Takvimler 1461’in 23 martını gösterdiğinde Fatih Sultan Mehmed Han’ın şanlı ordusu sefer yolculuğuna başlamıştı. Çok zorlu ve sıkıntılı geçen sefer yolculuğunun nereye olduğunu hazreti Fatih’ten başkası bilmiyordu. Ordunun yorgun düştüğünü gören Sultan Fatih’in “ana” diye hitap ettiği Sâra Hatun Fatih'i bu seferden alıkoyabilmek için: "Hey oğul Trabzon'a bunca zahmet nedendir? Trabzon nedir ki, ondan ötürü şehsuvar'i Saltanat piyade olup pürdap ola?” Dediğinde Padişahın hışımla: "Hey ana bu zahmet din yolundadır. Kim ahirette Allah hazretlerine varıcak inayet ola derim. Zira bizim elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmesek bize Gazi demek yalan olur." Diye cevap verdiğini çeşitli tarihi eserlerden okumaktayız.
Nice mücahitlerin şehadet şerbetini içmelerine mal olsada sefer sonunda Trabzon bir islam beldesi olmuş ve bu sayade Karadeniz’in türk gölü olması yolunda önemli bir mesafe katedilmiştir. Bu esneda takvimler 26 Ekim 1461’i gösteriyordu. Trabzon’un fethedilmesiyle beraber yeniden dirilme hayalleri kuran Bizans’ın son kırıntılarıda tarihe karışmış oluyordu.
Aradan geçen yaklaşık beş asırlık zaman dilimi içerisinde (1461’den 1916’ya kadar) düşman uyumamış, türlü planlar geliştirmiş ve yeniden Trabzon’da varolma mücadelesi vermiştir. Kurtuluş savaşı yılları irdelendiğinde düşmanın türlü desiseleri görülecektir. Birinci Dünya savaşının şiddetini artırarak devam ettiği acı dolu yıllara gelindğinde; düşman amansızdır, memleketin her köşesi işgale uğramaktadır. 18 Nisan 1916'ya gelindiğinde ise Trabzon Rumlarından bir heyet, Türklerin 15-16 Nisan’da şehri boşalttığını işgal kuvvetleri komutanı General Lyhkov'a bildirerek kendisini şehre davet ederler. Azınlıkların seviyesiz çılgınlıkları ve karşılama törenleriyle Erzurum Caddesinden Belediye Meydanına giren işgal kuvvetleri şehri teslim alırlar. Böylece Trabzon için acı dolu esaret ve muhacirlik günleri başlar. Göç edemeyerek şehirde ve köylerde kalan müslüman halka büyük işkenceler yapılır. Özellikle yerli Rumlar ve Ermeniler adeta katliama ve yağmalamaya girişirler. Değerli eşyalar, kültür ve sanat eserleri sandık sandık Rusya'ya götürülür. Girilmedik ve yağmalamadık yer bırakılmaz...
Ancak bu necip millet o dönemde de akl-ı selim davranmasını bilmiş, Sultan Fatih’in muhteşem askerleri gibi memleketlerini yeniden geri almak için çalışmalara başlamışlardır. 1917’de Rusya’da Bolşevik ihtilali olupta Rus ordusunda dağılmalar başgösterince, Ruslar 18 Aralık 1917’de Erzincan antlaşmasını imzalayarak geri çekilmek zorunda kaldılar.Ancak bu antlaşmaya Ermeniler uymayıp, Türkler aleyhinde akla, hayale gelmeycek vahşi cinayatlere, katliamlara imza attılar. Bu hadiseler karşısında Ordu Komutanı Vehip Paşa'ya ileri harekat emri verildi. 11 Şubat 1918'de genel harekat emrini alan ordumuz, bir koldan Kafkasya üzerine ilerlerken, diğer koldan Trabzon'lu Albay Hamdi Bey (Pirselimoğlu) komutasındaki 37. Tümen; Giresun'dan 123. alay ile takviye edilerek Trabzon üzerine yola çıktı. Bölgedeki çeteleri de temizleyerek ilerleyen birliklerimiz 15 Şubat 1918'de Vakfıkebir'i, 18 Şubat 1918'de Akçaabat'ı geri aldı. Birkaç gün içinde çevreyi düşmanlardan temizleyen birliklerimiz 24 Şubat 1918 tarihinde Trabzon'a girdi. Trabzon'un ve Trabzon'lunun 2 yıla yaklaşan esaret ve muhacirlik çilesi böylece sona erdi.
Trabzon’un ve Trabzonlunun savaşla başgösteren çilesi sona erdi ama başka belalar bir türlü yakasını bırakmadı, bırakacağada benzemiyor. Hepiniz hatırlarsınız 3 Ağustos 2002’de Avrupa Birliği uyum ysaları çıkarılmıştı. Türk Ceza Kanundan Vakıflar Kanuna varıncaya kadar onlarca yasa yoğun bir çalışmanın neticesinde kanunlaştırılarak uygulamaya konuldu. Bazı yasalar Anayasa Mahlemesi’ne götürüldüysede netice değişmedi.
Takvimler 15 Ağustos 2010’u gösterdiğinde ise Trabzon’un Maçka ilçesindeki Sümela Manastırı’nda Fener Rum Patriği Dimitri Bartholomeos’un yönettiği bir ayin tertip edildi. Ve bu ayin o tarihten itibaren adeta geleneksel bir hale dönüştü. Çünkü 2011’de ve 2012’de artan kalablıkla ayinler tekrarlandı.
Bazı çevreler ayinler için ‘yasa dışıdır’ desede, hükümet kanadından olumsuz bir eleştiri gelmeyişi, kolluk kuvvetlerinin ayinlere müdahale etmeyişide, ayinlerin yasal olduğuna işaret eder gibi...
Ancak vatandaş olarak bizim anlamakta güçlük çektiğimiz bazı husular var. Bunların başında şayet Sümela Manstırı’nın kapıları bir ihtiyaca binaen ayine açılmış ise neden senede her gün değilde bir gün açılmıştır? Bu ayinler dış mihrakların bilmediğimiz yerlerden yönettiği bir seneryonun sahnelerinden bir tanesi midir? Ve neden özellikle Trabzon’un Fatih tarafından fethedildiği tarihe (15 ağustos’a) denk getirilerek ayinler düzenlenmektedir?
Hani insanın aklına türlü entrikalarda gelmiyor değil. Çünkü şu Medeniyetler Arası İttifak ya da Dinler Arası Diyalog naraları atanlar bu durumdan pekte şikayetçi gibi görün müyorlar, hatta iftar sofralarında papazlarla, hahamlarla yanyana oturmaktan, poz vermekten geri durmuyorlar...
Doğruya memlekette demokrasi var!
Not:Daha detaylı bilgi edinmek isteyenlere Hritiyan Teolojisi’ni en iyi bilenlerden birisi olan, usta yazar sayın Aytunç Altındal’ın kitaplarını okumalarını tavsiye ederim.
17.08.2012
Yusuf Akkaya / Almanya