Dinle beraber olmaya mecburuz” söylemlerini, AİHM’nin “şeriat düzeniyle demokrasi bağdaşmaz” yargısını ve Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” yolunda verdiği kararı bir an için unutarak, yapılan değişikliklerin gerçekten daha çok demokratikleşme amacıyla mı yapıldığına bir bakalım. Bunun için çağdaş demokrasi tarihinde çok kısa bir gezinti yapmak ve anayasa değişikliğinin hazırlanışı, imzalanması, görüşülmesi ve oylanması ile kimi düzenlemelerini anımsamak yeterli olacaktır.
Siyasal iktidarın özlediği ve istediği, “seçimle gelenlerin mutlak egemen olduğu” çağ dışı demokrasi anlayışı İkinci Dünya Savaşı’ndan önceye ilişkindir. Gerçekten, 17 ve 18. yy.larda, Hobbes ve Rousseu öğretilerinden esinlenerek uygulanan bu demokrasi anlayışı, seçimle gelen Hitler faşizminin yaşattığı kanlı bedelden sonra terk edilmiştir. Artık, çağdaş demokrasi anlayışı, “seçimle de gelseler hiçbir siyasal iktidarın demokrasiyi yok etme özgürlüğü yoktur” düşüncesine dayanmaktadır. Bu düşüncede, demokrasiyi korumak için siyasal iktidarların gücünü sınırlamak temel alınıp, erkler ayrılığı ve hukuk devleti gibi kavramlar ve anayasa mahkemeleri gibi kurumlar geliştirilmiştir.
ERKLER AYRILIĞIErkler ayrılığı ilkesi, demokrasiye zarar gelmesini önlemek için üç erkin birbirini denetleyip dengelemesi; hukuk devleti ilkesi de, bu düzenek içinde, demokrasiyi gerçek güç olan yasama ve yürütme erklerine karşı koruyabilmek için yargıya son sözü söyleme yetkisinin verilmesi anlamına gelmektedir. Yargının görevini eksiksiz ve yansız biçimde yapabilmesi için de yasama ve yürütme erklerine karşı “bağımsız” olması öngörülmüş ve “yargı bağımsızlığı” ilkesi kabul edilmiştir. “Yargı bağımsızlığı”, kısaca çağdaş demokrasinin birinci olmazsa olmaz koşuludur.
Çağdaş demokrasinin ikinci olmazsa olmaz koşulu ise, katılımcılık ve çoğulculuk özelliğinden kaynaklanan “uzlaşmacı” niteliğidir.
Şimdi yapılan düzenlemelere bu iki koşul yönünden bakılması, anayasa değişikliğinin gerçekten “daha çok demokrasi” amacıyla mı yapıldığını ortaya koyacaktır.
Anayasa’nın 175. maddesinde, anayasa değişikliklerinin, milletvekillerinin iradesiyle ve uzlaşarak yapılabileceğinin öngörülmüş olmasına, değişikliklerin enine boyuna, zaman kısıtlamasına bağlı bulunmadan tartışılarak sonuçlandırılmasına vurgu yapılmasına karşın; değişiklik metni Başbakan ve 3 kurmayı (!) tarafından hazırlanmış ve daha metin tamamlanmadan imzaya açılmıştır. Hazırlanan metin muhalefet partileri ile birkaç sivil toplum örgütüne sunulmuş ve “üç gün içinde” görüşlerinin bildirilmesi istenmiştir. Genel Kurul görüşmeleri, inanılmaz bir hızla, “yangından mal kaçırırcasına” gece gündüz demeden, ne yapıldığının farkına varılmadan sonuçlandırılmıştır. Gizli oylama da, “denetimli gizli oylamaya” dönüştürülmüştür. Bu tablo, iktidarın anayasa değişikliğinde “uzlaşma” niyetinin olmadığını açıkça sergilemektedir.
Yapılan değişiklikte yer verilen düzenlemeler, “yargı bağımsızlığı” yönünden durumun çok daha kötü olduğunu ortaya koymaktadır. Zaten uzlaşma aranmamasının temel nedeni de budur. Gerçekten, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yeniden yapılandırılması amacıyla getirilen düzenlemelerle, bu iki yüksek yargı yeri tümüyle yasama ve yürütmenin egemenliğine girmekte ve böylece “AKP yargısı” yaratılmaktadır. Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümünü Cumhurbaşkanı ve TBMM seçmekte, “ele geçirilen - yandaş kurumların kontenjanları artırılmakta, yüksek yargıçların sayısı oransal olarak azaltılmakta, siyasal parti kapatma ve anayasa değişikliğine ilişkin karar yetersayısı beşte üçten, üçte ikiye çıkarılarak, kapatma ya da iptal kararı verilmesi neredeyse olanaksızlaştırılmaktadır.
HSYK’da, idari yönden Adalet Bakanlığı’na bağlı ve bağımsızlığı tartışmalı yargıç ve savcılara, yüksek yargıçlardan çok fazla sayıda yer verilmekte, Cumhurbaşkanı’nın bu Kurul’a doğrudan üye seçmesine olanak sağlanmakta, Adalet Bakanı ve Müsteşar’ın Kurul’daki varlığı sürdürülmektedir. Bunlarla da yetinilmemekte, idari yargının yetkisi, bundan sonra “kamu yararı” ve “hizmetin gerekleri” gerekçeleriyle verilen özelleştirmelere ve kamu görevlilerine ilişkin kararlar bundan sonra verilemesin diye, kısıtlanmaktadır.
ZEKAYA HAKARETUzlaşma kültüründen bu denli uzakta, bir siyasal parti tarafından bir anayasa değişikliği yapılır ve yargı bağımsızlığı, dolayısıyla hukuk devleti, dolayısıyla erkler ayrılığı, dolayısıyla demokrasiye darbe vurulurken, yapılan değişiklikleri “daha çok ya da yüksek standartta demokrasi tesis etmek” amacına bağlamak, zekalara hakarettir.
Varılmak istenilen hedef, olsa olsa bir “AKP demokrasisi”dir. Yöneliş, “tek parti devleti”ne doğrudur. Yapılan bir sivil darbedir. Montesquieu’ya göre, “iki kuvvetin aynı elde toplanması istibdada, despotizme yol açar. Üç kuvvetin bir elde toplanması ise, istibdadı kaçınılmaz kılar”.Son sözü, Amerikalı Prof. Andrew Arato’ya bırakalım: “AKP bütün gücü eline geçirmeye çalışıyor. Geçirirse, ‘vesayet’ten söz edebiliriz. AKP mahkemeleri de ele geçirirse tek parti hegemonyası olur.”
İş işten geçmeden, demokrasi diye diye çağdışı bir demokratik düzene yelken açıldığını; “12 Eylül faşist anayasasına son” denirken de, yapılan değişikliğin “sivil faşizme” geçişin yolu olduğunu görmeliyiz.Bülent SerimAnayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri
Odatv.com
'Tümünün iptali gerekirdi'Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliğine ilişkin kısmi iptal kararıyla ilgili, "Hukukun üstünlüğüne, hukuk devleti ilkelerine, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili maddelerin tümünün iptali gerekirdi" dedi.
Yargıtay’a gelişinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gerçeker, Anayasa değişikliği paketinde "iptal edilen kısımların kendileri için iptal edilmesi gereken kısımlar olduğunu, ancak bunun yeterli olmadığını düşündüğünü" söyledi.
Gerçeker, "Hukukun üstünlüğüne, hukuk devleti ilkelerine, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığı ilkelerine aykırı Anayasa Mahkemesi ve HSYK ile ilgili maddelerin tümünün iptali gerekirdi.
Ama bu noktada diyecek bir şey yok. Arkadaşlarımız öyle takdir etmişler. Artık milletin iradesi sonucu belirleyecek" diye konuştu.
aksam.com.tr
12 Eylül''de HAYIR dersen DIŞKI yersinAKP’nin yancıları devreye girdi!..AKP anayasa değişikliğinden mağduriyet bekliyordu..
İkinci bir 2007 ortamına ihtiyacı vardı.. Seçim havucuna.. İki madde iptal edilse o hızla sandığa koşacaklardı.. Olmadı..
Anayasa Mahkemesi o meşhur iki maddeyi hem makul hale getirdi hem de mağduriyet çıkarmadı..
Ortalığın gerileceği mesele kalmadı.. Kalmayınca dün baktım
yancılar devreye girmiş.. Sağa sola ateş ediyorlar, kavga çıkarmaya, tahrik etmeye, ortamı germeye çalışıyorlar..
Artık AKP adına mı yapıyorlar..
Durumdan vazife mi çıkarıyorlar bilemem.. AKP yanlısı gazete manşetten verdiğine göre vardır bi hikmeti..
Osman Can’ı biliyorsunuzdur..
Anayasa Mahkemesi Raportörü olan.. AKP’nin hoşuna giden bir iki rapor yazınca önce dernek kurdurdular..
Veya kendi kurdu..
Şimdi sahaya sürüyorlar..
Veya kendi sahaya çıktı..
Her neyse!..
Ne laflar ne laflar..
Bu anayasaya hayır demek veya boykot etmek 12 Eylül’e onay vermek demekmiş..
Kendi halkına dışkı
yedirilmesine rıza göstermekmiş..
17 bin faili meçhulün 34 bine çıkmasına onay vermek demekmiş..
İşkenceciye razı olmak demekmiş..Falan filan..
İlgisi yok tabii.. Bu anayasa değişikliği olumlu şeyler getiriyor, ama 12 Eylül’ün ruhuna el sürmüyor.. Çünkü o ruh şimdi AKP iktidarının işine yarıyor..
Hal böyleyse, bu sözlerin anlamı ne? Çığırtkanlık!..
Mehmet Tezkan13 Temmuz 2010
Milliyet
...yazar meşhur iki maddeyi makul hale getirmekten bahsetmiş! Ama AKP'nin "EVET'i" savunan raportörü "HAYIR" derse dışkı yemeye devam edeceğini söylemiş halkın?
Soru ve sorun şu?
Bu hali ile meşhur iki madde mi makul dışkı yemek mi sayın Tezkan?