Geldikleri Gibi Gitmeyecekler!
Atatürk'ün işgalci İngiliz gemileri için söylediği: "Geldikleri gibi giderler!" sözünü yeri geldikçe sık sık kullanıyoruz. Atatürk’ün resminin altına yazdık. Yazılarımızda kullanıyoruz…Bu sözle şimdi sanki avunuyoruz.
Geldikleri gibi giderler diyoruz sıkıştığımızda, başımızdaki bu yıkıcı zihniyete, bu belâya.
Korkarım geldikleri gibi gitmeyecekler!
O zaman Atatürk vardı.
Şimdi suskun, bezgin, kanıksamış, kabullenmiş, belki de bunları benimsemiş bir toplum...
Eğer miting alanlarında bunların her dediğine coşkuyla bir uğultu çıkaran, elindeki mavileri, turuncuları, beyaz çaputları sallayanlar bunu bilerek yapıyorlarsa o zaman her belâyı kabullenmiş bir toplum…
Bazıları, herşeyden habersiz bir toplum, diyor.
Bazıları, narkoz altında, uykuda bu toplum, benzetmesi yapıyor. Halkımız kandırıldı, gerçekleri bilmiyor, diyorlar. Korkutuldular, baskı altındalar, deniyor.
Halkımız çoktan uyandı, seçimde tokadı vuracak ama sandıkta hile olmazsa... diyenler de çoğalıyor son günlerde...
“Geldikleri gibi gitmeyecekler.”
Bu sözü ilk kez, eski bakanımız Ufuk Söylemez’den duymuştum: “Bunlar, gitmemek üzere geldiler," demişti.” Şimdi herkes söylüyor. Kendileri de söylüyor.
Yoksa seçime sayılı hafta kala bir iktidar, seçildiği takdirde önündeki dört yıl ne yapacağını anlatacağı yerde, neden on iki yıl sonra neler yapacağını anlatır? Niçin seçim çalışmalarına bu sloganla başlar?
Neden 2023’ü hedef alır?
Hiç ihtiyacımız olmayan, acil bir durum gerektirmeyen Anayasa değiştirme hem de yeniden yazma işini, terör örgütünün beklentileri, dayatmaları ve tehditleriyle ülke gündemine sokar? Terör örgütüyle görüşmeler yapar?
Araştırma şirketleri ağız birliği etmişler gibi seçimin sonucunu bize aynı sayılarla dayatıyorlar.
İktidar partisinin hiç bir kişisi seçilirsek, seçildiğimiz takdirde, seçilirsem, tekrar iktidar olursak demiyor.
Varsa yoksa Anayasamızın değişmez maddelerini dillerine dolamak, başkanlık sistemini konuşmak, en az yirmi otuz yıl gerektiren, ülkemizin yapısını yerinden oynatacak küresel projeleri konuşmak ve konuşturmak...
Geldikleri gibi gitmeyecekler, bu bir hayal de, o zaman halimiz ne olacak mesele burada!
Küresel güçlerin plânlı bir şekilde başa geçirdikleri, milli olmayan, ulusal hiç bir çıkarımızı düşünmeyen, korumayan, açıkça hiç saklanıp gizlenmeden onlara yani BOP’a hizmet eden bir anlayış ülkemizi yönetmektedir.
Son sekiz - dokuz yıldır da neredeyse bütün Cumhuriyet kazanımları, bağımsızlığımız, vatanımızın toprakları, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz adım adım yokedilip, ülkemiz sömürge haline getirilmeye çalışılıyor.
Millet halinden yeniden ümmet haline getirilmek isteniyoruz.
Dilimiz tehdit altında!
Dinimiz tehdit altında!
Kültürümüz tehdit altında,
Türk varlığı tehdit altında, millet kavramımız tehdit altında!
Bayrağımız, İstiklâl Marşımız, başkentimiz tehdit altında!
Ülke bütünlüğümüz tehdit altında!
Sınırlarımız, istiklâlimiz, ekonomik bağımsızlığımız tehdit altında!
Cumhuriyetimiz’in kuruluş felsefesi tehdit altında!
En vahimi, Cumhuriyetimiz’in varlığı, milletimizin varlığı tehdit altında...
Son iki yılda bu tehditler kör gözüm gözüne haline geldi. İktidar eliyle dıştan alınan talimatlarla son darbeye doğru hızla gidiyoruz
Ülkemizin bağımsızlığı bitti, deniyor. Atatürk’ün söylediği, meclisinin duvarında yazılı duran,” Milli Egemenlik” nerede? diye soruluyor!
Milyonlarca Türk genci kulaklarının üzerine yatmışlar, sesleri solukları çıkmıyor. Sınav hilesine bile fazla ses çıkarmadılar biliyorsunuz. Yalayıp yuttu herkes. Kaldıkları yurtlarla, verilen yardımlarla, cep telefonlarıyla, gördükleri yabancı dilli eğitimle…gözleri bağlanmış gençlerin…
Diyarbakır içe ve dışa tahvil satıyor, Türk halkının parasıyla ihya oluyor ve özerk idaresini bile kurmuş çoktan, öyle deniyor.
Türkiye Radyo Televizyonları devlet eliyle üç- dört yıldır çatır çatır Kuzey Irak’ta konuşulan yerel dille çalıp söylüyor."Sen ayrısın, sen ayrısın, sen ayrıl yayını "yapıyor.
Açılıma tam destek aldıklarına inanıyor bunlar, ben yaptım oldu anlayışı var halk oylamasından beri... Torba yasalı, bir gecede yapılıveren, gülünç mü gülünç anayasa değişiklik kararlarıyla halk oylamasına gittilerdi. Çünkü, o ne derse o! Duymuyor musunuz koskoca generalin ayağa kalkmamasını mesele yapmasını? Saygı göstermemenin bedelini ödersin, diyor.
Polise tokat atan sorguya bile çekilmeyecek! Türk Ordusunun şerefli subayları horlanacak!
Ülke yönetimindekiler, yandaşları, yoldaşları iyice gemi azıya aldılar...İmralı canisi yakında paşa yapılacakmış bu gidişle, öyle deniyor, yalanlayan yok!..
Son noktayı seçimden sonra koymaları, ülkeyi parçalamaya cüret etmeleri an meselesi seçimle hesap soramazsak...Bu anlayışa dur diyemezsek...
Birazcık zamana ihtiyaçları var yalnız…Şu seçimi yüzde elliyle hokus fokus yapıp bir alsınlar gerisi kolay…Beyinleri, halkımızın algısını hep buna alıştırdılar...Hakan Bayrakçı(araştırmacı, tarihçi, yazar) bile böyle söylüyor. Başka türlü dese şirketi inandırıcı olmazmış(!)Ülkemiz mi, şirketiniz mi dense bazıları şirketim diyecekler anlaşılan…
24 saat Kürt sözü geçiyor ekranlarda. Olmayan bir dilin adı geçiyor: Kürtçe.
Duyan da sanır ki, edebiyatı, gelmişi, geçmişi ola bir dil…Daha düne kadar alfabesi bile olmayan beş altı değişik çeşidi olan yerel ağızlar…Bilenler diyor ki bu ağızları konuşanlar bile birbirini anlayamıyor. Hele Zazaca bambaşka diğerlerinden.Uzun sözün kısası aralarında bir ilgi olmayan, birbirini anlayamayan yerel ağızlar…
Eğer bir geçmişleri, tarihleri, yazılı kültürleri olsaydı, PKK Almanya’da niyeTürkçe gazete çıkarsın? Terör örgütü aralarında niye Türkçe konuşsun! İmralı canisi niye talimatlarını Türkçe versin?
Avrupa’da Amerika’da büyük kitaplıkları, kültür arşivleri olurdu. Dünyaya mal olmuş yazarları, şairleri, bilginleri…Kahramanları…
Oysa bölücüler çıkara çıkara kahraman diye eli kanlı bebek katilini çıkarabiliyorlar. Kökeni Ermeni olan, Kürtçe bilmediği söylenen…
Eğer bir kültür dilleri olsaydı, hem de ortak ve tek bir dilleri olsaydı, uzun yıllar önce Nobel ödülüne soyunan ve bu ödülü alabilmek uğruna Kürtler 70 yıldır Cumhuriyet zulmü gördü diyebilen Yaşar Kemal Kürtçe kitap yazmaz mıydı? Niye hiç yazmadı? Ellerini tutan mı vardı? Avrupa sırtlarını o kadar okşarken, niye yapmadılar, madem çok zengin ve yeterli bir dilmiş o yerel ağızlar?
Almanya bu terörün ortaya çıktığı seksenli yıllarda hemen bu işe el atmıştı. Hayatım tehlikede, takip ediliyorum diyene bütün imkânlarıyla ülkelerini açtılar. Köyleri göç ettirdiler. Söylenenlerin yalan olduğunu bile bile onları siyasi göçmen sınıfına sokup bağırlarına bastılar. Daha Türk çocukları okullarında anadil Türkçe eğitimi görmek için imkân bulamazken, bu göç ettirdiklerine siz Kürtsünüz, size Kürtçe dersi verdirelim dediler. Kürt kökenli Türk öğretmenlerini bu işte kullandılar. Daha önceleri solculuk ayağına Avrupa’da Türkiye düşmanlığı yapanlar bu işe pek sevindilerdi. Otuz sene önce Almanya Türkiye’yi, Türkleri böyle kafadan bölüvermişti…Bizim hiçbir hükümetimiz de bu konuyla doğru dürüst ilgilenmedi. Türkiye ve Türklük düşmanı yeşil sermayenin güçlenmesiyle, Kürt bölücülüğünün güçlenmesi aynı döneme rastlar…Bunlar benim gözlemlerim, yaşayarak gözlemlediğim…
Kürtçülüğü böyle palazlandıranların ve ülkemizde emelleri olanların önündeki tek engel olan Türk Ordusu üç yıldır perişan ediliyor. Kargaların güleceği masallarla suçlanarak, Emin Çölaşan’ın deyimiyle” hadım” ediliyor.
Türk Ordusu esir.
Kahraman komutanlarımızın yarıya yakını özel olarak yaptırılan bir kampta esir tutuluyor. Hasdal’da kapalı tutuluyor! Ayda bir iki defa duruşması yapılabilen, binlerce sayfalık ve dosyalık, suçlama belgelerinin sahte olduğu defalarca ispat edilen bir düzmece dava adına, önüne geleni alıp götürüyorlar! Şu anda muazzaf(görevdeki) subayların özellikle hedef alındığı, görevi başındaki orgenerale kadar ellerini uzatabildikleri bir komedi davayla, tutuklamalarla süren ve onlarca yıl daha sürecek bir davanın eteğine bağlandı koskoca Atatürk Cumhuriyeti’nin kaderi…Geleceğimiz...
Siz hâlâ normal bir seçim olacağını mı sanıyorsunuz? Seçimle bunları yenmemize fırsat verileceğini, seçimde hile, hurda olmayacağını…
Hem siz halkın ne olup bittiğini anladığını mı sanıyorsunuz? Anladı da ona göre oy verecek öyle mi?
İnanıyor musunuz, son darbeye hazırlanan sömürgeci güçlerin ve ayrılıkçıların, Türkiye düşmanlarının pes edeceğine, hele hele bu iktidarın bunca işlediği suçtan sonra iktidardan ayrılabileceğine?
Bu iş oy vermekle, vermemekle olma noktasını çoktan geçti, görmüyor musunuz?
İki üç seçimdir uygulanan adrese dayalı seçmen listesi yapmak. Bu işi tarafsız yapmayacağı herkesçe bilinen yürütmenin eline vermek… 17 bin fazla basılan oy pusulası, on milyon, nasıl arttığı saptanamayan esrarengiz seçmen sayısı artışı. Yani yüzde yirmi beş seçmen artışı. Halk oylamasında çıkarılan bir kanunla İki milyon sandık görevlisinin iki kere oy kullanmasının önünün açılması …Adresleri karışık seçmen kütükleri…Kümeslerde, tarlalarda seçmen adresleri…Avrupa’da yasaklanan SEÇSİS bilgisayar sistemiyle şaibeli olmaya aday bir seçim!
İşi bu kadar ileri götürmüşken küresel çete ve maşaları ellerindeki kuşu kaçırtmak istemezlermiş...Böyle söylüyor bilenler...
Tamam oylarımızı kullanalım, bu çok çok önemli ama seçimin nasıl yapılacağı da öyle önemli!
Hilelerin önüne geçebilmek işin en önemlisi…Bu seçim Türk Milletini’nin ölüm kalım seçimi değil, asıl iktidardakilerin ölüm kalım seçimidir…
Muhalefet halka doğruyu söylemeli...
İktidara cevap yetiştirmekle, ekranlarda Hacivat Karagöz oyunu oynayarak değil, doğruyu bir güzel anlatmalılar!
Anlatıp halktan fedakârlık istemeliler!
Başımıza bunlar... bunlar... gelebilir...Aç açık kalabiliriz...demeliler...
Ama halkımıza aydınlığa kavuşma umudunu da vermeliler...
Atatürk’ün Çanakkale’de üstün düşman gücü ve saldırısı altındaki askerimize, gelecek güzel günler için:
„Ben size ölmeyi emrediyorum!“ demesi gibi.
Doğruyu söyleyip, sarılmışlığımızı açıklamalılar...Cumhuriyet Güçbirliği’nin açıkladığı gibi...Bazı aydınlarımızın ve siyasetçilerimizin söylediği gibi...Saklamadan...Bu işi okyanus ötesinden küresel güçlerle birlikte yürüten „Hocaefendilere“ selâm çakmadan...
Bize „ölmeyi“ emretmeliler!
Önümüzdeki güçlükleri göstermeliler!
19 Mayıs’ta, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığında durumumuzu anlatması gibi...
Oysa bizim satın alınmış güdümlü basınımız, halkımızı aydınlatacağına, tehlikeleri söyleyeceğine, seçimlerde hangi liderin mitingi daha kalabalıktı diye başlık atıyor.
Hangisi daha kalabalık diye sorup, bunu konuşabiliyorsak, bu iktidardan kurtulmayı güdümlü basın ve yayınımız, küreselcilerimiz kesinlikle istemiyor demektir!
Aslında tek kişi bile gitmemeliydi oraya, iktidarın toplantısına, eğer biz normal, gelişmiş, eğitimli ve bilerek yoksul bırakılmamış bir ülke olsaydık...O zaman zaten böyle basınımız da olmazdı, olamazdı!
Hainler içimizde barınamazdı! Halkımız aldatılamazdı!
Ülkemizin en büyük gazetelerinden birinin başyazarı (Fatih Çekirge)şunları yazmış bu gün:
"Bugün “terör odağı” gibi gösterilen, dışlanan, ötekileştirilen BDP, 30’a yakın milletvekili çıkarırsa ne olacak? Mecliste grup kuracak. “Hayır sen BDP’lisin” diyerek ret mi edeceğiz?
Tıpkı yıllar önce Zana’ları polis otosuyla Meclis’ten attığımız gibi, bu defa yine aynı lekeli görüntüye mi toslayacağız?
Milyonlarca oy almış, grup kurmuş bir BDP’yi yok saymak mümkün mü?
Bakın PKK’yı açıkça destekleyen, bu eli kanlı, acımasız terör örgütünün siyasi kanadı olduğunu uçan kuşun bile bildiği BDP’yi, “terör odağı gibi gösterilen” diyerek aklıyor yazar. Yani terör odağı değilmiş. Terör odağı gibi gösteriliyormuş.
Korumaya almışlar bölücüleri ve vatan hainlerini bu sözlerle anlayacağınız…
“Leyla Zanalar” korumada. Oysa bu kadın açık açık şunları diyebiliyor. Kimseden ne saklısı, ne gizlisi var artık. Maddi, manevi korunmada olduğunu iyi biliyor. İşte gazetelerden:
“Hazro’da seçim çalışmalarını sürdüren Zana şu ifadeleri kullandı: "Süreç artık önderliğimizin (Öcalan) aramızda olması süreci." Gerillalarımızı artık aramızda görme süreci. Gün gelecek, Öcalan kendi halkının arasında bu halkın çocuklarına öğretmen olacak. O günlerin yakın olduğuna inanıyorum.”
Daha seçim olmadan bunların milyonlarca oy alacağını nasıl da biliyorlar! Cumhuriyet Güçbirliği için ise tek sözleri yok! Diğer partilerin değerli adayları için, diğer bağımsızlar için de sözleri yok! Duymamışlar!
Bağımsız aday deyince ülkemiz insanının, ülkemiz güvenlik güçlerinin (askerinin ,polisinin) kanına girmiş, onları sakat bırakmış, canlarını almış bir örgüte, “liderliğimiz” diyenleri anlıyor bazı ünlü yazarlar ne yazık ki…Baskıyla, şiddetle, terör örgütünün korkutmasıyla veya çaresizlikten oy vereceği anlaşılan yöre halkını hiç düşünmüyor, işin bu yönüne dikkat çekmiyor bu aydınlarımız. Yörenin gerçeklerini hiç söylemiyor!
Bütün bu garabet haberlerin üstüne bir garabet haber de Enerji bakanlığından ekleniyor. Okudum, inanamadım.
Bizler, daha iki genel seçim var, 2011 ile 2023 arasında, daha 12 yıl var, ne oluyoruz diye sorarken, Enerji Bakanı coşmuş. Hızını alamamış, altmış yıl sonraya atlamış. Hedefi yeni yüzyıllara çıkarmış. Okuyun, bugünkü gazetelerden:
“Enerji Bakanı Taner Yıldız, Akkuyu ve Sinop’a kurulacak olan nükleer santralların daha inşa edilmeden kapatılacağı tarihini açıkladı. Bakan Yıldız, “Nükleer santrallarımızı 2071 yılında, yani Malazgirt zaferinin 1000. yıldönümünde kapatmayı düşünüyoruz” dedi.”
Kurucusu(Mehmet Haberal) esir alınan Kanalb televizyonunda geçen akşam konuşuldu bunlar da. Faruk Bildirici (gazeteci), müjde verir gibi, şöyle dedi:
“Türkiye yeni demokratik bir sisteme dönüşüp, Leyla Zana gibi “ciddi politik tecrübesi olanlar” Meclis’e geliyor.”
Başbakan, seçim sürecinde bağımsız olması gereken İçişleri bakanına nasıl talimat vermiş, Jandarma’nın komutanını görevden alsın diye, kendi anlatıyor gazetecilere:
“Hopa'da Jandarmanın olaya müdahale etmediğine ilişkin fotoğrafın basında yayımlanması ve Jandarma Komutanının görevden alınmasının anımsatılması üzerine Başbakan, Jandarma Komutanının görevden alınmasının Vali tarafından açıklandığını belirterek, “Bu bizzat İçişleri Bakanıma verdiğim talimattır." dedi.”
Bu sözler de, sanki seçim diye bir şey yok, bu iktidar hep kalıcıymış havasında söyledikleri:
“Şu anda mesela, aynı şekilde uzman çavuşların gerek özlük hakları gerekse üniversiteyi bitirdiği halde uğradıkları bazı haksızlıklar, bunlar Meclis'e gönderildi. Bu seçim sonrası süratle ele alınacak konular bunlar. Aynı şekilde bu sicil konuları...”
Bu söz de çok yeni. “Devletin Zirvesi,” yurtdışında, gittiği Varşova’da, sorulan bir soru üzerine tutuklu gazeteciler için demiş. 2004’de hükümete darbe planlanmışmış , bunlar sivil kanatmış…Hep birlikte hükümete engel olacak, bu “eşsiz icraatlarını “yaptırmayacaklarmış…
“Dışarıda gazeteci olarak geçiyor ama bunlar şiddet kullanan örgütlerin üyeleri. Kendileri de şiddetin içinde bulunuyorlar. Yoksa yazdıklarından dolayı değil.”
Bunların hepsi beyinlerimize yönelik bir savaş. Algımızı esir almaya yönelik.
Bugün tarihler 7 Haziran’ı gösteriyor.
Artık günlerimiz, saatlerimiz sayılı…Seçim gününe şurda ne kaldı?
Kendini yurduna borçlu hisseden, ülkesinin sorumluluğunu yüklenen siyasetçiler son sözlerini artık açık açık söylemeli.
Bu seçim ölüm kalım seçimimiz demeden…Halkımıza ümitsizlik aşılamadan…Dümeni, düzeni, olanı biteni, olacakları anlatarak…
Devlet Bahçeli ‘nin Diyarbakır konuşmasını bitiriş sözünü duydunuz mu?
“Ne mutlu Türküm diyene!” dedi.
Milletimizi birlik ve beraberliğe çağıran bu söz, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Onuncu Yıl Söylevi’ndeki son sözüdür!
“Ne mutlu Türküm diyene!”
“Ne mutlu Türküm diyene!” sözünü, kulaklarımız bir siyasetçiden duymayalı yıllar yıllar olmuştu…
Kendimizi bulmaya, kendimize gelmeye ihtiyacımız var…
Cumhuriyetimizi kuran ülkünün, yüzüncü yılı da ona lâyık bir şekilde kutlanmalı. Bize Türk milleti dendiğini unutmadan! Ergenekon’un da Diriliş destanımız olduğunu aklımızdan çıkarmadan…
Atatürk konuşmasının başında ve son bölümünde milletimize şu günlerde hasretini duyduğumuz, bize unutturulmaya çalışılan şu sözlerle, şöyle seslenmiştir:
“Büyük Türk Milleti!”
Sonra sayın bakalım bu konuşmada Atatürk, kaç kez Türk ve Türk milleti sözünü kullanmış? Neden, hiç düşündünüz mü?
Atatürk’ün o konuşmasındaki son sözü de niye “Ne mutlu Türküm!” diye değil de, “Ne mutlu Türküm diyene!” şeklinde olmuş?
Dört gün sonra sandık başına.
Birdenbire şeffaf olan seçim sandıklarının başına… Neden, niçin bu sandıkların aniden alınan bir kararla böyle şeffafa dönüştürüldüğünü bilmediğimiz ve kimlerin bu işten neler kazandığını sorgulama gereğini bile duymadığımız seçim sandıklarının başına!..
Feza Tiryaki, 7 Haziran 2011
Yazıya ek: Onuncu Yıl Söylevi
Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkarane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz.
Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti,
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atînin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!
Mustafa Kemal Atatürk
Ankara, 29 Ekim 1933