Güler Kömürcü kimlerin kuyruğuna bastı?

Güncel Meydan | Güncel Haberler Köşesi

Güler Kömürcü kimlerin kuyruğuna bastı?

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Oca 23, 2008 12:29

Terörist muamelesine maruz kalıp gözaltına alınan gazeteci yazar Güler Kömürcü bölücü soysuzların da hedef tahtasıydı.

Sizlere Güler Kömürcü'nün 2006 ve 2008 yıllarında kaleme aldığı iki yazısını aynen aktarıyoruz:

Hedef; etnik temizlik bahanesiyle referandum mu!

Gündemin birinci maddesi; Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a dair misket bombası niteliğindeki iddialar. Dün çok sayıda uzmanla konuştum, şimdi kem küm etmeden kimsenin dillendirmediği perde arkasını ve kayda değer kritik analizlerin özetini sizlere sunacağım ey yakın geleceği tehlikede olan okur...

Konuştuğum uzmanların genel yorumlarına Prof. Hasan Ünal'ın dikkat çekici projeksiyonunu da ekledim, buyrun, okuyoruz;

a.. 'Kamuoyunda şahin duruşuyla tanınan Komutan Yaşar Büyükanıt'ın ağustos ayında Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmesini engelleme çabalarına malum birilerince sürat kazandırılmaya başlanmıştır ancak perde arkasındakiler bu kadar kolay izah edilemez.

a.. Sayın Büyükanıt'ın üzerinden başlatılan bu tartışmalarla aslında Güneydoğu'da askerimizin genel etkisi yok edilmek istenmektedir.

a.. Güneydoğu'daki malum dış destekli ayrılıkçı harekatın siyasallaşması için askerin etkisinin kırılması ana hedeftir.

a.. 'Askerin etkisi kırılmadan Barzani merkezli siyasi etki-ayrılıkçı planlar belirleyici olamaz' tezi birilerinin ana amacıdır, hepsi bu.

a.. Peki o halde, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü ve de elbette buna bağlı olarak askerin etkisi nasıl kırılacak? Buyrun, şu anda görmek üzere olduğumuz gibi, şaibeler, iddialar ve devletin kendi kurumları arasında çelişki yaratan söylemler-hareketlerle.

a.. Etnik kışkırtmaların kaşınması suretiyle, Türkçü-Kürtçü milliyetçiliğin provoke edilerek, sivil itaatsizlik sağlanıp, devletin resmi görevlileriyle bölge halkının karşı karşıya getirilmesi derken ardından da Güneydoğu'da askerimizin otoritesini yok edip-askeri-polisi uzaklaştırmak...

a.. Bir sonraki adımda ise bazı 'meşru belediyeler-mahalli yönetimleri' daha da etkin hale getirip-söz sahibi yaparak, Güneydoğu'da 'etnik temizlik' yapıldığı gerekçesiyle tıpkı Kosova veya Bosna modelinde olduğu gibi Birleşmiş Milletler'i devreye sokup, BM'ye davetiye çıkararak, Güneydoğu'da 'güvenli bölge oluşturma' operasyonu başlatılmış durumdadır.

a.. Operasyonun finalinde ise Güneydoğu'da referandum yolunu açıp, bölgenin 'özerk-federe yapıya' dönüştürülmesi amacı vardır. Tüm bunlar elbette dış merkezli plandır, düğmesine basılan bu operasyon kamuoyunun gözünden kaçırılıp-şekillendirilmektedir, bizlerin acilen kontr-karşı politika geliştirmesi zorunludur.

Tekrar vurgu yapalım, bir defa daha aynı yere dikkat çekelim, bir daha okuyoruz;

a.. 'Önce Güneydoğu'da askeri etkisiz hale getirip sonra da; Güneydoğu'daki kimi! -meşru belediyeler-mahalli yönetimleri- daha da etkin hale getirip-söz sahibi yaparak, Güneydoğu'da 'etnik temizlik' yapıldığı gerekçesiyle tıpkı Kosova veya Bosna modelinde olduğu gibi Birleşmiş Milletler'i devreye sokup, BM'ye davetiye çıkararak, Güneydoğu'da 'güvenli bölge oluşturma' operasyonu başlatılmış durumdadır. Operasyonun finalinde ise Güneydoğu'da referandum yolunu açıp, bölgenin 'özerk-federe yapıya' dönüştürülmesi planı vardır.'

a.. Evet, son derece hayati değerlendirmeler bunlar, peki siz-biz vatandaş kimliğimizle acil durumda, camı kırıp-alarm düğmesine nasıl basabiliriz, ne yapabiliriz? Cevap aslında hepimizce malum, 'hepimiz derhal aksiyonel olmak, sivil demokratik harekat başlatıp eşanlı olarak da mevcut milli siyasi oluşumları-muhalefeti güçlendirerek, bu malum bölücü dış planlara karşı sert duruş sergilemeliyiz' efendim. Bana sakın -kim ardına düşeceğimiz, hangi oluşum-hangi siyasi lider- demeyin, seçme şansımız yok, sorunumuz zaten hâlâ arayışta-belirsiz olmamız, diğer tarafta atı alan Diyarbakır'ı geçmiş durumda...

a.. Siyasetin temiz-değerli beyinlerinden Sayın Tantan'ın da dünkü sohbetimizde belirttiği üzere zamanımız kalmadı çünkü, gelişmeler, ülkemizin, Türkiye'nin çok tehlikeli bir süreçte, çöküş sürecine doğru hızla ilerletilmek istendiğini gösteriyor. Aynı şekilde Baykal'ın dünkü açıklamaları da son derece önemlidir; Baykal, 'olay, rejim meselesi haline geldi, şimdi de Türk Silahlı Kuvvetleri'ne müdahale edilmek isteniyor. Türkiye'nin en temel kurumları sallanmaya çalışılıyor. 'Silahlı kuvvetlerimize sahip çıkalım' çağrısı yapıyor.

a.. Başbakanımız da kendi ifadesiyle -gelişmeleri gazetelerden izlemeye- devam ediyor. Ya siz ey okur, siz ne haldesiniz?

08.03.2006 Güler Kömürcü - AKŞAM




İki önemli rapora göre

Ortalık toz duman, ekonomi alarm veriyor, Dünya borsaları endekslerinde toplu düşüşler yaşanıyor. Altın ve petrol fiyatları rekorlar kırıyor. Türkiye’de milyonlarca esnaf an meselesi bir ekonomik kriz nedeniyle duvara vurmak üzere.

Türkiye ekonomisi sırat köprüsünün üzerinde kıldan ince dengede yol alıyorken, AKP Hükümeti ise ‘Merkez Bankası’nı ve tüm kamu bankalarını İstanbul’a taşımak, Cumhuriyet’in Başkenti Ankara’yı adeta etkisizleştirmek, hazır su bulanmış iken bu arada yerel seçimleri de erkene çekiverip, Anayasa’yı da değiştirmek derken yetmedi mayınlı tarlalara zıplayıp türban tartışmalarıyla da iyice KÖRLEŞEN TOPLUMUN GÜCÜNÜ (kör güç ne yapar?) zorlamaya devam ediyor.

Peki siz biz yaratılmış türban sorunuyla meşgul edilir iken acaba arka planda gözden kaçan ‘yaklaşan ekonomik kriz’ dışında (özellikle 7 Şubat sonrasına dikkat, sadece Türkiye adına değil global bir kararmadan bahsediyorum) daha başka neler olabilir?

Baharda Kuzey Irak’la ilgili ciddi gelişmeler olabilir. Mesela; çoook uzun süreyi içeren kapsamlı bir kara harekâtı mı? Türkiye, Kuzey Irak’a kapsamlı bir kara harekatı başlattığında bu harekatın çarpan etkisi ne olur? (Genelkurmay Başkanımız Sayın Büyükanıt Londra’da çok önemli görüşmeler yapıyor, Genelkurmay 2.Başkanımız Sayın Ergin SAYGUN ise çok yakında Washington’a gidiyor, bu seyahatler son derece önemli).

Peki kapsamlı bir askeri operasyonun ‘içeride siyasetin yol haritası üzerinde’ etkileri nasıl olur? Ya ‘Barzani’ politikalarının akıbeti? Dikkat ediniz lütfen, Irak merkezi Hükümeti ‘Barzani’nin yaptığı petrol anlaşmalarının hepsini pat diye iptal etti, Barzani Washington’un gözünden hızla düşüyor, ötesi, bu rüzgarın bizdeki KÜRT dosyasının bazı taşeronlarına yansıması ne olur?

Burada durup, el görmeye çalışalım; hafta sonu oturup ABD Savunma Bakanlığı’na 11 Eylül 2007’de sunulan 100 sayfalık bir raporu tekrar, tekrar okudum (Sanıyorum raporun ilgili bölümünü ilk defa bu köşede okuyorsunuz, ben okuduktan sonra eşe-dosta da yolladım, açık bilgi ortamında yer alan bu raporun gözden kaçmaması, kamuoyuna, çok geniş çevrelere ulaşması gerektiği inancındayım)

Rapor ABD’nin önümüzdeki 10 yıllık savaş konseptini ortaya koyuyor. Bu rapora göre ABD KÜRESEL BİR GAYRİNİZAMİ SAVAŞA HAZIRLANIYOR ve bu savaş 2014-2026 yılları arasında gerçekleşecek. SAM Amcam bu döneme şu andan hangi zeminleri oluşturarak hazırlanıyor dersiniz?

Kime karşı olacak bu gerilla savaşı?

Gayrı nizami savaş bir anlamda gerilla savaşıdır efendim, klasik savaşlardan farklıdır. ABD Savunma Bakanlığı’ndaki rapora göre, ABD adeta küresel bir gerilla savaşına başlıyor. Düzenli çatışmaların aksine; kültürel, ekonomik, istihbarati ve de askeri olarak kombine edilen, savaşın her an devam ettiği harp şekli olan gayrı nizami harp asimetrik savaşı da içine alır. Türk Ordusu da gayrinizami harp alanında dünyanın en tecrübeli ordularının başındadır.

Şimdi de SAM AMCAMIN çok önemli bir başka ‘raporuna’ daha göz atalım; 7 Temmuz 2007 tarihinde, Washington’un ilgili merkezlerinin hazırladığı “Halkla İlişkiler ve Stratejik İletişim İçin ABD Ulusal Stratejisi” başlığı ile yayınlanan psikolojik harekat stratejisine bakalım. E.General, Sayın Nejat Eslen’in değerlendirmesi;

‘Temmuz 2007’de yayınlanan ABD psikolojik harekat stratejisinin en ilginç bölümünü stratejik hedef kitleyi açıklayan kısım oluşturuyor.Stratejide, “kilit etkileyicilerin” düşünceleri ile toplumda dalgalanmalar yaratabilen kişiler olduğu belirtiliyor ve bu kapsamda etki altına alınacak kişiler içinde ‘din adamları’, ‘eğitimciler’, ‘gazeteciler’, ‘kadın liderler’, işçi liderleri’, ‘bilim adamları’ ve ‘askerler’ sayılıyor.

Strateji, hedef kitle içinde ‘gençleri’ ‘hassas nüfus’ içinde vurguluyor ve öncelikle etki altına alınması gereken kitle olarak belirtiyor.

Ayrıca “kadınlar, kızlar” da stratejide etki altına alınacak hassas nüfus içinde zikrediliyor. (mağdur kadınlar ve türban tartışmasını şimdi uygun yere yerleştiriniz. G.K)

ABD’nin bu önemli psikolojik harekat stratejisi, şu soruları gündeme getiriyor;


Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve bu kapsamda “kilit etkileyicilerini” ve “hassas nüfusunu” da dış etkilemelere karşı koruyan “psikolojik harekata karşı koyma” stratejisi var mı?


Türkiye’de psikolojik harekat ve psikolojik harekata karşı koyma stratejilerini geliştirmede ve uygulamada eşgüdümü sağlayacak bir birim var mı, varsa çalışıyor mu? (AKP Hükümeti, ilgili birimleri yıllar önce kapattı. G.K,neden?!)


Türkiye’de dış güçlerin etkisi altına girmiş olan bu amaçla çalışan “kilit etkileyiciler” biliniyor ve takip ediliyor mu?’

Bu sorular vatanımızın/sizin geleceği adına kader tayin edici. BUGÜN, asıl tartışmamız gerekenler de yukarıdaki 2 raporun bize/bölgemize yönelik olası etkileri ama... Arabın derdi kırmızı pabuç.

Arşivinize çoook büyük 2 fotoğraf/rapor sunmaya çalıştım ey kayda geçen okur.

22.01.2008 Güler Kömürcü - AKŞAM
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Ram » Çrş Oca 23, 2008 13:47

Ve onun bunun çocuğu, baş etki ajanlarından Alttan-Üstten yalaka, yine iş başında...

Mehmet Altan/Star

'Devlet Emrinde Çalışan Katiller'

Susurluk skandalı. Yaklaşık on yıl önce patlak veren şu korkunç skandal? İsterseniz bunu TBMM’deki Susurluk Komisyonu’na ifade veren o dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın anlatımından öğrenelim:

Neticede PKK’nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini...

Bu grupların Emniyet, MİT ve JİTEM içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a bağlı Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in başkanlığında özel harekatçılardan ve Korkut Eken’e bağlı sivillerden, MİT içerisinde Mehmet Eymür’e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğini...

Güneydoğu’da eleman olarak kullanılırken daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü, Yeşil’in şu anda MİT içinde Mehmet EYMÜR ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kullanıldığını, Ege Bölgesi’nde JİTEM’e bağlı Yüzbaşı Sinan Yaşar ve bazı astsubayların mafya ilişkilerine giriştiklerini, bunların ve Ankara Jandarma İstihbarat görevlisi binbaşı Ali YILDIZ’ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini, Kocaeli Jandarma Alay Komutanı Veli KÜÇÜK’ün mafyacılarla sıkı diyaloğunun olduğunu...’

***

Dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın resmini çizdiği bu ‘Susurluk Skandalını’ dönemin cumhurbaşkanı nasıl değerlendiriyordu?

İsterseniz gene onu da TBMM’deki Susurluk Komisyon Raporu’ndaki bir belgeden öğrenelim:

3 Kasım 1996 günü Susurluk olayı patlak verir.

Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Necmettin Erbakan Başbakan ve Mesut Yılmaz anamuhalefet lideridir.

12 Kasım günü Mesut Yılmaz Cumhurbaşkanı’nı ziyaret eder.

13 Kasım 1996 günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan’a ‘kişiye özel’ ibaresi ile bir mektup yazar.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’a yazdığı mektup aynen şöyledir:

‘Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakan

Ankara 12 Kasım 1996 tarihinde ziyaretime gelen anamuhalefet partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz bana özetle aşağıdaki hususları intikal ettirmiştir:

‘Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesi vardır.

Aldığımız duyumlara göre bu dairenin bazı elemanları, ‘uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürmesi’ gibi işlere karışmaktadır.

Son olay bunun vehim olmadığını, hatta sanıldığından da kötü olduğunu göstermiştir.

Ömer Lütfi Topal’ı öldürenlerin itirafı fevkalade enteresandır.

Bu kişiler suçu itiraf ettikleri halde Ankara’ya celbedilmişler, halen serbest gezmektedirler.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde her türlü doküman hazırdır.

Aşiret reisi, devleti kullanmaktadır. Devlette görevli olan bazı kişilerin Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin’den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil birtakım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir.

Suça karışan asgari 100120 kişi vardır. Bunlar, devlet emrinde çalışan katillerdir. Bu işin devlet çapında soruşturulması lazımdır.

Buna seyirci kalınırsa, demokrasinin işleyeceğinden şüphe ederim.

Bunların meydana çıkarılması halinde, devletin zarar göreceğinden de endişe ederim.

Normal devlet mekanizmasına güvenim yoktur.

Devlet Denetleme Kurulu böyle bir şeyi üstlenebilir.’

Bu sözler üzerine ben kendisine; ‘Devlet Denetleme Kurulu’nun bu çeşit iddiaları araştıracak bir yapıya ve kadroya sahip olmadığını, bunları hükümete intikal ettireceğimi, bir ülkede birden fazla hükümet varmış gibi bir durum olmaması icap ettiğini, benim devlet anlayışımın gereğinin bu olduğunu, varsa birtakım kötülüklerin ortaya çıkması gerekeceğini bunun devlete zarar vermeyeceğini, aksine devleti güçlendireceğini’ söyledim.

Anamuhalefet partisi Genel Başkanı tarafından ortaya atılan bu iddiaların çok ciddi olduğu kanaatindeyim.

Bunların tetkik ve tahkik ettirilerek gereğinin ifasını rica ederim. Süleyman Demirel’

***

Mektubun içeriği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1996 yılı itibariyle hangi vahim noktada olduğunu yoruma yer bırakmayacak kadar açık yansıtıyor.

Peki aradan bunca yıl geçtikten sonra durum nedir?

Devlet kendi içindeki çeteleşmeden arınmış, bunu doğuran bataklıkları kurutmuş ve bünyesindeki Susurluk Çetesi’ni tümüyle yakalamış mıdır?

Susurluk Çetesi’nin ne olup olmadığı, kimlerden oluştuğunu, ne gibi icraatlarda bulunduğu, kısacası çetenin tüm faaliyetleri, elemanlarının kimlikleri, devletin arşivinde duruyor.

Peki, buna rağmen neden tümüyle temizlenmiyor? Bu grubun temizlenmesini hangi güç engelliyor?

Devleti oluşturan yasama, yürütme ve yargı ne yapıyor?

Mesut Yılmaz’ın ‘meydana çıkarılması’ halinde ‘devletin zarar göreceğinden’ korktuğu, ‘devlet emrinde çalışan katiller’ hala herkesten daha güçlü olmaya devam mı ediyor?

***

Bu sorulara bugüne kadar maalesef hiç olumlu yanıt alamadık, bakalım bundan böyle alabilecek miyiz?

Susurluk yeniden gündeme gelince, insan yıllarını alıp götüren eski belgeleri ve soruları da adeta bir refleks olarak hatırlıyor.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!


Şu dizine dön: Haberler

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 10 konuk

x