Gümrük Birliği Antlaşması Neden Askıya Alınmalıdır?
Gümrük Birliği'ndeyiz ama hiçbir söz hakkımız yok.
Hiçbir şey almadan apar topar girdik. İşlerine gelince Avrupalı oluyoruz, işlerine gelmeyince değiliz...
Gümrük Birliği'nden çırak çıktık"
Mustafa Koç
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Bundan önceki yazımda değerli işadamlarımızdan, Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği (USİAD) Başkanı Fevzi Durgun’un Türkiye için önerdiği, son derecede rasyonel bir iktisat politikası önlemlerini ana başlıklar olarak saymış; bunlardan “IMF ile neden antlaşma yapılmamalı” sorusunu yanıtlamıştım. Bu yazımda ise “1995 Gümrük Birliği Antlaşması neden askıya alınmalıdır” sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.
A) Gümrük Birliği Antlaşması askıya alınmalıdır; çünkü bu antlaşma Türkiye’nin lehine değildir, o esas itibariyle Avrupa Birliği’ne (AB) fayda sağlayan bir antlaşma, sömürgeci Avrupa’nın Türkiye’ye attığı bir “kazık”tır.
Avrupa Birliği (AB) bu antlaşma ile, Türkiye’yi yalnız kendi karar mekanizmalarının dışında tutmakla kalmamış, aynı zamanda devletimizi kendisinin aldığı bütün kararlara uymakla yükümlü kılmıştır. Sonuç AB ülkelerinin Türkiye’nin dış ticaretine âdeta el koyması olmuştur. Bu, ülkemizin ekonomik bakımdan bağımsızlığını yitirmesi anlamına gelmektedir. Çünkü ticaret politikamızı artık Avrupa Birliği, başka bir deyişle yabancı güçler (Almanya, Fransa, İngiltere...) belirlemektedir, tabiî bütünüyle kendi çıkarları istikametinde...
AB dış ticaret düzenlemelerini Türkiye’nin koşullarını, Türkiye’nin çıkarlarının nerede olduğunu göz önüne alarak değil, kendi koşullarını ve kendi çıkarlarının nerede olduğunu göz önüne alarak yapıyor. ATO Başkanı Sayın Sinan Aygün -konuştuğu yıllarda- şöyle ifade ediyordu bu adaletsiz durumu: Türkiye AB adayı olacağı bile garanti değilken, Gümrük Birliğine katılmıştır. Böylece AB üyeliği defterini kendi eliyle kapatmış, özel statü yolunu açmıştır. Gümrük Birliği yüzünden üçüncü ülkelere karşı kendi bağımsız tarifesini uygulayamaz bir duruma düşmüştür. Bunun yerine AB'nin Ortak Gümrük Tarifesi’ni uyguluyoruz. Henüz karar mekanizmasında yer almadığımız AB'nin ortak dış ticaret politikalarına uyarak dış ticaret konusundaki hâkimiyetimizi Avrupa'ya teslim etmiş durumdayız. Öyleyse, Gümrük Birliği konusu mutlaka gözden geçirilmelidir. AB-Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması, duyarlı sektörleri koruyan bir serbest ticaret anlaşmasına dönüştürülmelidir.”
B) Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması uyarınca, üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesini uygulamak zorundadır. Bu yükümlülük nedeniyledir ki, ülkemiz; AB'nin üçüncü ülkelere uyguladığı gümrük vergilerini de aynı şartlarda tatbik etmek zorunda kalıyor; kendi yapısının gerektirdiği ticaret ve gümrük politikalarını uygulayamıyor.
Bu uygulamanın en trajik sonuçları kendini Uzak Doğu’dan, özellikle Çin’den yapılan ithalat yoluyla kendini göstermiştir. Ankara Ticaret Odası (ATO) bir raporunda bu gerçeği şöyle ortaya koyuyordu: 2007 yılı itibariyle, Türkiye'ye ithal edilen her 100 bavul çanta ve oyuncaktan 93'ü, her 100 bisikletten 72'si, her 100 spor malzemesinden 86'sı başta Çin olmak üzere Uzak Doğu'dan geliyor. Bu ne demek? Bu, ekonominin yabancıların eline geçmesi; birçok sektörün başta Çin olmak üzere Uzak Doğu ülkelerinden gelen ucuz ithal ürünlerinin istilasına uğraması, çoğu tüketim malı olmak üzere birçok ürünün ithalatının neredeyse artık tek başına Uzak Doğu ülkelerinden yapılması demektir. Bu, Türkiye’de sanayilerin çökmesi, üretimin bitmesi demek; onbinlerce yurttaşımızın işsizler ordusuna katılması demek; açlık, sefalet, eğitimsizlik demek; toplumsal huzursuzluk ve çatışma demektir, nitekim öyle de olmuştur. ATO’nun araştırmasına göre Uzak Doğu ülkelerinden Türkiye'nin yaptığı ithalat, 2002-2007 arasında beşe katlandı. Türkiye'nin Çin, Tayland, Tayvan, Malezya, Endonezya ve Güney Kore'den yaptığı toplam ithalat 2002 yılında 3.6 milyar dolardı, 2007'de ise 23.3 milyar dolar! "Türkiye 2002 yılında toplam ithalatının yüzde 6.9'unu söz konusu ülkelerden yapıyordu, 2007 yılında ise yüzde 13.7'sini!
Özellikle Çin'in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olması ve 2005 yılından itibaren de kotaların kaldırılmaya başlamasıyla birlikte -uzun süre hükümetin de dikkati çekilen- tehlikeler birer birer gerçekleşti. Birçok işyeri ucuz Uzak Doğu ürünleriyle rekabet edemeyerek üretimini durdurdu, ithalatçı durumuna geçti. Uzak Doğu'nun ucuz ürünleri birçok sektörümüzü çökertti. Birçoğu da çökme yolunda. Somut bir kanıt olarak ekleyeyim ki Türkiye’de oyuncak üretimi tümüyle durmuştur, oyuncak piyasasının tamamı Uzak Doğulu üreticilerin kontrolüne geçmiş bulunmaktadır.
C) Gümrük Birliği Anlaşması sebebiyle Türkiye, Ortak Gümrük Tarifesi konusunda AB'nin kurallarına uyarak gümrük duvarlarını indirmek zorunda kalırken, AB'nin imzalamış olduğu serbest ticaret anlaşmalarından yararlanamıyor, söz konusu ülkelerin her biriyle ayrıca serbest ticaret anlaşması imzalaması gerekiyor.
ATO’nun bir raporuna [Dünya, 24.3.2007] göre, Gümrük Birliği’nin yol açtığı büyük bir tehlike tekstil sektörüyle ilgiliydi. Burada söz konusu olan, Dünya Ticaret Örgütü kapsamında 140'tan fazla ülke tarafından imzalanan “Çok Taraflı Tekstil ve Giyim Eşyası Sözleşmesi”dir. Bu sözleşme ülkemize ek faturalar getirdi. Türkiye; adı geçen sözleşme gereği tekstil kotaları 2005 yılında kalkınca, az gelişmiş ve gelişmekte olan üçüncü ülkelere en yüksek gümrük indirimini uygulamak zorunda bırakılmıştır.
Öte yandan ülkemiz Gümrük Birliği’ne dahil olduğu için “gelişmiş ülke” kabul edilmektedir! İngiltere gibi sanayileşmenin çok ötesine geçmiş bir ülkeye uygulanan gümrük tarifesi, Türkiye gibi henüz sanayileşememiş bir ülkeye de aynen uygulanmaktadır.
Son olarak şuracığa ilave edeyim ki Türkiye GB yüzünden önemli mâli kayıplara da uğramıştır: Kendi koşullarının gerektirdiği kurallarla değil, AB'nin kurallarıyla yaptığı ticarette, gümrük vergisi gelirlerinden ve gümrük vergisine eşdeğer vergi hasılatından yoksun kalmıştır.
D) Bütün bu olumsuz olgular önce dış ticaret dengemiz üzerinde etkisini göstermiştir: Yine ATO’nun yaptırdığı bir araştırmaya göre Gümrük Birliği (GB) yüzünden Türkiye’nin toplam dış ticaret açığı 1996-2004’de, yani 9 yıl içinde yüzde 167 artarak 184 milyar dolara tırmanmıştır. Bu açığın 79 milyar doları AB ile doğrudan ticaretten, 105 milyar doları ise üçüncü ülkeler ile yapılan ticaretten kaynaklanmıştır. Bu üçüncü ülkelerle ilgili açık da yine gümrük birliğinin etkisi altında oluşmaktadır Çünkü GB antlaşması gereğince o ülkelere karşı kendi gümrük tarifemizi değil, daha düşük olan, AB’nin kendi çıkarlarına göre belirlediği ortak gümrük tarifesini uygulamak zorunda kalıyoruz.
***
Özetlersek, GB sürecinde ithal mallarının rekabetine dayanamayan yerli sanayiler çökmüş, birçok fabrika kapanmış; ihracatımız, ithalat oranında artmadığı için dış ticaret açığı büyümüş, dış dengemiz bozulmuş; üçüncü ülkelerden gelen mallar kalitesiz olduğundan, çoğu insanımız sağlık sorunlarıyla karşılaşmıştır.
Öyleyse şu yadsınmaz bir gerçektir: Gümrük Birliği Türkiye ekonomisine büyük zararlar vermektedir. Onun yüzünden, tıpkı 1838 İngiliz-Osmanlı Serbest Ticaret Antlaşması’nda olduğu gibi kendi ulusal çıkarlarımıza uygun bir dış ticaret politikası uygulayamıyoruz. Unutmayalım: 1838 Antlaşması’nın bir sonucu olarak Osmanlı ağır dış borçlanmalara gitmiş, sözde reformlarla ekonomik ve sosyal düzenini kendine yabancılaştırmış, mâli bakımdan iflas etmiş, ardından yabancı sermaye istilasına uğramıştır. En sonra siyasal bağımsızlığını da kaybetmiştir. Bugün de aynı yıkıcı etkilerin altındayız. Ekonomimiz hızla yabancıların eline geçmektedir. Yedi yıllık A.K.P. iktidarının tek “başarı”sı (!) bu olmuştur.
Eğer Osmanlı’nın uğradığı âkibete uğramak istemiyorsak, Avrupa Birliği ile kurulu bu, yalnız millî haysiyetle değil, aynı zamanda akıl ve bilimle de bağdaşmayan asimetrik ilişkilere derhal son vermeliyiz.
Gümrük Birliği’nden çıkmalıyız. Kendi dış ticaret politikamızı kendimiz belirlemeliyiz.
Prof. Dr. Cihan DURA, 4 Mart 2010