
Düyun-u Umumiye'nin son genel müdürü Ali Cevat Borçbakan hatıralarında şöyle yazar: Yıl 1918'dir... (ki, kendisi 1800'lerin sonunda Tıbbiye öğrencisiyken "vatansever" olduğu için sorgusuz-sualsiz Bekirağa Bölüğü'ne konmuş, oradan da Fizan'a sürülmüştür)
- "Ben kendimi bildim bileli devletimiz sorunlardan kurtulamadı. Yunan savaşı, Yemen isyanı, Dürzi olayı, Rumeli olayları, Ermeni isyanı, Arabistan, Arnavutluk, Girit, Makedonya, Teselya zavallı Türk Milleti'nin mezarı olmuştur. Memleketimiz Doğu Rumeli, Bosna-Hersek, Kosova, Manastır, Selanik, Trablusgarp vilayetleri ile Fizan ve Bingazi sancakları, Cezayir-i Bahri Sefid (Akdeniz), Yemen, Hicaz, Musul, Suriye, Beyrut, Basra, Bağdat, Halep kaybedilmiş, bugün elimizde Anadolu dediğimiz parça kalmıştır."
Bugün ülkemizde de bölgemizde de yaşananların temelinde bir İngiliz Albay ile bir Fransız uzmanın 1913'lerde hazırladığı Sykes-Picot Antlaşması vardır. Büyük ölçüde milli mücadelemiz sayesinde önemli kısmı hayata geçirilemeyen - Sevr de bunun bir parçasıydı - sözkonusu anlaşmanın adı bugün Türkiye için "reform paketleri", bölge için "BOP" olmuştur, o kadar.
Fransız Dışişleri Müşaviri Picot, Filistin ve Suriye'nin işgâli öncesi buralara "özel temsilci" olarak gönderilmiş, bizzat Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Ribot tarafından 2 Nisan 1917'de kendisine Suriye ve Filistin'i nasıl karıştıracağı şu yazılı talimatla bildirilmiştir:
- "Arapları, Türkler aleyhine kışkırtmak için çeteler kurun... Trenlere sabotajlar yaptırın, sabotajcılara para ödülü verin..."
Efendim, o meşhur anlaşma kapsamında Rusların öncülüğünde hazırlanan bir "Ermenistan ıslahat sorunu" projesi de vardı. Bugünkü 6 büyük devletin (Avusturya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Rusya temsilcilerinden oluşan uluslararası bir özel komisyon toplandı. Osmanlı'dan şunlar isteniyordu:
- - 6 vilayetten (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas) mürekkep ve Sultan'ın onayıyla, her 5 yılda bir tayin edilecek Hıristiyan -tercihen Avrupalı- bir genel valinin yönetimi altında bir (Ermenistan Bölgesi) teşkil edilmelidir.
- Seçim yoluyla bir idare meclisi kurulmalı, genel vali de icra organının başı olmalıdır.
- Ayrıca eşit sayıda Müslüman ve Hıristiyan üyelerden mürekkep, 5 yıl süreli özel mahalli bir idare tesis edilmelidir.
- Avrupalı subaylar komutasında bir de Jandarma örgütü vücuda getirilmelidir.
"Bütün Osmanlı Asya'sının, merkezi Avrupa hükümetlerinin yardımlarıyla 6 bölgeye ayrılması, bunlardan 4'üne Türk genel müfettişlerinin atanması, yanlarına da Avrupalı iki müfettiş yardımcısının verilmesi..."
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Sözleşmesindeki çekincelerimizin (CHP'nin de seçim vaatleri arasında) kaldırılması, İmralı ile "demokratik özerklik" müzakerelerinin yapılması... Korkarım ki gidiş 1913'lerin "Ermenistan ıslahati sorunu" projesine gidiştir.
Şimdi gelelim "AKP Devleti"nin izlediği politikaya;
Cumhurbaşkanı Gül'den başlayalım: Nisan başında Endonezya'ya yaptığı geziden dönerken beraberindeki gazetecilere Mısır hakkında konuştu. Gazetecilerin, "Onların demokrasi anlayışından laiklik de ortaya çıkıyor mu?" şeklindeki sorusuna şu ilginç cevabı verdi:
- " Başka her ülkenin detaylarına karışmam. Ben şuna bakarım: Temel hak ve hürriyetler o ülkelerde var mıdır, hukukun üstünlüğü geçerli midir, yöneticiler tamamen halkın iradesiyle göreve gelip gidiyorlar mı ve sistem buna müsait mi? Çok partili, engellerin olmadığı, ön elemelerin yapılmadığı bir sistem. Onun ötesinde her ülkenin kendi ayrı özelliği vardır. Laiklikle ilgili ise anayasasında dini bir referans varsa o kontekste bakmak gerekir. Biz farklıyız bu açıdan. Bunlar bir gecede olacak işler değil."
Gül'le devam edip, Nisan'ın son günlerinde Balkan Zirvesi için gittiği Belgrad'da söylediklerine bakalım. Suriye Devlet Başkanı Esad'ı "uyardığını" söylemiş. Acaba daha düne kadar Suriye ile onlarca anlaşma imzalayan, ortak kabine toplantıları yapan iktidar veya Esad'la çarşaf çarşaf röportaj yapan, "Suriye rüyâsını" anlatan gazete ve gazetecileri niye hiç uyarmadı ki?! Bu "rol kapma" yarışını geçip şu sözlerini okuyalım.
- "Yaşananlar korku eşiğinin bu yıl aşılmaya başlandığını gösteriyor. Her ülkenin durumu farklı. Kiminde aşırı yolsuzluklara kızgınlık, kiminde aşırı baskı yöntemlerine tepki, kiminde onur, haysiyet mücadelesi öne çıktı... Değişim talebine öncülük etme noktasında en önemli örnek Türkiye."
Başbakan Erdoğan'a geçelim; Muş'ta "Apo'yu peygamber ilân edenlerle bizim işimiz olmaz... Bu ülkede bölücü terör örgütüyle biz bu ülkeyi ayağa kaldıramayız... Benim için artık bu ülkede Kürt sorunu bitmiştir" demiş. Acaba Başbakan düne kadar "bölücü terör örgütüyle bu ülkeyi ayağa kaldıracağını"mı düşünüyordu. Yine daha birkaç ay önce İmralı görüşmeleri iddiaları için "şerefsizliktir" diyen (ki bugün Silivri'de olmamın sebeplerinden birisi İmralı görüşmeleri hakkında yazdığım haberlerdir. Savcı Zekeriya Öz bu haberleri niye yazdığımı sordu zira), 2 hafta önce "Devlet olarak görüşüyoruz, devletin başı da benim" diyen ve 1 Mayıs gecesi Show'da "Bu ülkenin istihbarat teşkilatı kalkar onunla da başkasıyla da görüşür. Bunlar yapılır, olur. Kalkıp size bunun detaylarını verecek halim yok. Sonuç alınıyor mu alınmıyor mu, bunu sizin hissetmeniz lâzım. Daha iyi noktadayız" diyen kim?
Demek ki "Apo'yu peygamber ilân edenlerle" yani BDP'lilerle "işi yok" ama "sahte peygamberle" var. Alınan sonuçları çok çok iyi hissediyoruz; PKK çok iyi "sonuçlar" alıyor, peynir-ekmek gibi her şeyin müzakeresi yapılıyor, Yüksekova'da "peygamberin" talimatıyla "özerklik" uygulamaya konuyor!...
Ama yine Show'dan Suriye konusunda söyledikleri de en az bu tablo kadar vahim. Buyrun, okuyalım:
- "En sonunda Suriye sorunu bizi vuracak... Biz Suriye'nin parçalanmasını, bölünmesini istemiyoruz..."
Bunların yorumunu yapmadan aynı gün Kanal 7'ye konuşan Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun sözlerinin de altını çizelim:
"Eğer 2002'den bugüne kadar gerekli büyük reformları yapmamış olsaydık, bugün böyle bir dönüşüm dalgası ve benzer sorunlarla Türkiye de karşı karşıya kalabilirdi" demiş, Suriye'ye yönelik askeri müdahale olmaması için çalışmaları gerektiğini kaydetmiş.
Hayırdır Suriye'yi kim "parçalayıp, bölecek"? Bizi de "vuracak" öyle mi? Bunları, Esad'la "PKK'ya af" görüşmeleri yaparken düşünecektiniz. Hem de Esad ısraren Türkiye'den "Sevr"in istendiğini söylerken!...
Davutoğlu'nun bu engin iyimserliğine ne demeli ki?... Bizde böyle "dönüşüm dalgaları" ve "benzer sorunlar" yokmuş!.. Hadi "sivil itaatsizlik"leri, milletvekilinin polisi tokatlamasını görmüyor, namazlarımızın bile ayrıldığını da mı görmüyor? Üstelik de o "büyük" dediği "reformlar" sayesinde!.. O "reformlar" sayesinde azıp, çıldırmadılar mı?.. Demek ki mesele "reform" değil, başka bir şey. O şeyin ne olduğunu da Davutoğlu 2001 tarihli meşhur "Stratejik Derinlik" kitabında gayet güzel anlatıyor!.. (GM-Not: --> http://www.guncelmeydan.com/pano/ahmet-davutoglu-ve-kurt-meselesi-t22144.html#p123980 )
Yazıya Düyun-u Umumiye'nin son genel müdürü rahmetli Ali Cevat Bey'in hatıralarıyla başladık, yine onunla bitirelim. Şu satırların tarihi Mart 1921'dir:
- "Çok cahil padişahlar geldi. Çokları bu millete fenalıklar ettiler. Kardeşlerini, vezirlerini öldürdüler. Fakat bunun gibisi gelmedi. Hiçbiri vatanı satmadı, hiçbirisi tebaasını diğeri aleyhine kışkırtmadı, hiçbirisi içte isyanlar çıkartmak için para vermedi..."
Müyesser YILDIZ
2 Mayıs 2011
Silivri
Güncel Meydan