“FETÖ Darbesi Ve Sonrası…“
Önce şunu belirleyelim:
Biz her çeşit darbeciliğe karşıyız.
İkinci olarak da şu vurgulamayı yapalım:
Biz laikliği, Atatürk devrimlerini, Kemalizm’i yok etmek isteyen her çeşit tarikatçılığa, mezhepçiliğe, cemaatçiliğe, yani din tüccarlarına da karşıyız.
Şimdiye dek FETÖ ve benzeri kuruluşlarla hep mücadele ettik, bundan sonra da edeceğiz.
Üçüncü bir saptama daha yapıp, yazımıza devam edelim:
FETÖ çetesi, FETÖ belası bu ülkenin başına gökten zembille inmedi. FETÖ darbesi kendiliğinden ortaya çıkmadı…
Bunların kökeni taa Mendereslere, Demirellere, Özallara, Çillerlere kadar uzanır. 12 Mart ve 12 Eylül ihtilalleri bu oluşuma büyük katkılar sağlamıştır.
Ama bu dinci cemaat en çok da AKP dönemimde kendine bir temel, dayanak bulmuş, onun zamanında palazlanmış, serpilmiş, enine boyuna büyümüştür… FETÖ hareketi, başlangıçta AKP – ABD ürünüydü…
Bu oluşuma verilen desteğin en veciz sözünü ise bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi söylemişti:
“Ne istediler de vermedik…”
Bu gerici, yobaz çetesi orduya, yargıya, emniyete, eğitim kurumlarına bu iktidar iş başındayken yuvalandı. Ergenekon tertiplerini onların gözü önünde ve gözetimleri altında planladı, sonra da uygulama alanına koydu.
Bu yargılanmalar esnasında nice ölümler, intiharlar oldu; aileler cehennem hayatı yaşadı, gözyaşı, sıkıntı, dert, çile hiç dinmedi…
Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, gittiği her yerde krallar gibi karşılandı, asla ona hürmette kusur edilmedi…
Çok değil, bundan 5 yıl önce, 26 Ocak 2014 tarihinde AKP’li Bülent Arınç cemaatlere şöyle sesleniyordu:
“Her şeyin garantisi biziz. O cemaatler beni çok iyi bilir. Ben de onları iyi biliyorum. Bursa’dan bu cümleme dikkat etsinler. Biz varsak, siz de varsınız; biz yoksak siz de yoksunuz…”
Daha önce kardeş kardeş, dostça geçinen; makamları aralarında dostça bölüşen AKP ve Fethullah gülen grubu, sonradan menfaat çatışmasına girince düşman kardeşlere dönüştüler. Birbirlerine tertipler, darbeler düzenlemeye, şantajlar yapmaya başladılar.
Kanlı FETÖ darbesini fırsat bilen AKP, bu tarihten sonra devleti, hükümeti, resmi kurumları (buna ordu da dâhil) yeniden düzenledi. Yeniden dizayn etti.
Bir makalemde şunları yazmıştım:
“Hitler, 27 Şubat 1933’te, Alman parlamentosunun kundaklanması olayı “Reichstag Yangınını” bir fırsat bilmiş; yarattığı korku, tehdit ve şantaj ortamıyla rakiplerini sindirerek, iktidarını güçlendirmişti.
Bu yangın ve korku ortamını fırsat bilerek gücünü artırmış, tüm partilerin seçim çalışmalarını ve örgütlenmesini durdurmuştu…
Konuşmalarına, yazmalarına bile izin vermemişti.
Almanya Komünist partisinin 181 milletvekilini tutuklatmıştı.”
Buna benzer bir fırsatçılık da ülkemizde FETÖ Darbesinden sonra yaşandı.
Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçildi.
Ordunun yapısında büyük değişikliklere gidildi. Onun siyasetteki etkinliğine son verildi.
Yargı, siyasal iktidarın etkisine girdi. 4500’den fazla hâkim ve savcı FETÖ üyesi oldukları gerekçesi ile görevlerinden uzaklaştırıldı.
15 Temmuzdan önce 16 bin dolayında olan hâkim ve savcı sayısı 2018 sonunda 20 bine yaklaştı.
Devlet kadrolarında büyük oranda değişiklikler oldu. Yandaşlar atandı.
Medya el değiştirdi. Çok az miktarda basın dışında, tüm yayın organları iktidarın denetimi alanına girdi ve sahibinin sesi gibi konuşmaya, yazmaya başladı…
Şu anda içinde yaşadığımız Türkiye, 2002’de AKP’nin devraldığı Türkiye değil artık. DNA’sı bozulmuş bir ülke var karşımızda. O zamandan bu yana köprülerin altından çok su aktı. Sular çok şeyi beraberinde alıp götürdü.
Ne laiklik kaldı, ne parlamenter sistem ne cumhuriyet…
Ülkemizin çehresi değişti.
Bundan sonraki mücadelemiz, yeniden Atatürk’e, Atatürk Cumhuriyetine, demokrasiye, laikliğe ve parlamenter rejime dönmek için olacaktır.
(alieralp37@gmail.com)