Gülme, Terliği Fırlataca'm!
Hani rüya gürürsünüz. Sabaha karşıdır. Yarı uyanık, yarı uykulu.
Gördükleriniz öyle korkunçtur ki gerçek olmasın dersiniz…Gözünüzü açmaya korkarsınız...Ya gerçekse? Kalbiniz sıkışır, içiniz bunalır, boğazınız kurur…
Gözünüzü korkarak yavaşça aralarsınız, bir an…
Oh be boşuna korkmuşum, hepsi bir rüya imiş dersiniz…
Böyle rüyalara karabasan(kâbus) denir.
Karabasan ne kadar korkunç olursa olsun, nihayet karabasandır. Aslı yoktur. Gözünüzü açmanızla biter gider…Ardından bir iki dakika daha üzülürsünüz o kadar…
Ya gördüklerimiz karabasan değilse?
Ne kadar istesek de, bunlar bir rüya(düş) olsa, bunları yaşamamış olsak desek de, bir gerçeği yaşıyoruz milletçe!
Milletçe kâbus görmüyoruz, gördüklerimiz gerçek!
Rüya değil! Gözümüzü açsak kaybolmayacaklar! Sesleri, suratları, sözleri, eylemleri…Hepsi hepsi gözümüzün önünde…
Uzaylı gibi giyinmiş bir gurup genç. Kimi baştan ayağı turuncu, kimi mavi, kimi mor, kimi kirli sarı renkli pijama giymişler. Yakasız, kollar uzun. Paçalar uzun, bol. Anlamsız bakışlarla sırıtıyorlar. Ayaktalar.
Biri kikirdiyor kendine laf atana önce, sonra kovalıyor onu, kovalarken de bağırıyor:
Gülme! Terliği fırlataca'm ağzına!
Bir küçük ekran şekli var ekranda. İçinde, yayını yöneten. Bir de bu uzaylıların ortasında bir medyum. Sakalı uzamış, bozuk bir Türkçe ile hızlı hızlı, kelimeleri yutarak konuşan biri. Kızları, oğlanları sırayla karşısına alıyor, onlara "gözüme bak" emrini veriyor ve aklından bir şey geçirmesini istiyor. İrfan, Büşra, Cansu, Kadir, Tural...
Bunlar orada bulunan gençlerin adları.
"Gözüme bak, sevdiğini düşün, gözüme bak, sevdiğin bir hayvan düşün, birden bine kadar bir sayı düşün..."
İş bununla da bitmiyor. Hemen bir demet oyun kâğıdı çıkarıyor cebinden. Birini çektiriyor, çekene, bu kartı düşün komutu veriyor. Ve hepsini de biliyor tabii. İspat etmek için de kocaman kağıda karınca yazısı gibi bir yazıyla cevapları yazıp ordaki kavanoza atıyor çünkü.
Hayda….Bildiği belli olunca bir coşku bir sevinç!..Gençlerin ağzı kulaklarında. Ekranın ortasındaki küçük ekrandan sunucu aşka gelmiş müjde veriyor:
"Bu akşam her yerde en çok konuşulan bu olacaktır! Sıkı numaraydı.
Bu tarz numaraları diğer arkadaşlardan da bekliyorum. O numaraları izleyeceğiz ve izlettireceğiz !"
Burada program bitiyor. « Kontrol sende Türkiye » imiş bu izlencenin adı. "Kontrol Sende" yazısı ve hazırlayanların isimleri yürüyor yukardan aşağıya…
Bunu nerede mi izledim? Şimdi siz sıkı durun ! Sakın beni delirmiş sanmayın, ne anlatıyor bu, hayrola demeyin !
Bu yayın, Türkiye Radyo ve Televizyonu’nun TRT4 Çocuk kanalında gece yarısına doğru yapılan yayın, burası da devletin kanalı!!
Gündüz "TRT Çocuk" olan geceleri üç dört saat Türk müziği kanalına dönüşen bu kanal artık gece " TRT Okul " oluyor.
"Okul" adı altında verdikleri de bu ve bunun gibi izlenceler!
Bu yayından daha önce « Benim Küçük Bahçem » adlı yayın vardı. Bir muşambalı havuz nasıl yapılır, neler dikilir, içine taş nasıl döşenir…
Türk tarımı, hayvancılığı, üretim gibi konular bırakılmış, naylon havuzlar yapmak öğretiliyor milletimize…
Bunun peşinden de yine gençlere yönelik "Çizgili Program " yayına girdi. Eli kalem tutan gençler toplanmış karikatür çizecekler. Erdil Yaşaroğlu konuk çizermiş yayında. Bebeklere el sallar gibi sunucunun gençleri selâmla sözüne uyup el sallıyor. Alaycı bir sesle, " Merhaba nasılsınız? İyice gerin beni…"deyip konuyu söylüyor : "Hayvan sevgisi. En sevdiğiniz hayvanlar!"
Zaten gün boyu TRT çocuk çocuklarımızın beynini esir almıştı. "Arthur" adlı çizgi diziyi kaç kez gösterdiler. Yabancı adlı ve yabancı kişili onlarca çizgi filmle de onları uyuttular. Tek kelime bile bu ulusal günümüzden söz etmeyerek...
Akşam da TRT Okul adlı bu yeni açtıkları kanal devreye girdi...Ve gençlerimize bu anlattıklarımı izlettirdi.
Şimdi bu bir kabus değil de nedir? Kabus daha nasıl olabilir?
Ne dedi anlı şanlı TRT’nin anlı şanlı sunucusu :
" Bu akşam her yerde en çok konuşulan bu olacaktır! Sıkı numaraydı.
Bu tarz numaraları diğer arkadaşlardan da bekliyorum. O numaraları izleyeceğiz ve izlettireceğiz ! "
Ne zaman diyor bunu?
19 Mayıs 1919 yılının yıldönümünde. "Atatürk’ü" anma gününde. "Gençlik ve Spor" bayramında.
Yine böyle bir günde kimler neler diyor bakın. TRT radyo yayınında dün „Devletin Zirvesi“ diye söz ediyordu Abdullah Gül’den. İşte „Devletin Zirvesi’nin“Anıtkabir defterine yazdığı bir cümle:
„ …Ülkemizin elde ettiği muazzam başarılar, gösterdiğiniz hedeflere ulaşacağımızın da ispatıdır.“
Neredeymiş bu muazzam başarılar? Türkiye’nin küreselcilerce yağmalanışı ekonomik başarı sayılıyor herhalde, yabancılarca silahsız işgali, „Balyoz „numarasıyla ordunun esir alınışı da de bir askeri başarı…
İstanbul Valisi Avni Mutlu konuşuyor. (Yazıyı gazeteden olduğu gibi aldım. Yazım yanlışları bana ait değildir):
Yegane amacımız, ekonomide, kültür ve sanata, sporda, bilim ve teknolojide Türkiye ve İstanbul'u daha ileriye taşımak… Dünya şehri İstanbul, ekonomik gücüyle yükselen, standartlarıyla canlı, toplumsal ve kültürel hayatını kullanma başarısıyla son yıllarda cazibe merkezine dönüşmüştür.”
Görmeyen , duymayan, inanmayan artık duysun, görsün, inansın!
Resmî ağızlarda bile açık açık Türkiye ve İstanbul’u ayırmışlar. Ayırıyorlar! Çatır çatır bölmüşler. Trakya’nın zaten adı yok!
Sümer Ezgü’ye stadyumda gençleri oynatarak şarkı söylettiler:
„Anadolu’dan geldim.“
Anadoludan gelmişiz. Trakya yok!
Bir de 22 ülkeden gelen 500 öğrenciye dans gösterisi yaptırdılar. PKK rengi denen renklerde püsküller sallanıyordu eteklerinde. 23 Nisan’ı nasıl şenlik yaptılar millî özelliğini alıp, bunu da öyle yapacaklar zamanla anlaşılan...Ne işi vardı dünya gençlerinin orda?
Kimin aklı, kimin eseridir bu buluş?
Bu sözler de ülkenin Millî Eğitim Bakanı’na ait.
Nimet Çubukçu: …"Sizlere düşen bu imkânları çok iyi kullanarak kendinizi bir dünya vatandaşı olarak yetiştirmeniz ve ülkemizin kalkınmasına, refahına katkı sağlamanızdır.
…İnanıyor ve ümit ediyorum ki Cumhuriyetimizin 100. yılını bu hayalleri gerçekleştirmiş olarak 100. yılın anlam ve önemine yaraşır bir şekilde kutlayacağız"
... "Büyük Önder Atatürk'ün kurduğu büyük düşü gerçekleştirmiş olmakla onur duyacağız. Bunu da iyi yetişmiş, ufku geniş, vizyon sahibi, yabancı dil bilen, dünyaya ve yeniliklere açık, değerlerine bağlı, teknolojiyi en üst seviyede kullanabilen gençlerimiz gerçekleştirecek."
Şimdi bakın burada ne diyor:
Kendinizi bir dünya vatandaşı olarak yetiştirmeniz…Niye Türk vatandaşı olarak değil? Milletimizin adı Türk değil mi?
Hem niye Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil de dünya vatandaşı?
Dünyada, millî eğitimi dünya vatandaşı yetiştiren bir ülke var mı? Var da ben mi kaçırdım?
Yoksa bu açık açık biz sömürgeyiz, sömürge olmanın kuralına uyacağız, millîyetsiz bir gençlik yetiştireceğiz demenin bir çeşidi mi?
Yine yüzüncü yıl vurgusu. Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, aziz milletimizin hayallerini bu mu süslüyormuş:
Dünya vatandaşı olalım. Vizyon sahibi, iyi yetişmiş (yani emir kulu olmuş)yabancı dil bilen,( Türkçeyi bilmese de olur) yeniliklere açık,(İngilizleşmeye, cemaatleşmeye açık) teknolojiyi en üst seviyede kullanabilen, (bir şey üretmeseler de olur, eloğlunun buluşlarını borç parayla da olsa alsalar yetişir)
Bu da son haberim. Bilgiağı (internet) gazetelerinden:
Anıtkabir’de düzenlenen törende sürekli öksürdüğü gözlenen Başbakan Erdoğan’ın soğuk algınlığı nedeniyle Ankara 19 Mayıs Stadyumu'ndaki törenlere katılamayacağı açıklandı.
Aynı haberin başka deyişleri:
CNN Türk: Grip olan Erdoğan 19 Mayıs töreninde yok.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla, 19 Mayıs Stadyumu'nda düzenlenen törene ''soğuk algınlığı'' nedeniyle katılamadı. (Bayramın adının yanlış yazılışı, ardı ardına iki kez ve denmesi benim yanlışım değil, yazıyı böyle gördüm.)
Bu da haberin devamı:
"Stadyumdaki 19 Mayıs törenine katılmayan Erdoğan, özel uçak DAP ile saat 14.00'te Siirt'e gitti. Toplu açılışlara katıldı.Daha sonra partisince düzenlenen Mitinge katıldı."
Şimdi biraz eski yıllara dönelim.
Bu haber 20 Mayıs 2010 tarihli bir gazeteden (yazım yanlışlarına da dikkat ediniz):
"19 Mayıs Atatürk Anma Gençlik ve Spor Bayramının 19 Mayıs stadyumundaki kutlamalar protokolün yerini almasıyla başladı.
Kutlamalara Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Meclis Başkan Vekili Nevzat Akdil, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Danıştay Başkanı Mustafa Gürden ve bazı bakanlar katıldı. Tören de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın olmaması ise dikkat çekti."
19 Mayıs 2008 tarihli gazetelerden:
"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gözünde beliren bir sağlık sorunu sebebiyle katılamadığı törende, Erdoğan'ı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek temsil etti."
19 Mayıs 2008 tarihli bir yazı, Mustafa Mutlu’nun köşe yazısından:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 18 Mayıs Cumartesi günü Eskişehir’deydi...
Toplu Konut İdaresi’nin töreninde muhalefete çattı, AKP’nin Gençlik Şöleni’ne katıldı, şehit yakınlarına yemek verdi...
Hiçbir sağlık sorunu da yoktu...
Ne zaman ki Ankara’ya dönmek için uçağa bindi, gözlerinden rahatsızlandı!
Gecenin o saatinde hemen “uzman doktor” bulundu ve Başbakan’ın “ertesi günkü 19 Mayıs törenlerine katılmasının kesinlikle sakıncalı olacağı” açıklandı!
Eeee; doktor “Katılma” derse, Başbakan onu kırar mı?
Hemen Cemil Çiçek’e vekalet verdi ve dünkü törenlere gitmedi!
Bu da Atatürk’ün 19 Mayısı:
Atatürk, 1938 yılında Ankara 19 Mayıs Stadyumu'nda, ''Gençlik ve Spor Bayramı'' olarak ilk kez yapılan gösterileri hasta olmasına karşın izledi. Atatürk, gençlerin spor gösterilerini izlerken yanında konuğu Yugoslav General Nediç vardı. 19 Mayıs aynı yıl resmen bayram ilan edildi.
Milli Mücadele'nin başladığı bu günü Atatürk doğum gününü soranlara cevap olarak söylemişti. “Doğum günüm: 19 Mayıs. “
19 Mayıs bu tarihten önce Samsun'da, '”önemli tarihi bir gün”olarak yerel törenlerle kutlandı. O günleri yaşayanlar şöyle anlatırlar: “Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a ayak bastığı o gün, kent baştan başa donanır, dükkânlar kapanır, Samsunlular akın akın Belediye Meydanı'nda toplanır, törenleri izlerlerdi. Gece de her yan ''pırıl pırıl'' aydınlatılır, milli oyunlar oynanır, konferanslar, ''müsamereler'' verilir; Gazi saygıyla anılırdı.”
1928 yılında İstanbul’da yapılmaya başlanan Mektepler Şenliği (cimnastik şenliği) ilk kez 1936 yılında 19 Mayıs’ta yapılmaya başlandı. O yıl kutlamalar bütün yurda yayılarak Gençlik Bayramı adını aldı.
1931 yılında Samsun’a o ünlü Atatürk heykeli dikildi. Şahlanan at üzerinde Mustafa Kemal Paşa. Asker giyimiyle. Yüzü batıya dönük, bir eli kılıcına uzanmış. Cesaret ve onur anıtı. Dört metre yüksekliğindeki bir kaide üzerinde dört metreden büyük bir anıt.
Kaidenin her iki yanında kabartma ve diğer iki yanında da yazılar vardır.Birinde mermi, cephane taşıyanlar, arkada top arabası. Diğerinde Atatürk ortada halkla el ele.
Yazıları: "Vatanda Milli Mücadeleye başlamak için Gazi, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıktı."
"Bu heykel, Samsun Vilâyet Halkı tarafından 29 birinci teşrin 1931 tarihinde dikildi."
(Anıt, Avusturyalı bir heykeltraşa yaptırıldı, Afyon’daki ünlü anıtı da (yapım yılı 1935) aynı kişi yapmıştı. Anıt, 6 kasım 1937 tarihinde Atatürk tarafından ziyaret edilmiştir. Anıtta, tunçtan yapılmış ve soyutlanmış iki erkek heykelinden biri ayakta olup Türk gücünü, ayaklar altında yatan ise Emperyalizmi simgeler.)
Bu heykelin yapılışından sonra ise, (19 Mayıs’ta Samsun’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının canlandırılması yapıldıktan sonra) bayram törenine bu heykelin önünde İstiklâl Marşı “ okunmasıyla devam edildi.
Dün işte bu, “Gençlik Bayramını” kutladık.
Yarının gençlerini, devlet televizyonu ve radyosu eliyle bize, milletimize yabancılaştırma yayınlarına teslim ederek!
Bu günün gençlerini kimliksizleştirerek!
Yabancı bir dilin, yani İngilizcenin boyunduruğuna sokarak! İngiliz-Amerikan kültürüne onları teslim ederek…
Böyle bir gecede devlet radyo ve televizyonunun gençleri eğitmek için açtığı okul adlı kanalında neler yaptırıldığını gördük.
Bizi yönetenlerin eliyle iyice şımartılan bölücülere,onların her istedikleri bölücü isteğe, sömürgeci ülkelerin yani ABD ve AB’nin, PKK terör örgütünün istediği de bu demeden boyun eğdik, hoşgörü gösterdik. Adamlar öyle ileri gittiler ki isteklerinde, işte 19 Mayıs 2011 tarihli gazetelerden:
“Belediye personeline Kürtçe zorunluluğu”
"Diyarbakır Sur Belediyesi, alınacak işçiler için Kürtçe bilme zorunluluğu getirdi.
Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, yaptığı açıklamada, Temizlik ve Fen İşleri Müdürlüğünde çalıştırılmak üzere daha önce alınan 85 işçinin resmi dil Türkçe'nin yanı sıra Kırmançça ve Zazaca bilme şartının konulduğunu belirtti."
Memleket sadece kâğıt üzerinde bölünmemiş görünüyor. Yoksa çoktan bölmüşler!
Bu haber daha başka nedir ki? Bölünmenin ilânı değil mi? Daha ne desinler? Ne olsun istiyorsunuz?
Tek bir yerel dille bölünme bile az gelmiş. Yanına Zazacasını eklemişler şimdilik. Yarın neler ekleyecekler kimbilir?
Devletin valisi İstanbul’u Türkiye’den ayrı bir devletmiş gibi sayarsa…
Kanal projeleriyle Amerika’nın Karadeniz’e yerleşmesinin önü hazırlanırsa, İstanbulda Patrikhane’nin istekleri yönünde projeler geliştirilirse, Karadeniz’de Yunan gelip ibadet numarasıyla topraklarımızda kendi İstiklâl marşını okursa, gömleklerine olmayan Pontus haritaları çizdirir, gelip bize gösterirse, 72 çeşit millettenmişiz, bir millet değilmişiz gibi gece gündüz kafamız tütsülenirse, ve de üstüne üstlük “Taraf” adlı basılı kağıt parçasına yazı yazan kendine gazeteci denen biri dün çıkıp:
"Devlet geçmişi ile yüzleşti, sıra PKK'da " derse ve devam ederse:
”Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden Orhan Miroğlu, Ergenekon davasını devletin geçmişi ile yüzleşmesi olarak görüyor. "Yüzleşme, Fırat'ın doğusunda da olacak. Yoksa toplum vicdanının rahatlaması imkânsız.”
Bu konuşma haber bile olmazsa, adam yerilmezse, ne demek istiyorsun be adam, devletle PKK nasıl aynı kefeye konur? Hem devlet neyle nasıl yüzleşmiş? Böyle ordu düşmanlığı, asker düşmanlığı, millet düşmanlığı olur mu? denmezse…
Ben de çıldırırım.
Deli misin işine bak, yaşamana bak, sen mi değiştireceksin bunları…
Bak ne güzel, TRT, 19 Mayıs bayram gününde canlı yayınla bütün gün maç yayını, top oyunu yayını yaptı. Gençleri aydınlattı.
Bayramın naklen yayınını ise kuşa çevirdiyse ne olmuş? İş başında görsünler, yasak savma gibisinden de olsa yayın yaptı ya?.. Bölük pörçük yayınına TRT 1 noktayı koyarken cırlak bir ses “Defol…Defol !" diye bağırmaya başladıysa ne ne varmış? Bu hemen yayına koydukları bir yerli dizinin başlangıç bölümüydü…
Düşman askerlerini kovan atalarımızdan mı söz edeceklerdi, tarihimizi mi anlatacaklardı, sevgilisine bağıran kızın filmi varken, kız ona defol diye bağırırken?
Türklük destanının adı verilen davanın savunmasını, içeri aldıklarının bir temizlik harekâtı olduğunu güdümlü adamlarına (Berat Özipek) yorumlattı aynı gün uzun uzun devletimizin televizyonu. Haber adlı kanalının yayınında yaptılar bu işi. " Temizleniyoruz, bekleyin, " dediler… "Türkiye ilk kez arınma fırsatı bulmuşmuş…Bu kadar önemli bir arınma fırsatı kaçmazmış…Canavarın bir ucundan tutulmuş…"
Böyle gelmiş böyle gider...Ortalık günlük güneşlik…Çiçekler açmış…Bülbüller ötüyor! Meydanlarda nasıl da alkışlanıyorlar, seninle gurur duyuyoruz deniyor ülkenin ipliğini pazara çıkarana… »Vur patlasın, çal oynasın bayram yeri gibi televizyonların…
Atatürk’e dil uzatmak serbest !
Bazı siyasetçilerin soyuna edilen sözler Ahmet Hakan’ın programında tartışılırken bir çember sakallı, Atatürk’e de neler deniyor, soyuna...diye başlamadı mıydı geçen hafta canlı yayında. Hemen sus pus olmuşlardı, yayındaki Atatürkçü şairimiz bile susmuştu... Adam sanki herhangi birinden söz ediyormuş gibi...
19 Mayıs’ı gazetelerinin başlığına bile alma gereği duymayan gazeteler vardı dün. Görmezden gelenler...
Büyüklerimiz daha iyi bilir...Hem seçim anketleri ne diyor, bunlar daha güçlenenerek gelecekler!.. derse birileri çıkıp bana…
Bak, sonra önlerinde eğilmeyen, ayağa kalkmayan “Paşamıza” yapıldığı gibi hepimiz cezamızı buluruz. Silivri’ye tıkılırız ha…derlerse, benim halime gülerlerse, ben de onlara ayağımdaki terliği fırlatırım.
“TRT Okul Kanalı”ndaki kızın çıngıraklı sesiyle de bağırırım:
Gülme, terliği fırlataca’m ağzına!
Feza Tiryaki, 20 Mayıs 2011