İki haftalık ısınma turlarından sonra futbol dünyasının karanlık dehlizlerine derin bir dalış yapma zamanı geldi.
Bir futbol kulübü en kolay dürüst olmayan yöneticilerin eliyle soyulur. Futbol kulüplerinde yönetim kurulu olsa bile, aslında başkan tek adamdır. Çoğu futbol kulübünde yönetim kurulları kanunun ilgili maddesi gereğince formalite icabı en az 7 kişiden oluşur ancak futbol kulübünü yönetenlerin gerçek sayısı 2-3 kişiyi geçmez.
Bu kişiler kulübün kasasını boşaltmak isterse, önlerinde onları engelleyebilecek, denetleyebilecek hiçbir güç yoktur. Kulübü istediği gibi yönetmekte serbest olan birkaç yönetici, çim saha yapımından tutun da tesisleşmeye kadar birçok farklı alanda isterse yolsuzluk yapabilir.
Tüm bu yolsuzlukları kılıfına uydurmak çok basittir. Örneğin, ‘Neden Antalya’dan 100 bin dolara değil de, Hollanda’dan 1 milyon dolara çim getirdin?’ sorusuna ‘Çünkü daha iyi olduğunu düşündüm’ şeklinde bir cevap vermesi yeterlidir. Yasal bir soruşturmaya yer kalmaz. En fazla beceriksizlikle suçlanır ve dönemi bitince işin içinden sıyrılır. O 1 milyonun Hollanda’ya gittikten sonra başka bir yerlere transfer edilip edilmediği asla bilinemez.
Soygunun en büyük bölümü oyuncu transferlerinde gerçekleşir. Transfer işi biraz karmaşık ilişkileri gerektirir. En klasik soygun yöntemi kulüp yöneticisinin yeni transferlerde maaşları şişirme yöntemidir. Sektörde buna ‘oyuncu maaşı üzerinden soygun’ adı verilir.
Özetle bu hırsızlık şöyle işler: Diyelim ki bir futbolcu kulüple anlaşmak için 500 bin Euro istiyor. Kulübü yöneten yönetici ise 500.000 Euro değil, 750.000 Euro teklif ediyor. Evet yanlış okumadınız. Pazarlık yapıp fiyatı indirmesi gerekirken aksine yükseltir. Ancak bunun gerçekleşmesi için bir şartı vardır. Futbolcu 550.000 Euro alacak, geriye kalan 200.000 Euro’yu kulübün işaret edeceği bir futbolcu menajerine komisyon olarak verecektir. Bu her ay düzenli ödeme şeklinde de olabilir, ‘peşinat’ adı altında bir kerede yapılan bir ödeme de olabilir.
Futbolcu için hava hoştur. Çünkü istediğinden daha fazla bir para alacaktır. Ayrıca futbolcu için yasa dışı bir durum da yoktur. Futbolcu menajerlere komisyon ödeyebilir, bu yasaldır. Dolayısıyla futbolcu bu teklifi kabul eder. Böylece kulübün 200.000 Euro’su soyulmuş olur. Elbette bu görüşmeleri asla yöneticinin kendisi yapmaz. Onun ‘tanımadığı’ bir menajer yapar. Sonra birbirini ‘tanımayan’ bu kişiler tesadüfen ünlü bir tatil beldesinde denk gelirler. Birlikte bir yemek yenir. Ama güzelce yenir!
Bu yöntem her yeni transferde sezonda defalarca tekrarlanabilir. Aynı kaynaktan beslenenler, aynı amaca yönelirler. Kaynakları komisyon olan yöneticilerin yöneleceği kişiler de daha çok komisyon alacağı menajerler olur. Bu kısır döngü sürüp gider.
BONSERVİS ÜZERİNDEN SOYGUN
Alternatif bir yöntem olarak oyuncu yurtdışına satılırken de soygun yapılabilir. Buna sektörde ‘bonservis üzerinden soygun’ denilir.
Özetle bu hırsızlık şöyle işler: Diyelim ki kulübün bir oyuncusu başka bir takıma 5 milyon Euro’ya satılıyor. Bu kulübün kasasına 5 milyon Euro girmesi demektir. Normal şartlarda bu oyuncu için kulübe teklifi getiren menajer, yani kulübün 5 milyon Euro kazanmasını sağlayan gerçek menajer kulüpten %10 oranında bir komisyon talep edebilir. Çünkü kulübün malını satarak kulübe para kazandırmıştır ve bunun karşılığında bir hizmet bedeli talep etmesi hakkıdır ve yasaldır. Buraya kadar her şey normal işler.
Ancak bu fırsatı kaçırmak istemeyen bazı cingöz yöneticiler, transferde hiçbir katkısı bulunmayan başka kişileri de operasyona dahil ettiğinde yolsuzluk başlar. Yıl sonu bütçelerde, 5 milyon transfer gelirinin komisyonu olarak 1 milyon dağıtıldığı yazılır. 4 milyon gelir için 1 milyon harcandığını gören genel kurul üyeleri genellikle buna itiraz bile etmezler. Konu kapanır. Her şey kılıfına uydurulmuştur. Buradaki dikkatli gözlerin soracağı esas soru şudur: Diğer 500 bin Euro komisyon kime ve neden verildi?
Bir gün takımınızın sattığı bir oyuncu için konuyla hiçbir alakası olmayan bir menajerin kulüp adına görev aldığını duyarsanız, bu yazımı düşünün.
Benzer yöntemler yurtdışından Türkiye’ye gelen transferlerde de yapılabilir. Burada çeşitli yöntemler uygulanır. Birinci yöntem kulüp adına bir menajerin görevlendirilmesidir.
Burada belirtmek isterim ki, işin özünde kulüp kendi adına görüşme yapması için menajerlere yetki verebilir. Bu yasal ve doğal bir olaydır. Kulüp bir menajerin bilgisine, dürüstlüğüne güvendiği için onunla çalışmak isteyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken hassas nokta şudur. O menajer artık görüşmeleri kulüp adına yapıyordur. Yapmalıdır. Yani her cümlesinde ve hareketinde kulübün menfaatini korumak asli görevidir. Artık kulübün adamıdır, kendi ‘menajerlik’ işinin değil. Komisyon kaybedeceğini bile bile gerekirse masadan kalkabilen ve kulübün yararına olmayacak hiçbir transferi yapmayan bir menajer olmalıdır. Kulüp adına yetkilendirilen menajer böyle davranmıyorsa cingöz yöneticilerle iş tuttuğundan şüphe duymamız gayet doğal bir sonuç olacaktır.
Biraz somutlaştırarak anlatmaya çalışayım. Bir yöneticinin bir menajere yetki vermesi durumunda, söz konusu oyuncu mutlaka kulübün bulduğu, scouting departmanının önerdiği bir oyuncu olmalıdır. Ayrıca menajere kulübün çıkabileceği maksimum bütçe verilir ve bu şartlar altında anlaşması halinde bir hizmet bedeli ödenir. Yani, oyuncuyla 3 liraya anlaşması için görev verilen menajere, 5 liraya anlaşılırsa bir hizmet bedeli ödenmez. Ödenmemesi gerekir çünkü o menajer işini yapmamıştır. Zaten aklı başında bir yöneticinin de 3 lira bütçe ayırdığı bir oyuncuyla asla 5 liraya anlaşmaması gerekir ancak bu bir başka konu. Futbol yönetimiyle ilgili yazılarımızda bu konulara da değineceğiz.
Bir diğer önemli nokta böyle bir yetkilendirmenin sadece kulübün bu pazarlıkları yapacak insan gücüne sahip olmaması durumunda makul karşılanacağıdır. Kulüp bünyesinde çalışan, 3 yabancı dil bilen, futbol piyasasında yer edinmiş bir futbol idarecisi hâlâ bir başka menajere yetki veriyorsa orada soru işaretleri doğar.
Eğer bir futbolcu menajeri kulübe kendisi oyuncu öneriyor, sonra da kulüp o menajerin önerdiği o oyuncu için yine aynı menajeri kulüp adına yetkilendiriyorsa, artık o operasyon her türlü yolsuzluğa açık hale gelmiş demektir. Gerçekte 3 liralık bonservis bedeli olan bir oyuncuyu 8 lira olarak gösterip, 1 ay süren pazarlıklar neticesinde 5 liraya indirmiş ‘başarılı’ bir menajer olarak ün salmak için ortam hazırdır. Operasyon bittiğinde satan kulüpten ve alan kulüpten komisyonlar alınır. Görev veren kulüp yöneticisi ile ünlü bir tatil beldesinde bir yemek yenir. Ama güzelce yenir!
BU KULÜBE BENSİZ GİREMEZSİN
Bir başka yöntem ise ‘bu kulübe bensiz giremezsin’ taktiğidir. Kulüp yöneticisi ile bir şekilde anlaşılır. Kulüp kiminle anlaşacak olursa olsun transfer görüşmesine mutlaka ‘bir menajer’ dahil edilir. İş yapmak isteyen diğer menajerler mecburen ‘bu kişi’ ile görüşürler ve hakları olan komisyonları mecburen bölüşmek zorunda kalırlar.
Kendisine veya siyasi tanıdıklarına güvenen bazı kulüp yöneticileri o kadar rahattırlar ki, bazen komisyon paylaşmayı bile kabul etmezler ve alenen futbolcuya ‘ bu kulübe gelmek için menajerini bırak, şu menajerler anlaş’ talimatı bile verebilirler.
Transferlerde FIFA’nın önerdiği komisyon oranı %3’dür. Ancak kabul etmek gerekir ki futbol piyasasında %3 uygulanmaz. Yazılı olmayan ama ‘yasal’ kabul edilen oran %5-%10 arasındadır. Aklı başında bir kulüp yöneticisi %7,5’u geçmemeye gayret gösterir. Eğer uğruna mücadele edilen yeni transfer ‘bulunmaz Hint kumaşı’ değilse - Türkiye’ye gelenlerin hiçbirisi değildir – bir kulübün %10’dan daha fazla komisyon vermiş olması mümkün değildir! Mümkün oluyorsa, ünlü bir tatil beldesinde yemek sofrası yine kurulmuş demektir. Hikayenin bu kısmını artık iyi biliyorsunuz.
İMZA PARASI
Bonservisi olmayan oyuncuların transferleri de kötü niyetli yöneticiler için bulunmaz bir fırsattır.
Bonservisi olmayan oyunculara ‘imza parası’ adıyla ek ödemeler yapılır. İmza parası yasal değildir demek istemiyorum. Evet, bazen verilebilir ancak imza parasının arkasında yatan bir mantık vardır. Oyuncunun mutlaka çok değerli olması ve birçok kulübün aynı oyuncu için yarışması gerekir. Yani yönetici şu soruyu sormalıdır: ‘Ben bu oyuncuyu imza parası vermeden almaya çalışsaydım alabilir miydim?’ Cevap mutlaka ‘hayır, alamazdım’ olmalıdır.
Kısacası, gerçek piyasa değeri 8 milyon Euro olan bir oyuncunun, bonservisi yoksa ve kulüp 2 milyon imza parası verip diğer tüm rakiplerinin önüne geçerek o oyuncuyu ikna ediyorsa, bunun bir mantığı vardır çünkü kulüp 6 milyon Euro kâr elde etmiş olacaktır. Ancak takımından ayrılan ve 3 büyükler dışında hiçbir takımda o kadar yüksek maaşları bulamayacak bir oyuncuya, yani aslında 3 büyüklere gelmeye dünden razı olan bir oyuncuya bir de büyük bir imza parası ödeniyorsa orada ya beceriksiz, ya bilgisiz ya da cingöz bir yönetici vardır. Böyle durumlarda o imza paralarının bir kısmı genellikle ‘başka yerlere’ gider.
SON VOLE
Bir başka yöntem ‘son vole’ taktiğidir. Kulüpte 10-15 senedir futbol oynayan, 30 yaşını çoktan geçmiş, kariyerinin sonuna gelmiş ve sözleşme yenilenmediği taktirde kesinlikle daha iyi bir takım ve maaş bulamayacak vasat oyuncularla sözleşme yenilenirken menajerine büyük meblağlarda komisyon ödenmesi hadisesidir. Senelerdir aynı takımda olan kişilerin menajerleri zaten yönetimlerle içli-dışlı olur. Dürüst olmayan yönetici ve menajerler için bu bulunmaz bir ‘iş fırsatı’ yaratır. 10-15 senelik hizmet karşılığı bir vefa göstergesi olarak ‘ihtiyaç olmasa bile’ sözleşme yenilemek belki anlaşılabilir ama hâlen menajerine komisyon ödemek anlaşılamaz. Burada ya beceriksiz, ya bilgisiz ya da cingöz bir yönetici vardır.
FESİH TAZMİNATI
Bir başka metot ‘fesih tazminatı’ taktiğidir. Bir teknik direktörle veya futbolcu ile 3 senelik anlaşılır. İmzalar atılır. 1 ay sonra ‘haksız’ fesih edilir. Haksız fesih demek geriye kalan 3 senelik maaşın hepsini ödeme zorunluluğu demektir. Bazen de ‘karşılıklı anlaşılarak’ ayrılır. Futbolcumuz veya teknik direktörümüz sadece 1 ay çalışmıştır. 3 senelik alacağının yarısını tazminat olarak alır ve ayrılır. Spor medyası ‘helal olsun, istese hepsini alabilirdi’ diye yorumlar yapar. Evet, bence de helal olsun.
MODASI GEÇEN TAKTİK, BORÇ VERME
Günümüzde nispeten önü biraz kesilmiş olsa da eskiden ‘borç verme’ taktiği de vardı. Zengin iş adamı kulübe kendi cebinden borç verirdi (hibe değil). Herkes kulübe can suyu oldu diye alkışlar, büyük başkan omuzlara alınırdı. Aslında bu basit bir ‘hayali ticaret’ cingözlüğüdür. Diyelim ki cebimden kulübe 1 milyon lira borç verdim. Sonra verdiğim bu borç parayı, yine kendimin yapacağı bir transferde kendimin belirleyeceği bir menajere ödedim. Bu menajerden bu paranın 900 bin TL’sini geri aldım. Bu süreçte kulüp de bana 1 milyon borçlandı mı? Oldu mu size benim 1 milyon, birden 1 milyon 900 bin TL. Benzer şekilde futbol fonları da büyük yolsuzluklara açık kapı bırakıyordu, neyse ki FIFA duruma uyanıp fonları ve 3. şahıs şirketlerini yasakladı.
Sevgili futbol severler, bunları niye yazıyorum?
Takımınızı destekleyin, sevin ancak her şeyi ve herkesi alkışlamayın.
Siz karda, kışta, yağmurda stadyuma giderken, cebinizdeki son 10 lirayı takımınızı desteklemek için harcarken, birilerinin sizin bu ilginizi ve sevginizi istismar etmesine izin vermeyin.
Aklınızı kullanın.
Aklınızın almadığı, mantık sınırlarını zorlayan hataların sık sık olduğu yerde sorgulamaya ve eleştirmeye başlayın.
Bir önceki yazımızda dediğim gibi, bu sizin en doğal hakkınız ve göreviniz.
https://www.aykiri.com.tr/yazarlar/gokh ... i-yuzu/22/
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!