FRANSA’DA DEĞİȘİM
Son yıllarda ‘kapitalizm’ terimi, bir ‘model’den çok bir ‘moda’yı anlatmak için kullanılmaktadır.
‘Model’ derken Fransızca ‘mode’ demek istiyorum.
Yani ‘tarz’ ya da Türçesi ile ‘biçim’.
Bir ‘yașam biçimi’; daha doğrusu alt ve üst yapıları ile birlikte bir ‘bir toplumsal biçim’.
Ve hatta bir ‘toplumsal biçimleniș’...
Kapitalizm karșıtlığı da kah sağdan kah soldan tanımlanabilmektedir.
Beni gülümseten karșılaștırmalardan biri de, kaptalizmi tartmak için terazinin bir kefesine ‘kapitalizm’i öteki kefesine de ‘islam’ı koymaktır.
Köleci ‘biçim’den feodal ‘biçim’e geçis döneminin ideolojisi, feodal ‘biçim’den sonraki ‘biçim’ olan kapitalizmle karșılaștırılmak istenmektedir.
‘Havanda su dövmek’ de denilebilir.
Su dövücülerin ‘hınk deyicileri’ bizi șablonculuk-mabloncukla eleștiribilirler.
Bu tür eleștiriler bırakınız ‘tarihsel materyalizm’i, ‘tarih’i de yok saymak eğilimindedirler.
Onlar için dünya hala ‘öküzün boynuzları üstünde’ durmaktadır.
Burada durup, yeni seçilen sosyalist bașkanın Fransa’da ne tür bir değișime önayak olabileceğine bakabiliriz.
‘Anti-kapitalist sağ’cılık olur da ‘anti-kapitalist sol’culuk olmaz mı?
İște bu‚ anti-kapitalist solculardan Dominique Angelini, Fransa’da son elli yıl içinde ‘Sosyalist Parti’nin eylem ve söylemini ele alarak nasıl ‘sosyal-demokrasi’den ‘sosyal-liberalizm’e kaydığını ortaya koymaya çalıșmaktadır.
Eylem derken, kușkusuz iktidarda iken uygulanan ‘politika’lar; söylem derken de ‘parti programı’ ile bizdeki ‘seçim bildirge’leri anlatılmak istenmektedir.
Yazara göre, Sosyalist Parti 1970’li yıllardaki ‘Fransız Komünist Partsi’ ile yapılan ‘ortak program’dan itibaren, ‘sol gelenek’ten giderek uzaklașmak eğilimi göstermektedir.
1980 yıllarda Mitterand’ın ‘Avrupa Para Sistemi’ içinde kalma kararlılığı; sonrasında ‘Maastricht Andlașması’ ile ‘Avrupa Birliği’ne yönelmesi ve bunların doğal sonucu olarak ‘uluslararası piyasa’nın egemenliğini kabul etmesi Jospin hükûmetinde ‘programımız sosyalit bir pogram değildir’ noktasına getirilmiștir.
‘Uluslararası piyasa’ya açılmak, demek ki Fransa gibi ‘piyasayı belirleyici’ ülkeler için bile ‘sosyalizmden’ uzaklașmak sonucunu vermektedir.
O arada, içeride, ‘sosyal yardımlar’ın ‘tarikatizasyon’ yoluyla değil de ‘sosyalizasyon’ yoluyla yapılıyor olması da sonucu değiștirmemektedir.
Ve ‘uluslasarası piyasa’ya açılmak, dıșarıda, sosyalistlikle bağdașmayan emperyalist saldırganlığa yol açmaktadır.
O emperyalist güdüler, ‘Sözde Ermeni Soykırımı’ gibi bir yalanı yasalaștırma sonucunu da vermiștir: Gayssot yasası.
Șimdi bu genel kimi göstergelerden hareketle, yeni bașkan François Holland’ın sosyal-demokrasiden sosyal-liberalizme doğru çok daha fazla kayacağını ileri sürmek olanağı var mıdır?
Bence yoktur.
Tersine ‘tarihin akıșı’ Fransa’nın çok daha fazla ‘sola kayacağı’nı dayatmaktadır.
François Holland’ın ‘söylem’ yani ‘program’ına’ karșın..
Zaten hem ‘sosyal’ ve hem de ‘liberal’ olunmaz ki.
İlla bir ‘moda’ terim aranacak olursa; Fransa’nın yeni bașkanı da ‘ulusalcı’ bir bașkan olmak zorunda kalacaktır denilebilir.
Kușkusuz Fransa’ya özgü bir ulusalcılık.
Onların ‘sosyalist’ ya da ‘komünistlikleri’ de hep kendilerine özgü olmamıș mıdır?
Habip Hamza ERDEM, 25 Mayıs 2012