
«Elinde adalet meşalesi, dilinde hürriyeti akvam (ulusların özgürlüğü). Cihana haykıranlar nerede?...»
Hulki Cevizoğlu, İşgal ve Direniş
Gazeteci Osman Nevres (Hasan Tahsin), «ilk kurşun»u attı ve «ilk şehit oldu» ... Mustafa Kemal Samsun'a hareket ediyor... İstanbul gazetelerinin çoğunun başyazıları beyaz çıktı...
- «Elinde adalet meşalesi, dilinde hürriyeti akvam (ulusların özgürlüğü). Cihana haykıranlar nerede?...»
Olayın farkında olmayan «bir kısım basın», işgal yokmuş gibi o günkü baskılarında günlük yaşamdan kesitelere yer veriyordu: «Konut kiralarının 5 kat artması protesto edildi!», «Amerikan kunduraları gelmiştir. Reklam fiyatına satılmaktadır!...»
Evet gerçekten kunduralar gelmişti ama bunlar, Amerikan kunduraları giyen Yunan işgal askerleri idi!... «Bir kısım basın», «Ali Kemal'lerin basını», işgal askerlerinin postal seslerini duymuyor, Amerikan kundurasının reklamını yapıyordu!..
İzmir'li Rum kızlar yol kenarına dizilmiş, Yunan bayrağının rengi olan mavi-beyaz elbiseler giymişlerdi. Binlerce Rum, ellerinde çiçekler ve Yunan bayrakları ile büyük sevinç gösterileri yapıyordu. Kızlar çığlık atıyordu.
Çünkü onlar «Türk» değil, «Türkiyeli» idi!...Bu ülkeden besleniyor, buradan para kazanıyorlar, Türkiye'de yaşıyor ama kendisini Türk değil Türkiyeli(!) sayıyordu. «Türk kimliği» ile «Türkiyeli kimliği» arasındaki ayrım, burada net bir biçimde ortaya çıkmıştı. «Türk», vatanına sahip çıkıyor; «Türkiyeli» ise,ihanet ediyordu!... Zaten kimlikler, böyle en kritik anlarda kendisini göstermiyor muydu?.. Yıllar sonra tarih tekerrür etmeyecek miydi?
...
''UYAN, EY TÜRK OĞLU, UYAN!''

İşgali kabullenemiyor, «düşmana direnç gösterilmemesine» içerliyor, «Uyan, ey Türk oğlu, uyan!» diyerek ulusal bir görev yapıyordu:
- «O Yunan gelsin (...) silahlarımızı toplasın. Evlatlarına silah dağıtsınlar. Benliğimizi parçalasınlar. Ruhumuzu ezsinler. Fakat asla, asla unutmasınlar ki Türk ölmedi, yaşıyor. Kalbinin, ruhunun, Müslümanlığı'nın, peygamberinin telkin ettiği ilhamat (=ilahi düşünceler) ile yaşıyor.
Ve burayı Yunan'a vermeyecektir. Vermek isteyecek kuvvetle paylaşacak kozumuz var. Hatta süngülerimiz, silahlarımız olmasa bile... Asi ruhumuzla, çoşkun kanlarımızla, hararetli vicdanlarımızla, sökülmeyen dişlerimizle bu memleketi müdafaa edeceğiz.»
Ne kadar zehirli olurlarsa olsunlar, o dişlerle, üstün maneviyatla kuvvetlenen dişlerimizle kalplerini parçalayacağız.»
Süngülü Yunan Müfrezeleri, saat kulesi karşısındaki Kışla'ya giderek, Kolordu komutanı başta olmak üzere, Kışla içindeki «savaşmadan bekleyen» bütün Türk subaylarını, itiş kakış içinde esir aldı.
Yunanlılar, gözdağı vermek için, esir aldıkları Türk komutanları halk arasında yürüterek Pasaport iskelesine getirdi ve Paris vapurunun ambarına kilitledi.
«Mukavemet etmeme» emri aldığı için direnemeyen Türk subayları, sivil elbise giyerek halkın arasına karışmış Yunan güvenlik kuvvetleri ve yerli Rumlar tarafından saldırıya uğradı. Tabancayla, süngüyle ve dipçik darneleriyle 9 komutan şehit edilde. 27 subay kayboldu.
Esir alınarak Yunan gemilerine götürülen memurlara ve lise öğrencilerine Rum evlerinden taş ve kiremit atılıyordu. Esir alınarak, sokaklarda yürütülen «Zito Venizelos» (Yaşa Venizelos) diye bağırtılıyordu.
Bunların arasında, Paris'teki Barış Konferansı'ndan «olumlu işaretler» aldığı propagandası yapan, gazeteleri yönlendiren ve işgal haberlerinin yalan olduğunu söyleyen İzmir valisi İzzet de vardı.
Her ne kadar, kendisini makamında esir alan Yunan askerlerine, «Ben valiyim... Bana dokunmayınız» dese de, daha önceki «teslimiyetçiliği» ve «demokratik çözüm» beklentisi de, o an için kendisini kurtaramamıştı.
Vali Konağının basılıp, esir alınmasına ragmen, «nevrotik sindrellalığı» devam ediyordu. Aklında, «yaptığı hizmetlerin karşılığını alamamanın» karmaşası vardı.
Bana da bu yapılır mı?
Tıkılacağı Yunan gemisinin ambarına doğru götürülürken, hala umutluydu. Yanındaki oğlunu sıkıştırıyordu:
«Seyfi oğlum, Zito bağır, Zito bağır!.»
Mustafa Kemal'in daha sonra söyleyecegi, «Milletimin karakteri yüksektir» sözünün tersi bir örnek olan vali, gemiye yaklaşmışken, son anda yetişen bir Yunan memuru tarafından kurtarıldı. Bu kurtuluş, aslında tam bir zilletti!..
Türk tarihi açısından en utanç verici anlardan biri de, Kolordu komutanı Nadir Paşanın yaşadığıydı. Kışla Yunalılar tarafından ateş altına alındığında, elinde beyaz bayrakla ilk çıkan Nadır Paşa oldu!..
Yunanlı bir teğmen kendisine yaklaştı, elinden beyaz bayrağını aldı ve herkesin önünde Paşaya peşpeşe birkaç tokat attı. Nadir paşa, karşılık veremedi, vermedi...
Ardından, en düşük rütbeli Yuna subayı olan teğmenlerden küfürler yedi. Gıgını çıkarmadı, çıkaramadı...
Süngü ve dipçik vurularak subayların üzerleri arandı; başlarından kalpakları alınarak yere atılıp çiğnendi; üzerindeki para, saat, yüzük, sigara tabakası ve mendil dahil ne eşyası varsa gasp edildi; en ağır küfür ve hakaretlerle dövüldüler.
O an, şanlı Tük tarihinin..şanlı Tük ordusunun..şerefiyle şehit olmasını bilen ama asla bu zilleti yaşamayan Türk ordusunun..en fazla aşşağılandığı «ilk an» idi!.. Türk askerlerinin şeref ve namusu ayaklar altına alınmıştı.
17. Kolordu Komutanı Nadir Paşa'nın elinde beyaz bayrağı verilerek, kalabalıklar önünde, esaret yürüyüşüne çıkarıldı. Paşanın başı öndeydi, etrafa bakamıyordu. !!Zito Venizelos» diye bağıranlar, bağırtanlar arasında, boynu bükük yürüyordu. İstanbul Hükümeti» nin emrine uyarak, onurunu çiğnetse de (Mustafa Kemal'in ifadesiyle) «zaferi ve mazisi, insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferleri ve mazisi, medeniyet nurları taşıyan kahraman Türk ordusu»nun 2128 yıllık «aydınlık onuru» iç baskı yaratıyordu.
- «Milletimiz ordusundan yoksun bırakılma girişimi ile karşı karşıyadır. Orduyu imha etmek için subayları mahfetmek, aşağılamak lazımdır. Kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.
Millet, bağımsızlığımızın korunmasını ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce vazifesi budur. Milletin bağımsızlığı ihlal edilirse, bunun vebali subaylara ait olacaktır!
Subaylar, fedakar sınıfın en önünde bulunmak mecburiyetindeler; çünkü düşmanlarımız herkezden önce onları öldürür, onları aşşağılar ve hor görürler. (Mustafa Kemal, Afyonkarahisar Kolordu Karagahı, 1920)
17. Kolordu Komutanı da, aynı yere hapsedildi.Irak'taki Ebu Gureyb Habisanesinde eşkence gören Iraklı'lar gibi, soyuldular. Üstlerindeki her şey atıldı. Paşa ve mahiyetindekiler, geminin hayvan ambarında en agır hakaretlere uğruyorlardı:
«Allahınız gelip, şimdi sizi kurtarsında görelim»
«Muhammedinizden yardım isteyin» ........
Aynı şekilde bağırtılarak yürütülen daha sonraki bir esir grubu içinde bulunan Albay Süleyman Fethi Bey ise, «Zito Venizelos» diye bağırmayı kabul etmedi. Süngü ile dürütlerek:
«Ellerini kaldır ve Venizelos'u selamla» dedi.
Bu uyarıya da aldırmayan Albay Süleyman Fethi, hayatının tehlikede olduğunu çok iyi biliyordu. Buna rağmen:
«Bir Türk askeri, ancak milletinin büyüklerine saygı için ellerini kaldırır ve ağzını açar» yanıtını verdi.
Mustafa Kemal'in tanımladığı biçimde «fedakarlar sınıfının en önünde bulunan» ve bu yüzden «en önce öldürülecek, aşağılanacak ve hor görülecekler» arasında bulunan kumandan, beklenen sonla karşılaştı.
Yunan askeri, bu itirazı ve sözleri duyunca hiddetle süngüsünü Albaya sapladı.Peş peşe birkaç süngü yiyen kumandan,şahadet getirerek yere yığıldı ve orada şehit düştü.
Vatansever Albay, daha önce de «geliyorum» diyen Yunan işgaline karşı sert bir direniş gösterilmesi için Nadir Paşa'ya başvurmuş, «İşgal emrivakilerine izin verilmemesi» gerektiğinde ısrar etmişti.
ASKERE ''ATTIRILMAYAN'' KURŞUNU, BİR SİVİL ATIYOR

Teslimiyetçi hükümetin (İstanbul Hükümeti) «direnmeyin» emri onu etkilemedi. Direnecekti.
Canı pahasına olsa da...
Mutlaka «onurlu bir direniş» verilmeliydi.
Asker, sivil yüzlerce Türk'ün, «Zito Venizelos» diye bağırtılarak, süngülelerle itilip kakılarak, antrepolara ve gemi ambarlarına doğru götürüldüğünü gördükçe dayanamadı. Kordon boyunda kilise çanları çalarken, ülkesinin işgalini seyreden zavallı kalabalıkları birdenbire yardı ve Yunan müfrezelerinin karşısına atladı:
«Yaşasın Ulusumuz!»
Aynı anda, birkaçel tabanca sesi duyuldu. Yunan Efsun Alayının en önde yürüyen sancakları yere yığıldı. Ardından yanındaki.
İlk panik atlatılınca, ateş edenin tek kişi olduğunu gören işgalciler, Osman Nevres'e peş peşekurşun yağdırmaya başladı. Elindeki tabancasının mermileri biten gazeteci Nevres, o anda şehit düştü. Yunanlılar hırsını alamamış, yerde cansız yatan 30 yaşındaki genç gazeteciyi süngülemeye başlamıştı. Tabanca sesini duyan limandaki Yunan savaş gemileri de, bir direniş olduğunu anlamış, korkudan, kıyıları ateşe tutmaya başlamıştı.
Bu arada, Yunan'a ilk kurşunu atan, Osman Nevres'in o mübarek bedeni, işgalciler tarafından paramparça edilmişti...
Yunanlılar kentte «sıkıyönetim» ilan etti.Türkler dışarı çıkamazken daha önce yanyana yaşadıkları Rumlar, silahlarıyla onların evlerine girerek, yağma, soygun, tecavüz ve katliamlara başladı.
Yunan askerine karşı koymak arzusundaki «direniş yanlısı vatansever Türk gençleri» Anadolu içerilerine çekilmenin uygun olacağını düşündü. Fener Patrikhanesi'ne bağlı İzmir Metropoliti, ölen iki Yunanlı askeri için görkemli bir cenaze töreni hazırlığına girişti...
....
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.Heddam.com/index.asp?H=7128