Gericilik var mı, yok mu? -III- (1950-1960) / E. Fuat TEKÇE

Gericilik var mı, yok mu? -III- (1950-1960) / E. Fuat TEKÇE

İletigönderen Ram » Cum Haz 10, 2011 20:07

Rahmetli Celâl Bayar yeni kurulan D.P.’nin programını görüş ve onay almak için -ışıklar içinde yatsın- Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sunduğu zaman, aralarında şöyle bir konuşma geçer:

    İnönü: “Terakkiperver’de olduğu gibi 'dini inanışlara riayetkarız (uyarız)' diye bir madde var mı?
    Bayar: “Hayır Paşam, laikliğin dinsizlik olmadığı var.
    İnönü: “Köy Enstitüleriyle, ilkokul seferberliğiyle uğraşacak mısınız?
    Bayar: “Hayır!
    İnönü: “Dış politikada ayrılık var mı?
    Bayar: “Yok!”...
    İnönü: “O hâlde tamam!


Devletin yönetimini devir almadan hemen önce, gelecek on yılın Cumhurbaşkanı rahmetli Bayar tarafından verilen bu güvencelere karşın Menderes hükûmetleri özellikle kırsal kesim halkının saf ve temiz din duygularını D.P. iktidarının kalımı için on yıl boyunca bilinçli olarak sömürmekte hiçbir sakınca görmemiştir.

O kadar ki eğitim yetersizliği kadar kimi durumda da tamamıyla eğitim yoksulluğundan geri kalmış, genellikle muhafazakâr toplumda çağı yakalamak için onbeş yıl gibi kısa bir zamanda kararlılık ve sebatla gerçekleştirilen “Türk Devrimi”nin bütünlüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk milliyetçiliğine 1  bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerinden laiklik ilkesi de somut hükûmet tasarruflarıyla resmen çiğnenmiştir. 2 

Bir o kadar acıklısı da kırsal kesim için ilkokul öğretmeni yetiştirerek Türk toplumunun tabandan yukarıya doğru aydınlamasında yaşamsal öneme sahip -yüzyılın örnek düşüncesi- “Köy Enstitüleri”nin 1954 yılında siyâsî nedenlerle kapatılması olmuştur. Kapitalist ve komunist bloklara bölünmüş dünyada o zamanki küresel politik konjonktüre de dayanılarak uydurulmuş gülünç gerekçeye göre bunlar “birer komunist yuvası” imişler.

Demek ki köylü çocularımız ile öğretmenleri gerçek bir komunistin anlayarak okuyup hazmetmesi gerekli filozof Hegel’i, politik iktisatçı ve devrimci Marx’ı, politik kuramcı Engels’i biliyorlarmış da bizim haberimiz yokmuş! Türkiye’nin geleceğine bile bile vurulan bu darbe laikliğin kemirilmeye başlanmasından sonra karşı devrimde bilinçle atılmış ikinci yıkıcı adımdı. Bu önemli eğitim kurumlarını hangi yürekli iktidar yeniden açarsa lâyıkıyla hükùmet etmenin gereğini yerine getirmiş ve millet ile ülke için de çok doğru bir icraatta bulunmuş olur! Yeter ki oyu sömürülemeyecek eğitimli seçmen vatandaş gerçekten de murad edilsin!

Ayrıca D.P. besleme yöntemiyle kendi yandaş basınını yaratarak gazete kağıdının temininde çıkarttığı zorluk türünden tertiplerle muhalif gazeteleri baskı altına almış, gepegencinden seksenlik yaşlısına kadar pek çok gazeteci haber ve yazılarından ötürü mahkemeye verililip hapse atılmış ve zaman geçtikçe D.P.’nin yalnızca adı demokrat kalmıştı.

Bugün belli bir ideolojiye hizmet eden iktidarın kalımı uğrunda yaşanan olaylar, örneğin din sömürüsü, taraftar basın yaratmak, her türlü muhalefet ile muhalif gazete ve gazeteciler üzerinde maddî manevî baskı kurmak gibi tasarruflar -hâlen binbir gece masallarına dönmüş bazı davaların gündeme ilâvesiyle- tıpkı o günleri çağrıştırmaktadır.

Dünkü ve bugünkü bütün siyâsî partiler gibi D.P.’nin de varlığını borçlu olduğu Cumhuriyet karşısındaki bu akıl ve mantık dışı davranışı yetmezmiş gibi, ikinci kez iktidar olmaktan kaynaklanan güç ve bundan ileri gelen şişinmenin nihayet başına vurduğu, gittikçe hırçınlaşan rahmetli Menderes’in TSK ile üniversite çevrelerine karşı aşağılayıcı bir dil kullanması da toplumda gittikçe tırmanan, korkuyla karışık bir gerginlik yaratmıştı.

Daha önce İnönü’ye Uşak’ta ve Istanbul Topkapı’da saldırılmış, Kayseri gezisi devletin polisi tarafından engellenmeye çalışılırken insanı dehşete düşüren bir takım canice dedikodularla da sinirler iyice gerilmiş, ortam en uç noktaya kadar gerilmişti.

Istanbul’da yaşanan gençlik eylemlerinin () ertesi günü Ankara’daki üniversite öğrencileri de “555 K” parolasıyla 3  Kızılay meydanında () bizzat Menderes’in şahsına karşı şiddetli bir protesto eylemi yapmışlar, ardından Harp Okulu öğrencileri de Ankara’da sessiz bir yürüyüşe geçmişlerdi. Çanlar çoktandır çalıyor ama iktidar kendisine ulaşan askeri müdahale istihbaratına rağmen durumun ciddiyetini bir türlü anlamadığı gibi akıl kethüdasının perdelediği Menderes de dışarıdan herhangi bir müdahaleye ihtimal bile vermiyordu. İktidarın algı yeteneği sanki felç olmuştu.

Günümüzde de tanık olduğumuz üzere polisin çok sert biçimde bastırmaya çalıştığı gençlik eylemleri gittikçe tırmanır, bu yüzden ortam da adamakıllı gerilirken DP Meclis Grubu CHP’nin ülkedeki bütün yıkıcı odakları etrafında toplayarak halkı ve orduyu iktidara karşı ayaklanmaya cesaretlendirdiğini ileri süren bir bildiri yayınladı. Yetmedi, basın da "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" etkinliklerde bulunmakla suçlanarak muhalefet gibi gazete ve dergilerin de mercek altına alınıp incelenmelerini öngören bir “Tahkikat Komisyonu” kuruldu. 4 

Radyodaki haber bültenlerinde sözde DP’ye katılan köy ve sakinlerinin “vatan cephesine katılanlar” diye teker teker adlarıyla dakikalarca, bâzan çeyrek saat okunması da sinirleri iyice yıpratıyor, sağ duyunun artık açıkça yitirildiğini gösteriyordu. Onikiye dakikalar kala Menderes’in ortalığı yatıştırıp seçime gitmek için bir ara istifa etmek istediği fakat Bayar’ın buna engel olduğu işitildi ise de vakit çok geçti. Oysa siyasî iktidarlar da ömür gibidir; biter! Hayata nasıl ölmek için gelinirse iktidara da gitmek için gelinir. Ötesinin zorlanması şeytanla kumar oynamaktır; felâketle sonuçlanır. Bu gerçeği ne yazık ki bir türlü öğrenemeyeceğiz!

D.P.’nin halktaki yüce din duygusunu on yıllık iktidarı boyunca oy uğrunda açıkça sömürmesi ve Türk milletinin nicedir gerisinde kaldığı çağı yakalamak için kısa zamanda gerçekleştirdiği inanılmaz devrimleri sorgulanır hâle getirip karşı devrime zemin hazırlaması toplumu bölünme ve iç çatışmanın eşiğine getirmişti.

Öğrenciler ile halkın bir bölümü sokaklarda “olur mu böyle olur mu? / kardeş kardeşi vuru mu? / kahrolası diktatörler / bu dünya size kalır mı?” diye protesto şarkıları söylerken DP âdeta yangına körükle gider gibi muhalefeti “yıkıcı, gayrımeşru ve yasa dışı” etkinliklerle suçlamış, deneyimli devlet adamı merhum İnönü işitmezden gelinemeyecek, son söz niteliğinde ciddi uyarılar yapmıştır:

    Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam edeseniz, ben de sizi kurtararmam.

    Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal meşru bir haktır.


DP iktidarının oy umuduyla gericiliğe ödün vermesi, zamanla baskıcı yöntemlere yönelmesi yüzünden ordu, üniversite ve kamusal görev yapan basın ile ilişkilerinin bozulması, 1957 seçimlerinden sonra halka şirin görünmek için yapılan müsrif harcamalar gibi artan câri açık nedeniyle de küçülen ekonomi yüzünden halkın gittikçe sıkıntıya düşmesi, İnönü’nun yurt gezilerinde yaşanan Uşak, Topkapı ve Kayseri olayları kadar üniversite öğrencilerinin eylemleriyle de dönüşü olmayan nokta çoktan geçilmişti.

Bu durum karşısında kamusal barış, güven ve istikrârın tehlikeye girdiğine kanaat getiren TSK 27 Mayıs 1960’ta ülkenin yönetimine el koyarak Cumhuriyet tarihindeki ilk askerî müdahâleyi gerçekleştirdi. Müdahâle albay ve daha alt rütbede olup da “…ülkeyi bunalım ve felâkete sürükleyen hırslı politikacıların elinden kurtarmak” isteyen ve “…millî devrim hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir” diyen 38 genç subayın hazırladığı planlarla emir komuta zinciri dışında yapılmıştı.

 1  Yıkıcı üstünlük duygusundan arınmış ve uzak, demokratik, sosyal ve birleştirici (üniter) hukuk devleti toplumunun esenlik ve mutluluğu ile ülkenin çıkarlarını kıskançlıkla gözeten yalnızca “yurtseverlik” doğrultusundaki millîyetçi tutum.
 2  Bakınız: Önceki yazı “Gericilik var mı yok mu? –II-
 3  “5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da”
 4  Hükumet tarafından yalnızca D.P.’ye mensup15 milletvekili ile kurulnuş ve ulusal egemenliğin temsilcisi olan TBMM’i pervasızca aşılmıştır.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Şu dizine dön: E. Fuat TEKÇE

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x