Kuvayi Milliyeci yazdı:Tartışmalarımızda devamlı aynı noktaya geliyoruz ve tıkanıyoruz.
Benim yazdıklarım karşı çıkmak veya sorgulamak amacını değil, katkı sağlamak amacını gütmekteydi. Ancak anlaşılan siz ayrımlı yorumlamışsınız. Öyleyse ben de yazdıklarımı karşı çıkmak veya sorgulamak üzerine kuruyorum. Eğer böyle yapmazsam verdiğiniz son karşılığın hiçbir anlamı olmayacak.
Siz din dediğinizde İslam'ı kastediyorsunuz. İslam'ın Allah ile kul arasında arasında olduğunu söylüyorsunuz. Kur'an'da da bunu yazıyor, Kur'an'da İslam Allah ile kul arasındadır.
Ancak Kur'an okuyan herkes Kur'an'ın toplumsal sistemi düzene koyan ilkelerini görür. Peki İslam, Allah ile kul arasındaysa nasıl oluyor da Kur'an toplumsal sistemi düzenleyen ilkeler getirebiliyor? Kur'an'da çelişki mi var? Hayır çelişki yok. Kur'an toplumsal sistemi düzenleyen ilkeleri koymuştur ve bu sistemin adı Müslimlik'tir/Muslih. Bugün sanıldığı gibi İslam olana Müslüman denmez. İslam olana mümin denir ve bu Allah ile kul arasındadır. Ancak Müslimlik toplumsal sistemi düzenler. Ben din dediğimde Müslimlik'ten bahsediyorum, siz İslam'dan. Bu durumda İslam derken dini göğe hapsetmenizi doğru karşılıyorum. Ancak konu Müslimlik olunca din göğe hapsedilemez.
Son yazdığınıza göre, benim yazdıklarım Allah ile kul arasında olan İslâm ile ilgiliymiş. İslâm ile Müslimliği ayırıyor, bunu da Kitap'ta okuduklarınızdan çıkarıyor olmalısınız. Birkaç soru sorayım:
İslam, Allah ile kul arasındaysa, Müslimlik de toplum ile Allah arasında mı oluyor? Yoksa Müslimlik toplum ile topluma yön verenler arasında mı oluyor? Buna bağlı olarak bireyi toplumdan hangi koşullarda ayırmak gerekir? Müslimlik ile İslâm ayrı birer din midir; yoksa bir dinin iki ayrık parçası mıdır; yoksa bir dinin iki ayrılmaz parçası mıdır?
Birey, Kutsal Kitap'ın Müslimlik ilkelerini birebir uygulamakla mı Müslim olur? Yoksa bireyin Kitap'a bakmadan kazandığı değerlere ve bilgilere göre yaptıkları Kitap'a uygunsa, birey gene de Müslim olabilir mi?
Kişi Kitap'ı bilmeden Müslim olabiliyorsa, Kitap, Kitap'a bakmadan Müslim olanlar için ne kadar gereklidir?
Şöyle demiştiniz: "
Ben burada İslam hakkında yazmamaya karar verdim. Müslimlik ve İslam arasındaki fark bilinmeyince söz yerini bulmuyor."
Siz ne zaman İslâm hakkında yazdınız, ne zaman Müslimlik hakkında yazdınız? Yazarken aradaki ayrımı belirtip "
ben şu konuda yazıyorum, bu yazdığım diğerinden şu açılardan ayrımlıdır, ona göre okuyunuz" deyip okuyucuyu bilgilendirdiniz mi?
Tanrı sözü olan Kutsal Kitap'tan söz ediyorsunuz. Müslimliğe yakın gördüğünüz Atatürkçülere, "
toplumsal ilkeler koyacaksanız Kutsal Kitap'a bakın" mı diyorsunuz?
Bu soruyu başka bir yöne çekmeden sürdüreyim: Durum böyleyse, benim yukarıda sormuş olduğum çeviri hakkındaki sorular, yalnızca Allah ile kul arasında olan İslâm'ı mı ilgilendirir, yoksa Müslimlik'i de ilgilendirmekte midir?
Örneğin kadına dayaktan söz eden bir çeviriyi okuyan veya hesaplanan kalıt niceliğindeki matematiksel tutarsızlığı gören -bırakın Atatürkçüyü- herhangi biri, nasıl olur da diğer ilkeleri benimser?
Benim yazdıklarımın Hakkı Beyin çalışması ile bir ilgisi yok. O Kur'an üzerinde dil bilimsel bir çalışma yaptı. Benim ki farklı.
Sizin yazdıklarınızla Hakkı Yılmaz'ın çalışmasını bir tutmadığım gibi kıyaslamadım. Çeviri hakkında sorduğum soruya verdiğiniz yanıt üzerine çalışma hakkındaki görüşlerimi çok kısaca yazdım.
Atatürkçü kesime yazılar yazmam ve eleştirmem de çok normal. Çünkü Müslimliğe en yakın onlar ve Müslimliğin temelini atan da Atatürk.
Bunu olağandışı görmediğim gibi böyle bir düşünce de belirtmedim. Önce Atatürkçülüğün sizdeki tanımını yazmak zorundasınız. Sonra da "
Atatürkçü kesim" dediğiniz kesimin tanımını yapmak zorundasınız.
Bazen sadece sonuca bakarak da doğru yapılıp yapılmadığı görülebilir. Eğer ki Atatürkçüler doğru iz üzerinde olsalardı Türkiye bu durumda olmazdı. Samimiyetinden, fikirlerine bağlılığından ve aydınlığa olan tutkunluğundan şüphem olmayan bir kesimdir Atatürkçüler. Ben de babası ve abisi asker olan bir ailenin ikinci oğluyum.
Doğru ve yanlışın saptanması kolay. Doğru ve yanlışın kimlerce yapıldığını saptarken ince eleyip sık dokumak gerekir. Doğrunun ve yanlışın yapılış nedenlerine de inilmesi gerekir. Ben de bunu diyorum. Yoksa istisnalar kaideyi bozmaz anlayışıyla yaklaşırsanız, kaideyi düzeltemezsiniz. Çünkü buradaki istisna, kaideyi düzeltebilecek tek güçtür.
Şöyle demişsiniz:
"Atatürkçülük, Atatürk devrimlerini ve ilkelerini benimseyip bunları daha da geliştirip toplumu aydınlatmak için çabalayaduran savaşçı aydın kimse" olarak tanımlandığında, doğrudur. Ancak bu kimselerin, ulusu aydınlatmak yükümlülüğündekilerin toplumdaki sayısı ve etkisi nedir?
Konu bilgi ise, gerçeği ortaya koymaksa sayısal çokluğun hiçbir anlamı yoktur. Gerçeği ortaya koyarsanız batıl yok olur. Bu sadece zaman ve şartların olgunlaşması meselesidir.
Hiç de değil. Sayı ne kadar çoksa etki de o kadar büyür. Etki ne kadar çok büyük olursa başa geçme olasılığı da o kadar artar. Başa geçilmeden ise bir anlayışı topluma aşılamak ve aşının uzun süre tutması için çalışmak olanaksızdır. Yoksa gerçeği ortaya koymakla yok olan batıl, ancak gerçeği okuyup anlayıp benimseyenlerin sayısıyla koşuttur. Ortaya koyulan bir gerçeği her okuyan hemen anlayamayacağı gibi, anlayanlar da hemen benimsemez. Bu olmadığı gibi ortaya koyulan gerçeğe karşı çıkanlar da olur. Eğer sayınız karşı çıkanların sayısı altında eziliyorsa, ne kadar da gerçeği ortaya koysarsanız koyun, ne kadar direnirseniz direnin, ortaya koyduğunuz gerçeklerin bir türkü kadar etkisi olmayabilir.
Gerçeği ortaya koyan Atatürkçüler "
istisna" iken, sayının önemsizliğinden söz edemezsiniz. Durum ve koşulların olgunlaşması da, gerçeği ortaya koyanların sayısının çoğalmasına bağlıdır.