Ferda Paksüt’ten Gıcık Aldım

Ferda Paksüt’ten Gıcık Aldım

İletigönderen tuba » Cum Ağu 29, 2008 0:14

Ferda Paksüt’ten Gıcık Aldım

Üçüncü Dünya Savaşı gelmiş kapımıza dayanmış, bizim burada yazmak zorunda kaldığımız mevzulara bakın…

Zaten haftalardır iddianame eklerindeki yıldız falı, yemek tarifi, kocakarı ilaçları, büyü bozma, beyin kontrolüyle darbe yapılabilir mi sorusu, MİT raporları, sağlık raporları, bina krokileri, alışveriş listesi, “sevgili günlük” diye başlayan notlar, karı-koca kavgaları, aşk dedikoduları, tehdit mektupları, gizli tarikatlar, Nazi şifreleri, epigramlar, manifestolar, örgüt şemaları, idrar tahlilleri, cunta reçeteleri, şeytani planlar, askeri plan ve haritalar, polis ifadeleri, nümizmatik koleksiyonları…

Ve daha insana, “Proust ve Borges keşke bu çağda ve Türkiye’de yaşasalardı” dedirtecek ne kadar ucube bilgi, belge, duyum ve hurafe varsa uğraşmaktan, beynimiz kontrolden çıkmış bir miksere döndü…

Oysa ben, “Kafkas İttifakı adlı uyduruk planın, Ermenistan’ı tanıma kılıfı olduğu ortaya çıktı” diye bir yazı yazmayı düşünüyordum. Şaakaşvili gibi adamlardan neden her evde bulunması gerektiğine ilişkin bir yazı yazmak istiyordum...

Ertuğrul Özkök Bey’in giderek klinik bir hâl almaya başlayan korku, evham ve hezeyanlarını irdelemek istiyordum (Gece aniden “Haaayııır!!Gerekirse umreye de giderim..Zekeriya Bey, n’olur beni tutuklamayın!!” diye haykırarak uyandığını tahmin ediyorum…)

Serdar Turgut hakkında, “Yalakalık ve Patron Eteği Öpmede İnsan Azminin Sınırları-Azimle Hacet Eden Betonu Deler mi?başlıklı bilimsel bir tez bile kaleme almayı tasarlıyordum…

Hepsinden mahrum kaldınız…

Çünkü Ferda Paksüt hanımefendi, gündeme yine ‘bomba gibi düştü!’

Bu bayanı bir süredir dikkatle izlemeye çalışıyorum. “Sen de herkesle takışıyorsun kardeşim” dersiniz diye durumunu ele almak konusunda kendimi zaptediyordum…

Ama hayır…

Daha fazla dayanamayacağım; işte yazıyorum!

Hanımefendi’yi ilk kez Meclis’te bir resepsiyonda gördük. Suudi Krallığı Büyükelçisi ile Başbakan Erdoğan arasında tercümanlık yapmaya kalkıştı. Oysa kendisinden böyle bir şey talep eden olmamıştı. Bu orta yaşlı, banka müdiresi kılıklı bayanın, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Ali Feyyaz Osman Paksüt’ün refikaları olduğu anlaşılınca olay birden bire ‘derinlik’ kazandı..

(“Derinlik” kelimesini bugünlerde pek moda olduğu için kullandım; aslında “önem kazandı” demek daha uygun olurdu..)

Televizyonlara çıkış o çıkış!

Hanımefendi’yi bu tutkusundan alıkoymak bir daha kâbil olmadı. Anayasa Mahkemesi’nin AKP davasında nasıl bir karar vereceğine ilişkin yazılan neredeyse bütün haberlerde hanımefendi ne yaptı etti, bir köşeye fotoğrafını koydurmayı başardı..

Derken, Ali Feyyaz Osman Paksüt -ve tabii yanında Feryal Hanım olmak üzere- Kavaklıdere Klübüne giderken, polis arabası olduğunu tahmin ettiği bir aracın kendisini izlediğinden kuşkulanıp ortalığı birbirine kattı…Bu olayın, (ortalığı birbirine katma olayının) azmettiricisi de Hanımefendi çıktı!

Çünkü Ali Feyyaz Osman Bey, normal şartlarda “olay adam” olmayı pek seven birine benzemiyor. Hanımın aşırılıklarından da bir miktar utanıyor gibi ama; evde sözünün pek geçmediği anlaşılıyor…

Daha açık ifade edecek olursak; efkâr-ı umumiyede, koskoca Anayasa Mahkemesi Reisvekili’nin “kılıbık” olduğuna dair bir kanaat mevcut… O da benim gibi “AKP’nin kapatılmasına” şiddetle taraftar ve de bu görüşünü ima etmekten hiç kaçınmadı. Bir ara kendisine Açık İstihbarat’ta yazarlık teklif etmeyi bile düşünmedim değil(!)

(Bu parantez içindeki ünlem işaretini de Zaman gazetesi ciddiye alıp manşet yapmasın diye koydum..”Şok! Ergenekon Paksüt’e yazarlık teklif edecekti!..”)

Efendim, dönelim konuya.

“Vay! Bir Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin polis tarafından izlenmesi ne demektir! Skandal!” diye hepimiz feverân ettik…

Biz feverân ettik ama hanımefendi hiç istifini bozmadan sıfır kol Beymen elbisesi ve sworsky taşlı güneş gözlükleriyle gazetelere yine poz verdi. Ali Feyyaz Osman Bey de her zamanki utangaç mütessebimliği ile yanında…

Belli ki yine “Yahu hanım, gel bu işlerden biraz uzak dur!” diyememiş…

Pozlar öyle fiyakalı ki; zannedersiniz Ferda Paksüt Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, Beyefendi de ihbar üzerine olay yerine intikal eden Başkomiser…

O günden sonra Hanımefendi’yi tutabilen çıkmadı!

Sıcakların bastırmasıyla, “Bunu şimdi paparazziler Türkbükü’nde bikinisiyle yakalar” diye korkuyordum ki, imdadıma Zekeriya Öz yetişti. (Hiç tatil yapmaz mı bu savcı?)

Daha önce Ankara’da sadece Genelkurmay, MİT, Başbakanlık ve 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yazı yazmış olan Zekeriya Bey, kalemini bu kez Bayan Paksüt için konuşturdu…

Kendilerini, “ifadesi alınmak üzere” adliyeye davet etti.

Basın, olayı sanki ‘devlet başkanından’ söz eder gibi, “Ferda Paksüt tatilini yarıda kesti” diye duyurdu. (Yurt dışında tatil yapıyor olsaydı; “Bayan Paksüt yurda döndü!” şeklinde haberler okuyacaktık..)

Vay efendim vay!

Ferda’nım açtı ağzını, yumdu gözünü…

Yaptığı açıklamalara bir bakar mısınız:

“Benimle uğraşmalarındaki asıl amaç beyefendidir. (Feyyaz Bey’i kastediyor) Beyfendinin kontenjanı altın değerindedir. Cumhurbaşkanı, Danıştay ve Yargıtay üyeliklerinden 3 kişi arasından seçim yapar, (Yapma ya! Bilmiyorduk) ancak bürokrat kadrosuna istediği ismi direkt atayabilir. Beyefendi istifa ettiği takdirde, (Allah! Allah!..Bu da nereden çıktı?”olay kadın” olup durma o zaman..) Cumhurbaşkanı istediği adamı seçer. Benim üzerimden baskı yapılmak isteniyor”

Lafa bak!

Bitmedi…

“Herhangi bir örgüt evini ziyaret etmedim, (duyan da örgüt evlerinde ‘kabul günü’ düzenleniyor zanneder) herhangi bir örgüte üye olmadım. Hurşit Tolon’u binbaşılığından tanırım. Hilmi Özkök ve İlker Başbuğ ile 3 sene Brüksel’de birlikte olduk. Abdullatif Şener’in karısı ile tanışırım, beni onunla tanıştıran da Haşim Kılıç’ın karısıdır. Abdullah Gül’ün karısı da sık sık konuştuğum insanlardan. Dava açıldıktan sonra Cemil Çiçek’le de yemek yedim. Abdulkadir Aksu ile de konuştum. İkisi de çok sevdiğim insanlardır. Davaya ilişkin konuştuk. (Oooo! Bu enteresan işte! Başkanvekilinin hanımı kapatılma davası süren partinin iki önemli ismiyle ‘davayı’ konuşmuş! Ne hakla, hangi sıfatla? Ben size söyleyeyim ‘ne sıfatla’ olduğunu: Densizlik sıfatıyla! Peki, diğer ikisi Ferda Hanım’la konuşmaya neden ihtiyaç duyuyorlar dersiniz? Onu da söyleyelim; “Adamını bulamazsan Madam’ını bul” zihniyetiyle..Nerden baksanız rezalet!) Dava açıldı artık ne olacak, şimdi ne yapsak?’ dediler… (Vay! Vay! Vay!..)

Devam ediyor:

“Büyük bir şok yaşıyorum. Savcı neden çağırdığına ilişkin net bilgi vermedi, (Niye verecekti ki?) hayatımda ifade vermedim (Hurşit Tolon haftada bir kez ifade verirdi, alışkanlık olmuştu!) oraya gidip de çıkacağımın garantisi yok. (Niye? Savcılık’tan mezara mı gidiliyor?) Durduk yere kendimi savunmak zorunda bırakılıyorum” “Kuzey Irak’ta bombalandık. Bu kadar tedirgin olmadım. Tutuklanma ihtimalini bile düşünüyorum (Deme!) Malımızı bile elimizden alacaklar (Ne alaka? Böyle bir durumda insanın aklına ‘malının’ gelmesi de pek ilginç...)

Hanım! Hanım!

Ergenekon davasında adı sanı bilinmeyen, geleni giden bulunmayan, avukatı-parası olmayan bir sürü insan on beş aydır yatıyor içeride. Sen, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin “medyatik” karısı olarak böyle zırlarsan, o garibanlar ne yapsın?

Ne oluyor böyle ‘devlet erkânının’hanımlarına?

Kimisi Başbakan’dan “Ayol Sayın Başbakan, bizim araziyi düşük bedelle kamulaştırdılar” diye ricacı olur, kimisi “Malımı elimden alacaklar, beni tutuklayacaklar” diye ağlar…

Öfff! Sıkıldım ben bu yazıdan…

Bitiriyorum! Kalın sağlıcakla…


Kaynak
Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Google [Bot] ve 0 konuk

x