"Güle Güle Hâkim Bey!"
Baki kalan, bu kubbede hoş bir seda imiş... Sizi hiç unutmayacağız.
Çankaya'dan böyle bir cumhurbaşkanının gelip geçtiğini...
GÜLE güle "Hâkim Bey!" Sanıyoruz ilk yazımızda da, "Hoş geldiniz Hâkim Bey!" demiştik.
Cumhurbaşkanı seçildiğiniz zaman sizi tanımıyorduk, lakin duruşunuz, tavrınız, üslubunuz... Tanıdığımız "Hâkim Bey"lere o kadar benziyordunuz ki!
Sizin gibiler bir Anadolu kasabasında da olsalar ya da Ankara'da yüksek bir mahkemede ya da İstanbul'da, hiç değişmezsiniz. Kasabadaysanız sabah evden çıkar, elinizde çantanız çarşıdan geçerken, gözlerinizi esnaftan kaçırırsınız. Akşam eve dönerken mübaşir arkanızdan bir tomar dosya getirir, gece dosya okuyacak, gündüz karar vereceksiniz; hayat ev ile adliye arasında...
* * *
BİZ İstanbul'da da böyle "Hâkim Bey"ler gördük, en ağır cinayet, yolsuzluk davalarına bakar, zibidilerin altında bilmem kaç milyar arabaları varken, siz "Gereği düşünüldü" diye kararınızı açıklar, cüppenizi çıkarır, Sirkeci tramvay durağında Edirnekapı tramvayına binebilmek için, belki de itilir kakılırdınız. Halk sizin kim olduğunuzu ne bilsin, omzunuzda apoletiniz yoktur ki!
Oysa sizi tanısalar, bir ömür kadar uzun cezaları dinledikten sonra "Sağ ol Hâkim Bey!" diyen sanıkları görseydiler ya da "Yaşasın adalet!" diye bağırdıklarını işitselerdi.
* * *
EVET, Sayın Ahmet Necdet Sezer, siz Cumhurbaşkanlığınızı tıpkı "Hâkim Bey" gibi yapıp ayrıldınız.
Tertemiz, lekesiz, şaibesiz...
Sadece siz mi?
Ya aileniz?
Kaç çocuğunuz var, kaç gelin, kaç damat, kaç torun?
Yakın çevre dışında bilen var mı?
Bilinemez, çünkü onların kartlarında "Cumhurbaşkanının filanı, feşmekanı" yazmaz ki!
* * *
BAZILARININ Sezer için koydukları teşhis "İçine kapanık bir cumhurbaşkanı"ydı...
Alışveriş merkezlerinde, gişelerin önünde sıraya girmesi, otomobilini "kırmızı"da durdurması da eleştirildi.
En abuk sabuk eleştiri de bu, sanki kuyrukta beklerken önümüze geçene kızmayız da ya da "kırmızı"da vız diye geçip gidene...
Mesele o değildi, mesele ulusal bütünlükten, laiklikten, devrimlerden ödün vermeyen bir cumhurbaşkanını eleştirmek için bahane uydurmak...
* * *
MEDYA Sezer'i sevmeye hazırmış da o kimseye güvenememiş... Doğru, yalı sohbetlerine, köşk muhabbetlerine aşina değildi, ertesi gün "Cumhurbaşkanı dün gece bizim yalıda, köşkte sohbet ederken bana dedi ki!" diye başlayan yazılardan da hoşlanmıyordu, herhalde...
* * *
SAYIN Sezer'le, eskilerin deyimiyle, "ruberu", yüz yüze görüşmüşlüğümüz yoktur ama telefonla birkaç kere görüştük. Eğer Melih Aşık sorup yazmasaydı, bu görüşmeler Sayın Sezer'le aramızda kalacaktı.
Bizi arayan hep kendisiydi, başsağlığı, geçmiş olsun demek için, bazen de yazılarımız hakkında.
Bir kere de, bir konu üzerinde görüş belirtip yazı yazmamızı istemedi, oysa biz neleri görmüştük. Ulunay'ın ruhu şad olsun, kitabının adı "Bu Gözler Neler Gördü!" idi, bizim kulaklarımız da neler duydu.
* * *
SAYIN Sezer için "Soğuk adamın biriydi, hiç espri yapmazdı!" diyenler, acaba son esprisini unutabilirler mi?
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın coşup Bekir Coşkun'a, "Cumhurbaşkanını beğenmiyorsan, çek git!" dediği günler.
Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olacağı kesin...
Başbakan da yeni hükümetin listesini hazırlamış, cebinde dolaşıyor, yağdanlıkları da hava basıyor:
"Hele bakanlıklardan birini çizsin de!"
Başbakan Çankaya'ya çıkıyor, elini cebine atıp Bakanlar Kurulu listesini uzatacak, fırsat kalmıyor, Sezer müdahale ediyor:
"Gerek yok, yeni cumhurbaşkanına sunarsınız!"
İşte siyasi nükte buna denir.
Başbakan'ın halini düşünebiliyor musunuz, eli cebinde, lafı boğazında...
* * *
EVET "Hâkim Bey", güle güle...
Baki kalan, bu kubbede hoş bir seda imiş...
Sizi hiç unutmayacağız.
Çankaya'dan böyle bir cumhurbaşkanının gelip geçtiğini...
Hasan Pulur, 31.08.07