Din ağırlıklı yaşamın çıkar, siyâsî güç ve iktidar emelleri uğrunda yeniden canlandırılmasını gözeten gerici akım ve eylemler Türkiye’de Cumhuriyet rejimi ile yaşıttır. 1 1924 ile 1936 yılları arasında ülkenin dokuz ayrı yerinde inancı kötüye kullanan ayaklanmalar yaşanmış, kendisini savunmak zorunda bırakılan genç, lâik Cumhuriyet’in güvenlik güçleri tarafından her defâsında bastırılmıştır.
Yalnızca bugünkü insan türü “homo sapiens”in yaklaşık 4 milyon yıllık evrimi içinde ilkel inanışlardan tevhide doğru sayısız inanç ve ibadet biçimleri olmuştur. Tevhidin ilk peygamberi Hz. Âdem’den beri Tanrı’nın insanoğlundan istemi olan barış içinde bireysel ve toplumsal yaşam için ahlâk ve davranış kuralları dizgesi (manzumesi) ve bunun da başvuru kaynağı olan din kurumu insanlık için gereklidir. Aksi hâlde insanın bitip tükenmek bilmeyen hırsı ve ihtirasları yüzünden kişisel ve toplumsal düzen ile huzur ve uyum yitirilip sonu belirsiz bir keşmekeş ortamına girileceğinden yaşama kargaşa egemen olur. Avusturya vatandaşı bir katolik olarak dünyaya gelmekle beraber gençliğinde yaşadığı gerek aileye ilişkin gerek de sosyal sorunları kadar başarısızlıklarından ötürü de Tanrıtanımaz hãle gelen, I. Dünya Savaşı’nın kılıç artıklarından eski onbaşı Adolf Hitler’in Almanya, Avrupa ve dünyanın başına açtığı belã bunun yakın tarihteki örneklerinden biridir. Bir diğeri de kilisede din eğitimine başlamış olmasına karşın Darwin ve Marx’ı okuduktan sonra inancını kaybeden Josef Stalin’dir!
Bir devletin laik olma niteliği hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmez. Laiklik keyfiyeti asla dinsizlik değildir! Lâiklik, toplumun esenliği için dinin iktidar ve ikbâl uğrunda kötüye kullanılmamasını öngörür. Devlet ve toplum yaşamında din siyâsete kapalı bölgedir. Siyâset bu bölgeye girdiği takdirde barış içinde yaşam devlette, toplumda ve toplumlar arasında sorunlu bir hâl alır. Ama laik düzende din kurumu da devletin işleri ile devlet düzenine ve devlet yaşamına karışmaz. Barış içinde, birlikte ve yan yana var olmaları arzulanır. Dinde zorlamayı kesinlikle reddeden İslam’da 2 inanç kişinin akıl, uslama (muhakeme) ve vicdan sorunudur. İnsanda edim (fiil) ve davranışlarının hesabını verebileceği, cehaleti inanç üzerinden sömürenlerin esiri olmayan hür bir vicdan ister. Başat dinden başka toplumda var olabilecek diğer dinlere de lâik düzende eşit davranılır.
Osmanlı Devleti’nde inancın aşırı dinci çevreler tarafından siyâsî güç ve iktidar gibi gizli emeller uğrunda kullanılması hep ayaklanmalara neden olmuştur. Örneğin, Çelebi Mehmet babası Yıldırım Beyazıt’ın Timur karşısındaki talihsiz Çubuk Savaşı yenilgisinden sonra parçalanmış devleti toparlayıp Anadolu’da Türk birliğini yeniden kurmaya çalışırken “…bundan sonra padişahlık benimdir. Sancak isteyen gelsin, subaşçılık isteyen gelsin velhasıl her arzusu olan gelsin. Ben, halifeyim Mustafa (Börklüce) da benim hizmetkârımdır” diyen ve İslam’a aykırı sapık düşüncelerini halk arasında yaymaya çalışan Şeyh Bedrettin’in çıkarttığı ciddi ayaklanma ile 16. yüzyılda Şeyh Celâl’in mehdilik iddiasıyla başını çektiği, 17. yüzyılda da sürmüş Celâlî isyanları bu gerçeğin sadece birer örneğidirler.
***
Cumhuriyet tarihimizin ilk onüç yılı da inancı bahane eden aslında siyâsî amaçlı ayaklanmalara sahne olmuş, devletin kararlılığı karşında irtica 1936 ile cennetmekãn Atatürk’ün vefat ettiği 1938 yılına kadar yer altına inerek İkinci Cumhurbaşkanı –ışıklar içinde yatsın- İsmet İnönü’nün ülkede çok partili rejime geçtiği 1946 yılına kadar orada sessizce fırsat kollamıştır.
Altıyüz küsur yıllık Osmanlı Devleti’ndeki genellikle din ağırlıklı bireysel ve toplumsal yaşam biçiminin iliklerine kadar işlediği, eğitimi yetersiz tutarcı çevrelere karşın ülkenin çağdaşlık yolunda şiddetle gereksinim duyduğu devrimlerin ancak bir kısmını ilk onbeş yılda yapabilmiş genç Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ten sonra bir yandan birbirleriyle çarpışan demokratik ülkeler ile faşist cephenin şiddetli baskılarına karşın II. Dünya Savaşı yıkımının dışında kalmaya çalışıyor, öbür yandan da zaten üçyüz yıldır geri kalmış ülkeye bu savaşın getirdiği çetin ekonomik ve mâli güçlüklerle boğuşuyordu. Konu ve sorun insanın güç ve yeteneklerini fazlasıyla aşan koşullarda yoktan var edilmiş Türkiye’nin ilk iş olarak tek kelime ile kalımı idi!
Kırsal kesimde çekilen sıkıntılar, ülke çapındaki ekonomik zorluklar, varlık vergisi denilen olağanüstü malî önlem ve kuruluştaki olanaksızlıklar ile şimdiki israfçı tüketim toplumunda hayãl bile edilemeyecek “o yok, bu yok”ların kaçınılmaz kıldığı devletçilik halkta ister istemez ciddî hoşnutsuzluklara yol açmıştı. Savaştan hemen sonra geçilen, demokrasi kültüründen yoksun çok partili rejim ortamında düpedüz bir siyâsî parti enflasyonu yaşanarak yılda 4,8 ya da yuvarlak 5 parti olmak üzere 5 yılda 24 yeni parti kuruldu. Hepsi de “vatan kurtaran aslan” çalımıyla ortaya atılan bu partiler arasında özellikle merhum Adnan Menderes’in (→) genel başkanlığındaki Demokrat Parti (DP) halkın söz konusu hoşnutsuzluğunu iktidar yolunda o sıralar iyi kullanıyordu.
Çoğunluğun DP’ye olan eğilimi karşısında acımasızcasına dinsizlikle suçlanan, bu nedenle de önlem almak gereksinimini duyan CHP hükûmeti ister istemez ödün vermeğe başladı. Örneğin, 1948 yılında hacca gidecekler için döviz izni çıkartıldı, 1949’da ilkokul ders programlarına seçmelik din dersleri konuldu ve aynı yıl önce on aylık daha sonra da iki yıllık İmam Hatip Kursları açıldı. Osmanlı’dan kalma müzmin yoksulluk yetmiyormuş gibi bir de savaşın getirdiği türlü zorluklar içinde geçen yirmiyedi yıllık tek parti rejiminin halkta kamçıladığı değişim ve yenilik arayışıyla D.P., 1950 seçimlerinde eğitimi yetersiz, türlü bireysel ve sosyal gereksinimlerinden ötürü seçim vaatlerine çabuk kanan kırsal kesimdeki seçmenlerin oylarıyla iktidara geldi.
O sıralarda son derece saldırgan bir başka gerici eylem de 1930’lu yılların başında Kuzeybatı Afrika’dan nasılsa Türkiye’ye bulaşmış, 1950’li yıllarda Mehmet Kemãl Pilavoğlu adında Ankara’lı bir kitapçının başını çekip şeyhliğini yaptığı, Ankara’nın Çubuk ve Çankırı’nın Şabanözü ilçelerinde örgütlenmiş Tîcânî tarikatı idi. Ezelden beri hep hayâl edilmiş, yeni olmayan amacı Tanrı’nın emirlerini yerine getirip peygamberin ahlâkını örnek alacak teokratik 3 bir devlet kurmaktı. Tîcânîlere göre Atatürk dinsizdi. Bu nedenle Pilavoğlu’na göre (→) devrimleri kâfirlik demekti. Dolayısıyla da laiklik kesinlikle reddedilmeliydi. İslam’a göre heykel bir put 4 olduğu için Atatürk heykellerine saldırılmaya başlandı. 1932 yılından beri eksiksiz, kusursuz ve olgun bir çeviriyle Türkçe okunduğu için herkesin anladığı ezanın yeniden Arapça olmasını istiyorlardı 5 . O kadar ki bu isteklerini bir Ticani’nin 1949 Şubat’ında TBMM dinleyici locasından Arapça ezan okumasına kadar götürdüler.
Tîcânîlerin söz konusu pervasız davranışları DP iktidarının ilk yıllarında da devam etmiş, evli ve üç çocuk babası olmasına karşın ahlâk dışı cinsel alışkanlık ve davranışları tanıklarla da saptanan Pilavoğlu yargılanarak 15 yıl ağır hapisle cezalandırılmış, çıktıktan sonra yerleşip halkı din yoluyla mânen ve maddeten sömürdüğü Bozcaada’da iken 65 yaşında ahlãk dışı yeni bir cinsel tecavüz suçlamasından yargılanırken ölmüştür.
Şimdi gel de sorma: Bu mudur din? Bu mudur Yüce İslâm? Böyle mi olmalıdır Müslüman?
Elbette ki hayır! Ama, kutsal kitaplarda “Allah’ın adını boş yere ağzına almayacaksın” buyurulmasına karşın yine de -zikir çekmekten uzak- Allah’ı dillerinden düşürmeyenler bireyin vicdan sorunu ve kişisel sorumluluğu olan imãn ve inancı son altmış yıldır sırf iktidar, ikbal ve sağladığı nimetler uğrunda dünya işi siyãsete demagoji, polemik ve takiye ile bile bile ãlet edegeldiler. Bu densiz ve müessif cür’et muhafazakãr demokrat kisvesi altında hele de son sekiz yıldır pervasızcasına sürdürülüyor.
1 Daha da geriye gidilebilir. İngilizlerin parasıyla beslenen İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yayın organı Volkan Gazetesi sahibi Derviş Vahdeti’nin kışkırttığı ve din adamlarının da başını çektikleri ( hicrî) 31 Mart Ayaklanması (12-13 Nisan 1909) da II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Istanbul’da yönetime karşı yapılmış gerici bir eylemdir.
2 Bakara Suresi, 256. ayet.
3 Siyasi iktidarın, Tanrı adına din adamlarının elinde olduğu toplumsal, siyasi düzen, din erki, din devleti.
4 Arap yarımadasında İslam’dan önce putperestlik vardı. Tapınmak amacıyla yapılmış ve tapınılan heykeller İslam inancında birer suret, dolayısıyla da şirk oldukları için yasaklanmışlardır. Amaç Müslümanı putperestlikten korumaktır.
5 Başbakan Erdoğan 7 Mayıs 2011 tarihinde Düzce’de yaptığı seçim konuşmasında CHP’yı kasıtla “bunlar 1941 yılında, İnönü zamanında Ezan’ı Türkçe okutmadılar mı?” diye halka sorabilmiş, tarihten, hem de yakın tarihten ne derece habersiz olduğunu bir kez daha bizaat ortaya koymuşur. Oysa 1932’den DP’nin iktidara geldiği 1950 yılına kadar ezan Türkçe okunmuştur. 5 mayıs 2011 tarihindeki Amasya konuşmasında da Kara Mustafa Paşa’yı Amasyalı yaptı. Oysa Amasya’nın ilçesi Merzifon’ludur. Osmanlı nüfus kütüğüne ve tarihe öyle geçmiştir, tarihte öyle bilirnir. Heyhat!..
2 Bakara Suresi, 256. ayet.
3 Siyasi iktidarın, Tanrı adına din adamlarının elinde olduğu toplumsal, siyasi düzen, din erki, din devleti.
4 Arap yarımadasında İslam’dan önce putperestlik vardı. Tapınmak amacıyla yapılmış ve tapınılan heykeller İslam inancında birer suret, dolayısıyla da şirk oldukları için yasaklanmışlardır. Amaç Müslümanı putperestlikten korumaktır.
5 Başbakan Erdoğan 7 Mayıs 2011 tarihinde Düzce’de yaptığı seçim konuşmasında CHP’yı kasıtla “bunlar 1941 yılında, İnönü zamanında Ezan’ı Türkçe okutmadılar mı?” diye halka sorabilmiş, tarihten, hem de yakın tarihten ne derece habersiz olduğunu bir kez daha bizaat ortaya koymuşur. Oysa 1932’den DP’nin iktidara geldiği 1950 yılına kadar ezan Türkçe okunmuştur. 5 mayıs 2011 tarihindeki Amasya konuşmasında da Kara Mustafa Paşa’yı Amasyalı yaptı. Oysa Amasya’nın ilçesi Merzifon’ludur. Osmanlı nüfus kütüğüne ve tarihe öyle geçmiştir, tarihte öyle bilirnir. Heyhat!..