Gülen'in çiçekleri Saray'ın saksısında yetişiyor
Yedi yaşındasın. Kapı kapanıyor. O güne kadar bir yabancıya emanet edilmemişsin. İlk günler oturmayı öğrenmekle geçiyor. İki ay sonra sokaktaki tabelaları, gazetelerin manşetini okuyorsun. Üniversite çağı geliyor, Osmanlıcaya merak sarıyorsun. İlk başlarda tanımadığın harflerle yazılmış kelimeleri iki ay sonra yine okuyorsun.
Erdoğan’ın 10 Kasım’da alfabe devrimini eleştiren konuşması bayat tartışmayı yeniden başlattı. “Bir gecede cahil kaldıklar”, “mezar taşlarını okuyamıyoruzlar” takip etti. Evet, Latin alfabesi en gelişmiş yazıdır, Türkçe için de uygundur, ayrıca kolaydır. Ama mesele sadece bu değil. Asıl soru şu: 600 yıl bir devlet halkına neden okuma yazma öğretemedi? Cumhuriyet devrimi nasıl oldu da kısa sürede vatandaşlarının çoğunluğunu, yüzüncü yılına varmadan ise tamamını, okuryazar yaptı. Bu işin sırrı Cumhuriyet devriminin felsefesinde gizli. Çünkü yurttaşları eşit kılan modern devrimler, eğitimi ve alfabe bilmeyi de bir ayrıcalık olmaktan çıkardı. Bütün yurttaşların hakkına dönüştürdü.
İlber Ortaylı’dan Abdülhamid’in dahi cesaret edemeyen bir Latin alfabesi taraftarı olduğunu öğreniyoruz. (Osmanlı’ya Bakmak, İnkılap Yayınları) Osmanlı düzeninde 19. yüzyıldan başlayan okuma tartışmasını, alfabe ile birlikte bütünlüklü bir eğitim devrimine dönüştüren Cumhuriyetti. Haliyle bir gecede cahil kalmak bir yana, kısa sürede cehaletten kurtardı.
Erdoğan’ın referansı kendini yalanlıyor
Cumhurbaşkanı, tarihçi Kemal Karpat’a dayanarak Osmanlı’nın son döneminde okuma yazma oranının yarıdan fazla olduğunu söylüyordu. Kaynak, Karpat’ın, “Osmanlı Nüfusu 1830-1914” kitabıydı.
Geçen hafta İlker Başbuğ’un son kitabında okuryazarlığın 1926’da ancak yüzde 11’e çıktığını okuyunca, Başbuğ’a sordum. Kitaptaki kaynağı Hasan Bülent Kahraman’ın “Türk Siyaseti’nin Yapısal Analizi” kitabıydı. Başbuğ, Karpat’ın bizzat kendisinin, örneğin “Asker ve Siyaset” kitabında, 1927 yılında okuma bilmeyenleri yüzde 90 olarak yazdığını gösterdi. Bu kadar değil, Karpat’ın “Studies on Turkish Politics and Society: Selected Articles and Essays” kitabındaki istatistikte 1927’de okuryazar oranı yüzde 10.7 gösteriliyordu. Karpat’ın editörlüğünü yaptığı “Ottoman Past and Today’s Turkey” kitabındaki “Modernization from Empire to Republic” makalesinde Mehmet Ö. Alkan, Osmanlı devletinin sonunda okuryazarlığın yüzde 10’un altında olduğunu anlatıyordu. Referans çalışmalardan biri olan Geoffrey Lewis’in “The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success” eserinde 1924 yılında okuryazarlığın yüzde 9 olduğu ifade ediliyordu. Şevket Pamuk ise “Türkiye’nin İki Yüz Yıllık İktisadi Tarihi” kitabında 1913’te okuryazarlığı kesin olmamakla birlikte yüzde 10 olarak tanımlıyordu.
Kemal Karpat’ın Osmanlı’da okuryazarlığın düşüklüğünü ele aldığı diğer çalışmalarını anlatarak uzatmayayım. Özetle, ciddi hiçbir eser, Erdoğan’ı doğrulamıyor. Karpat da kendi eserlerinde bile kendisinin kaynak verildiği tezi çürütüyor.
Kemal Karpat açık bir gülenci
Ben işte bu noktada başka bir ayrıntıya takıldım. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karpat’ı “liyakatına kimsenin itiraz edemeyeceği tarihçiler” arasında sayıyordu. Öyle ya Erdoğan, FETÖ darbe girişiminin olduğu 2016’da “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü Kemal Karpat’a vermişti. Ödül tartışma yaratmıştı. Zira, Cumhurbaşkanı’nın “tartışılmaz” bulduğu Karpat, Fethullah Gülen’in açık takipçilerinden biriydi.
Hatırlayın, 2009 yılında FETÖ, Islak İmzalı Belge Kumpasıyla TSK’ya meydan okurken, Abant Platformu’nun açılış konuşmasını Bülent Arınç yapıyordu. Örgütün gövde gösterisi yaptığı toplantıya Zaman yazarı ve Wisconsin Üniversitesi öğretim üyesi sıfatıyla katılan Karpat, ordu üzerine eleştirel bir konuşma da yapmıştı.
Karpat’ı Gülen ile bir araya getiren İslamcılıktan çok “ılımlı İslam” idi. 2006’da Erdoğan’a bir mektup yazarak “İslamcı bir rejim kurmaktan vazgeçmediğiniz yönünde şüpheler, korkular var. Bunları gidermeye çalışınız” diye uyarıda bulunan Karpat, konu Gülen olunca bambaşka fikirlere sahipti. Obama’nın dünyanın görebileceği en güzel insanlardan biri olduğunu söyleyen Karpat’ın temel tezi şuydu: “Yıllarca İslama karşı Haçlı mantığıyla hareket etmiş, bizi yok etmek, yok saymak istemiş olan Batı’nın şimdi İslamı tanıması ‘ılımlı İslam’, ‘liberal İslam’ tanımları üzerinden Fethullah Gülen gibi liderlere yaklaşmaya çalışması büyük bir dönüşümdür.”
Gülen’e bağlılığı öyle ki…
2009 yılında İş Bankası Yayınları, Kemal Karpat’la bir nehir söyleşi gerçekleştirdi. Her şey yolunda gitse basılacaktı. Fakat o, sohbetin çoğunu Fethullah Gülen övgülerine ayırdı. FETÖ propagandası içeren kitabı yayınevi basmaktan vazgeçti. Karpat durur mu? İki gün boyunca Zaman gazetesine “Bir hatıra kitabının başına gelenler” başlığı ile yaşadıklarını anlattı:
“Cumhuriyet Halk Partisi’ni tenkit etmem, Fethullah Gülen hakkında olumlu şeyler söylemem ve hatta ‘Fethullahçı’ olmam, Dobruca’da benim doğum bölgemde yaşayan Alevileri Kızılbaş olarak tanıtmam ve belki de Taraf Gazetesinde arada sırada yazı yazmam.”
Amerika’da Gülen’in misyonerliğini yapan Karpat. Gülen’i dünyaya tanıtmak için yazılan kitaplara kalemini kiralayan Karpat. FETÖ karşıtlarını “Fethullah Hoca’yı zararlı bir kimse olarak göstermek isteyenleri yargı ve halk desteklememiştir” diyen Karpat. Öte yandan Gülen’i terörist sayarken, bütün referansları Gülen’in sevgilileri olan Erdoğan.
Sebebini sorsanız Kemal Karpat’ın eteğinden düşmüş Saray’daki SETA’cı kadrolardan bahsederler. Sebebini sorsanız, bir zamanlar “hocam” dediği Karpat’la birlikte Gülen propagandası yapan İbrahim Kalın’ı anlatırlar.
12 Eylül darbecileri Erbakan’ı hapse atıp ondan daha çok İslamcılık yapmıştı. Şimdi de birileri sanki Gülen’den çok Fethullahçı oldu. Takipçilerini yargılarken, onun söylemini kaldığı yerden devraldı.
Belki de Gülen’in çiçekleri Saray’ın saksılarında yetişmeye devam ediyordur.
Barış TERKOĞLU, 18 Kasım 2019