Küresel sistem ne ister...
Adına ister “Tek Kutuplu Dünya Düzeni”, ister “Yeni Dünya Düzeni” deyin sonuçta varacağı yer aynıdır.
Hatta
Küreselleşme adının konulması bile sonucu çok fazla değiştirmez.
Aslında işin gerçeği tüm dünyanın tek pazar haline getirilmesidir.
Hani küreselleşiyoruz, “Hepimiz aynı gemideyiz.” ”Bağımsızlık gibi kavramlar artık anlamını yitirdi.” “Artık karşılıklı bağımlılık var.” türünden söylenen kavramların tamamı hikâye…
Ne dünyada böyle bir şey var, ne de bazı safdiller dışında bu tür sözlere inananlar bulunuyor. Sadece bazıları işin aslını gizliyorlar o kadar.
Kaldı ki bu sözlerden dolayı da hiçbir emperyalist ülke, sömürüden falan da vazgeçmiyor.
Aşırı üretim yapan bir sistemin varacağı sonuç da budur. Yani yöneticilerinin değişmesiyle de ülkenin yapısı falan değişmez.
Üretimin durması o ülkenin korkunç olaylarla karsılaşması, pazarlarını kaybetmesi anlamına gelir ki böyle bir şeyi düşünmek bile hayalden öteye gidemez.
İşte bunun için o aşırı üretim yapan ülkeler ki bunlar genelde ABD ve G 7 ülkeleridir. Üretimlerini sürdürebilmek için Yeni pazarlara ve hammaddelere ihtiyacı bulunmaktadır.
Bu ülkeler yeni pazarları ele geçirmek ve ülkelerin hammaddelerine el koyabilmek için birçok yola başvururlar, ama bunların en başında ülkeye kredi vererek borçlandırmak gelir ki. ”Borç alan emir alır.” sözü bu borçluluğun ne anlama geldiğini çok iyi özetlemektedir.
Sonrasında yapılan özellikle eğitim ve kültür anlaşmaları bu konuda çok önemli bir yer tutmaktadır.
Yapılan bu anlaşmalarla o ülke insanını doğrudan etkileme ve ele geçirme fırsatını yakalamış olurlar, gerek çeşitli hibe karşılığı yapılan projelerle, gerekse de ülkeler arasında öğrenci değişimi programlarıyla, ülkemizdeki geleceği parlak, umut vadeden öğrencileri de kendi saflarına katmış olurlar ama burada en önemli amaç…
O ülke insanını da kendileri gibi, kendi bakış açılarıyla düşündurmektir…
Bunu sağladılar mı zaten çok fazla bir şey yapmalarına da gerek kalmayacaktır.
Onun için önce onlar adına, onlar gibi düşünen, dahası onların eğitim ve burslarından yararlanan insanlar iş başına getirilir ki, bu onlar için hiç de zor bir şey değildir.
İşte o kişiler de, zaten aldıkları eğitimin ve desteğin gereği olarak asıl ülkeleri için ellerinden geleni fazlasıyla yapacaklardır.
Sonrasında olacakları biliyoruz, ülkenin stratejik nesi var, nesi yoksa hemen hepsi yabancılara satışa çıkarılır.
Onun ardında çok uluslu şirketler, özellikle de perakende sektörü hızla ülkeye girer, zaten baktığınızda ülkedeki hipermarketlerin neredeyse tamamının yabancı olduğunu göreceksiniz
Sonra bankacılık el değiştirir böylece borsa ve ekonomi kontrol altına alınırken, ülkedeki yabancı sermayenin de güvenliği sağlanmış olur.
Onun peşinden de
Elden çıkarılan topraklarda yabancılar için fason üretim dönemi baslar…
Yani sözün kısası emperyalizm yeni pazarlara ihtiyaç duyduğunda ulus devletleri ele geçirmek zorundadır. Ama bu her zaman doğrudan silah ve baskıyla yapılmaz. Önce o ülkedeki eğitim ve kültürle milli kimlik ve ulus bilinci yok edilmeye çalışılır. Eğer başarabilirlerse ki bu yol en az zahmet ve masraflıdır
Yok, bu yeterli gelmezse bu sefer…
Ülkedeki etnik ve dini gruplar kışkırtılarak müdahaleye kılıf hazırlanır…
Yani biz kimlik ve özerklik tartışmalarıyla ülke olarak bu aşamaya çoktan geldik…
Bundan sonrası BM ve işgal…
Uyarmadı demeyin…
Nusret KEBAPÇI
18 Haziran 2011 Anayurt