Gâzi'nin, Aradığı 'Fark'!..
...Kemalizm, Türkçülüğe karşı olamaz; neden, çünkü kendisi Türkçü'dür; Kemalizm, dine karşı olamaz, çünkü onu yasaklamamış, sadece toplumsallıktan bireyselliğe çevirmiştir ki, 'medeni dünyanın' tavrı da budur; sonradan laikliğin, biraz da mütecâviz yorumu, Müdâfaa-i Hukuk Doktrini'nin, başat karakteri Anti/emperyalizmi gizlemek isteyenlerce öne çıkarılmıştır; yoksa okuyunuz Gâzi'nin İslamiyet, Halifelik vs. hakkındaki konuşmalarını; önce bilgisinin derinliğine şaşıracaksınız; sonra mü'min Türk halkına olan saygısına!
Bir örnek ister miydiniz, buyurun:
''...Allah birdir, büyüktür. Âdat-ı ilâhiyenin icâbatına bakarak diyebiliriz. İnsanlar iki sınıfta, iki devirde mütalaa olunabilir. İlk devir beşeriyetin sebâvet ve şehabet devridir; ikinci devir beşeriyetin rüşd devridir. Beşeriyetin birinci devrinde o, tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi, yakından, maddi vasıtalarla kendisiyle meşgûl edilmeyi istilzam eder. Allah, kullarının lâzım olan nokta-i tekâmüle vüsûlüne kadar, içlerinden vasıtalarla dahi, kullarıyla iştigâli lâzime-i ulûhiyetten addedilir...'' (Kasım 1922)
Hep düşünmüşümdür, acaba arasak günümüzde bu üslûp ve edeble din-i mübini anlatabilen, kaç dini bütün Müslüman bulabiliriz? Ya da mesela, şu sözleri:
''...Cenab-ı risâletpenah efendimiz, ehl-i islamın, ehl-i kitabın malûmu olduğu üzere; yaradan tarafından, dini gerçekleri insanlığa duyurmak ve anlatmakla vazifelendirildiler. Ve ismi 'peygamber'dir, yâni haber ulaştırmakla görevlendirilmiştir; Cenâb-ı Hak, Kur'an'ın değişmez hükümlerinde, kendisine saltanat, emirlik, padişahlık vermiş değildir; hükümdarlık vermiş değildir, peygamberlik göreviyle gönderilmiştir. Elbette, gerçek vazifesinin olgunluğuna sahip olan Canâbı-ı Peygamber, bütün dünyaya bu gerçeği tebliğ etti...'' (İzmir Kasrı Mülâkatı, 1339 (1923)
Meraklısı soracaktır...
İyi de, şimdi meraklısı soracaktır; peki, o 'İstiklâl Mahkemeleri', o sıra sıra asılmışlar, o 'Bursa Nutku' ne anlama geliyor? Hiç merak edip kurcaladınız mı? Ben kurcaladım: Söylev ve demeçlerinde, 'mürteci' suçlamasını, Mustafa Kemal Paşa, asla vecibelerini yerine getiren, 'dini bütün' yurttaşa yöneltmiyor; 'mürteci' dedikleri, daima 'ecnebi' dürtüsü ve teşvikiyle, ülkenin 'tam bağımsızlığına' ve 'özgürlüğüne' karşı, 'dini kullanmak' isteyenler.
Onun indinde, Şeyh Sait mürtecidir, amacı 'Kürtçülük' olan isyan, 'Şeriat isteriz' diyordu; istediği, Halife ve Padişah'dı, yâni İngiltere Devleti fehimânesi'nin himayesindeki Sultan Vahdettin! Onun indinde, Derviş Mehmet ve 'avenesi', yâni Kubilay'ı kör bağ bıçağıyla ensesinden kesenler, 'mürteci'ydi; zira amaçları din-i mübine saygı sağlamak değildi; o bahâneyle anti-emperyalist, yani ulusalcı, yani Kemalist Türkiye'nin, yeniden 'Sistem'in kontrolüne girmesi idi. Gâzi'nin, Bursa Nutku'nda 'ben bizzat onların düşmanıyım' dediği; hiçbir zaman 'mütedeyyin', yâni dini diyanetiyle haşır neşir, namuslu ve kendi halindeki vatandaş, olmadı; aksi halde, devletin laikliği, onun ölümünün arifesine, (1937) kadar gecikir miydi?
Kaldı ki, Müslüman'ın hasıyla, daima iyi geçinilmiş, çok sıkı işbirliği yapılmıştır: sadece, 'Börekçizade' Rifat Hocaefendi'yi, 'Sütçü İmam'ı, vd. hatırlamak yeterli.
Börekçizade Rifat Hocaefendi...
Başka bir münasebetle, sanırım dokunmuştum: Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Hey'et-i Temsiliyesi, (Gâzi ve arkadaşları) Ankara'ya intikal ettiklerinde, Cemiyet'in kasasında hepi topu 48 kuruş para vardı; idari işlere bakan Mazhar Müfit Bey'in (Kansu) çekmecesinde de, hatırlı misafirlere kahve yapabilmek için sakladığı, iki adet kesme şeker! O zaman, Paşa'yı ziyarete gelen Ankara Müftüsü Börekçizade Rifat Hocaefendi, vaziyetin vahametini muhtemelen kestirerek, kendiliğinden halktan topladığı bin lirayı, getirip onlara bağışladı: bin lira o zaman, bir servet!
Hepsi bu mu? Hayır! Bilindiği üzere, Şeyhülislam Dürrizade, Yunan uçaklarının Anadolu'ya yağdırdığı bir fetvasıyla, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını 'dinen katli vâcip' ilân etmişti; Börekçizade Rifat Hocaefendi, Ankara çevresindeki vilayet ve sancakların müftüleriyle bir toplantı yaparak; Şeyhülislam'ın bu fetvayı işgal altında verdiğini, binaenaleyh, dini bakımdan geçerli olamayacağını, ilan etti. Onlar da, kendi fetvalarının altına mühürlerini bastılar, hepsi muteber, görevlerinin bilincinde, hocalardı:
Şeyhülislam Dürrizade ile aralarında fark, (buraya dikkat!) Gâzi'nin ve Kemalizm'in, mütedeyyin kesimde mevcudiyetine hassas olduğu farktır: Şeyhülislam, ne yazık ki 'ecnebi'nin dürtüsüyle hareket ediyor, ülkesinin 'hürriyet' ve 'istiklâli' aleyhinde bulunuyordu; Börekçizade Rifat Hocaefendi ve onu destekleyen öteki müftüler, bu 'hürriyet' ve 'istiklâl' için savaşmanın, din-i mübin'in bir gereği, -gereği de laf mı, 'zarûreti'- olduğuna inanmışlardır; hayatları pahasına 'vaziyet aldılar'.
Yanlış bilmiyorsam, Börekçizade Rifat Hocaefendi, Türkiye Cumhuriyeti'nin, ilk Diyanet İşleri Reisi olmuş, vefatına kadar bu görevde kalmıştır: Nur içinde yatsın!
Attilâ İLHAN, Cumhuriyet, 14.01.2005