AB Genişleme Komiseri Rehn'in Milliyet'e verdiği röportaj ve AB Komisyonu Başkanı Barroso'nun Türkiye'ye ilişkin önceki gün dile getirdiği sözler, bir toplantıda konuşulanları yeniden hatırlamayı zorunlu kıldı.
Komisyon Başkanı Barroso, Türkiye'ye yaptığı ziyaretin son gününde bir grup gazeteciyle Çırağan Sarayı'nda kahvaltı yapmıştı. Bizim de katıldığımız bu kahvaltıda, gezi boyunca edindiği izlenimleri paylaşırken, bizim Türkiye'ye ilişkin düşüncelerimizi öğrenmek istiyordu. Özellikle parti kapatma, başörtüsü ve laiklik konusundaki çıkışlarından pek memnun olmayan meslektaşlarımız, Barroso'yu hayli sıkıştırdılar. Ama o söylediklerinden geri adım atmadığı gibi daha ileri değerlendirmeler bile yaptı.
Zaman ve Today's Zaman'da bu kahvaltıda sorulan soruları ve Barroso'nun cevaplarını yayınladık. Mesela Barroso, demokrasinin elbette çoğunluğun azınlık üzerinde tahakkümü olmadığını, ama çoğunluğa rağmen yönetimin de demokrasi olmadığını söylüyordu. Başörtüsünün serbest olması durumunda ortaya çıkacak görüntünün AB'de Türkiye aleyhine olup olmayacağı sorusu üzerine şöyle dedi: "Türkiye'nin Müslüman kimliğini saklamasına gerek yok. Bu biliniyor. Önemli olan, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin gerçek demokrasiyi hayata geçirip geçirmeyeceği." Bir meslektaşımız, Meclis'teki konuşmasında başörtüsü konusunda "kadının seçme özgürlüğüne saygı duyulmasını" söylediğini, halbuki birçok kızın aile, toplum, din baskısıyla başını örttüğünü gözden kaçırdığını hatırlattı. Ama Barroso yine geri adım atmadı: "Benden kadının seçme özgürlüğüne karşı çıkmamı mı bekliyorsunuz? Kusura bakmayın, Avrupa'nın çok temel belli ilkeleri var. Bireylerin özgürlüğü bunların en başında gelir. Bunlar üzerinde pazarlık yapılamaz."
Önceki gün Slovenya'da Türkiye hakkında bir soru yöneltilince, Barroso görüşlerini tekrar etti. Bu arada Türkiye'den hem kaygı hem de Türkiye'yi AB'ye yaklaştırmak için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiği duygularıyla ayrıldığını ifade etti.
Barroso'nun ters sorulara rağmen sözlerinin arkasında durması üzerine kendisine teşekkür ettim ve AB ile Türkiye arasındaki bir iletişim sorununa dikkatini çektim. Bu, geniş kitlelerin Brüksel'e soğumasına da neden olan bir sorundu. AB, uzun zamandır Türkiye'deki bütün azınlıkların sorunlarını ele alıyordu. Alevilerin, Kürtlerin, Rumların, hatta Bahailerin sorunlarına değiniyordu. Bu normaldi. Normal olmayan, Müslüman çoğunluğun sorunlarına değinmemesiydi. Mesela başörtüsü sorunu. Şimdiye kadarki ilerleme raporlarının hiçbirinde bu konu tek satır geçmemişti. Bu da 19. yüzyılda sömürgeci güçlerin tavırlarını hatırlatıyor ve dindar kitleyi AB'ye soğutuyordu. AİHM'nin kararı da bu yaklaşımı destekler nitelikteydi. Komisyon Başkanı sıfatıyla Barroso'nun bu sorunlara da dikkat çekmesi bir yenilikti. Acaba 2008 ilerleme raporuna da bu yaklaşım yansıyacak mıydı? Barroso, yanımızda oturan Rehn'e dönerek ilerleme raporunun onun sorumluluğu altında olduğunu ve onun cevaplaması gerektiğini söyledi.
Rehn de Komisyon'un klasik cevabını tekrarladı. Bu tavır, Avrupa genelinde bu konuda bir konsensüs olmamasından kaynaklanıyordu. Burada cevabın detayını hâlâ yazamıyorum. Çünkü toplantıda yazılmamak üzere konuşulduğunu sandığını, Barroso yazılabileceğini söyleyince kendisinin sözlerinin off the record kabul edilmesini rica etmişti hepimizden. Biz de buna uyduk. Ancak Milliyet'e verdiği röportajda kahvaltıda söylediği bir noktayı dile getirdi. Dolayısıyla yazılmasında da bir sakınca kalmadı. O da başörtüsüyle ilgili bir değerlendirmeydi.
AK Parti'nin başörtüsünü özgürleştirme girişiminin laik çevrelerde yol açtığı kaygılarına neden Brüksel'in destek vermediği sorusu üzerine Rehn, şunu söyledi: "Bu konuda Türkiye'deki uygulamanın Avrupa'da benzeri yok. Hatta Avrupa'daki en kısıtlayıcı tutumu Türkiye izliyor. Bu durumdayken, Meclis'in girişimini eleştirmek bizi çifte standart suçlamasına açık hale getirirdi."
Türkiye'de yaşadığımız saçmalıklar bize ne kadar ağır gelse de Avrupa'nın ve dünyanın Türkiye gerçeklerini öğrenmesi açısından çok faydalı oluyor. Mesela önceki gün Avrupa'dan gelen bir grup gazeteciyle konuşurken, bir Yunanlı meslektaşım şunu söylüyordu: "Kapatma kararına o kadar üzüldüm ki, bu bana Kıbrıs'taki Türk askerlerinin varlığından bile ağır geldi."
Bu olaylar olmasa, dünyada ve özellikle Batı'da insanlar Türkiye'de demokrasinin yerleşmemesinin ve azınlık haklarında yaşanan sorunların, bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan Türk-Sünni kitleden kaynaklandığını sanacaktı. Halbuki şimdi herkes, çoğunluğu da mağdur eden bu sorunların, küçük bir azınlığın ve baskıcı bir ideolojinin eseri olduğunu daha iyi görüyor.
ABDÜLHAMİT BİLİCİ - 10 Mayıs 2008, Cumartesi
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.