Güneydoğu’da Bir İç Savaş Başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!..
Güneydoğu’da bir iç savaş başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!..
Bu sözler Uğur Mumcu’ya ait. 1991’de söylemiş ve Cumhuriyet gazetesinde yazmış.
“Bu bir devlete meydan okuma ve bir ayaklanma hazırlığıdır!
Yıl 2010. 21 Aralık, Salı.Yukarıdaki sözler de MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye aittir.
91’de, Mumcu’nun bu sözlerinden sonra ne oldu?
2010’da Sayın Devlet Bahçeli’nin bu tespitlerinden sonra ne olacak?
Şimdi size tarihimizi konuşturacağım, ben bir şey demeyeceğim. Bakın yakın Türk Tarihi ne diyor bize…;
Yıl 1991. Mart’ın 13’ü. Uğur Mumcu, Ankara’daki bürosunda, oldukça öfkeliydi. Devlet makamlarının Irak’lı iki peşmergeyi, Barzani ve Talabani, muhatap almış olmasına çok içerlemişti. O’na göre devlet, bunu yapmış olmakla güç ve otorite kaybediyordu. Çalışma masasına geçti. Beyaz bir sayfa açtı. Kalem yazıyordu ama düşünceleri yazdıklarından daha ağırdı;
“Celal Talabani ve Mesut Barzani hangi “sıfat’ ile Türkiye’ye çağrılıyor? Dışişleri sözcüsünün ‘gayri resmi nitelik’ taşıdığını ileri sürdüğü bu gizli görüşme ‘devlet‘ adına nasıl yapılabiliyor? Devlet adına kim, nasıl yetki kullanıyor? Bu ülke Dışişleri Bakanlığı yok mu? TBMM yok mu? Hükümet yok mu? Genelkurmay yok mu? Bu gibi konuların görüşüldüğü Milli Güvenlik Kurulu yok mu? Yetkili kurumlar ve kurullar yok mu? Partiler yok mu? Kamuoyu yok mu?”
Aynı yıl, aynı ay ve belki de aynı saatlerde, jandarma istihbaratının güçlü isimlerin Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Şırnak’taki bürosunda, 91 yılı itibariyle Irak’taki gelişmeleri üst makamlara rapor ediyordu. Durum endişe vericiydi. PKK terörü siyasi bir projeye dönüşüyordu. Umarım, beni anlarlar, diyerek aldı kalemi ve yazdı;
“Çok açık olarak ifade ediyorum; bu bölgede (Kuzey Irak) emperyalizmin denetiminde bir Kürt devleti kurulmak isteniyor. Apo, önderlik sorununa ilişkin kitabında, bütün Kürdistan’ı parçalara ayırmıştır. Bu parçalardan Türkiye Kürdistan’ın tüm Kürdistan’a önderlik edeceğini yazmıştır. Şimdi parçada önderlik değişti. İpleri elinde tutan emperyalistler, şimdi Kuzey Irak’a kendi denetimlerinde bağımsız bir Kürt devleti kuracaklardır. Daha sonra, Türkiye, İran ve zamanla Suriye’de çıkan kargaşalıklara bu Kürt devleti, “size yardımcı olayım” diyecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’la ilişkisi PKK temelinde şekillenmiştir. Bu yanlıştır. Sonuçta işte Talabani gibi siyasi bir fahişe çıkar, PKK’yı koz olarak kullanır…”
Binbaşı Ersever böyle diyedursun, Uğur Mumcu’nun ise öfkesi hala dinmemişti. İzlenen siyasetin yanlışlığını tüm gücüyle haykırmasına rağmen ülkede değişen bir şey olmuyordu.
Türkiye, emperyalistlerin tuzağına düşürülmüş ve bu tuzak içinde sürükleniyordu. Mumcu yeniden kalemini bir hışımla aldı ve yeniden yazdı;
“Kürt sorunu, ülke topraklarından parçalar kopararak değil, din ve mezhep bayramlarını silahlı çatışmalarla körüklemekle değil, ABD ve CIA destekli Kürtçülükle değil, Edirne’den Ardahan’a, Ağrı’dan İzmir’e, Diyarbakır’dan Antalya’ya kadar her yerde ‘insan haklarına saygıyla’ çözümlenir. Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye düşman eden bu emperyalist siyasetin Türkiye’ye neler getireceğini görmemek için kör ve sağır olmak gerekir. Ya da ‘gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde’ olmak!”
Uğur Mumcu, Türkiye’nin içine çekildiği tuzağı inatla ve açıkça yazıyor, anlatıyor ve konuşuyordu. Emperyalizme karşı mücadelesinden, ‘bağımsız ve özgür bir ülke’ amacından asla vazgeçmeyecekti. Gerçekten de Türkiye, aslında bir bilinmeze değil, sonu belli bir yolda sürükleniyordu. 1991 Körfez Savaşı’nda “bir koyup üç alacağız” diyen Özal’ın izlediği siyaset, bir yandan Irak’ı parçalıyor, öte yandan Türkiye’yi ‘etnik ve dini temelde’ farklılıklar üzerinden ayrıştırıyordu. Gidişat iyi değildi. Aynı süreçte, bu tehlikeyi bir başka köşede ve bir başka açıdan gören bir Binbaşı da, üst makamlara rapor üstüne rapor yazıyordu;
“ ‘Şemdinli’ye dikkat, Şemdinli’ye dikkat edin’. Apo “Her şey Bir parça özgür vatan” sloganındaki özgür vatanın Şemdinli olacağını söylüyor… A. Öcalan’ın 92 yılı hedefi; Botan- Behdinan savaş hükümetini kurmak, ulusal meclis için seçimleri yapmak ve batı illerinde yeni bir örgütlenme ile batı da terörü tırmandırmaktır…”
Botan, Van-Hakkari-Şırnak illerimizin çevrelediği bölgeydi. Behdinan ise, Hakkâri-Şırnak hattının güneyindeki Irak toprakları. Sözde savaş hükümetinin Türkiye’deki merkezi Şemdinli, Irak’ta merkezi ise Zaho olarak planlanmıştı. Öcalan, bir yanda terörün şiddetini tırmandırırken, bir yandan da halk isyanı hazırlamakla meşguldü. Uğur Mumcu, bu kara planı haykıran en güçlü isimdi. “Ulusal kurtuluş savaşları, emperyalist devletlerin gizli istihbarat örgütlerine ve bu devletlerin siyasetlerine güvenilerek yürümez. İngilizlerin “920-1930 yılları arasındaki Kürt siyasetleri, 1974 yılındaki Barzani Carter-CIA ilişkileri ve Bush’un en son “Kürt Oyunu” bu gerçeğin en güçlü kanıtlarıdır” diyerek, dikkatleri kurtuluş savaşımızda çıkarılmış olan isyanlara ve ardındaki emperyalist siyasete çekiyordu. Mumcu açıktan haykırıyor ve ‘Lozan ile Cumhuriyet’i kuran Türkiye, izlediği ABD yanlısı siyaset ile Sevr’e geri dönüyor’ diyordu;
“Çekiç Güç’ün amacı, “Federe Kürt Devleti”nin kurulması ve kurulan bu devletin Batı askeri gücüyle korunmasıdır. Bu sonuç, Kürtler açısından Kürtler’e özerklik veren 1920 Sevr Anlaşması’nın 64. Maddesinin gerçekleşmesidir… Çekiç Güç’ün koruması altında ve Amerikan mandacılığında bir Kürt devleti kuruluyor…”
Bu sırada Öcalan, Botan-Behdinan sözde savaş hükümeti kurabilmek için devlete karşı isyan hazırlıklarına başlamıştı bile. Binbaşı Ersever, belki de son bir çırpınışla, bu tehlikeli gidişatı belirten raporunu yazmış, imzalamış ve hemen göndermişti;
“Apo, militanlarına verdiği talimatlarda isyan konusunu özellikle vurguluyordu; Genel bir ayaklanmaya hazırlanın, tarihi gün gelip çattı. Silahı olmayan silahlansın, parası olmayan silahı PKK’dan istesin. Her ev bir sığınak hazırlasın. Evlerinize gerekli malzemeyi stok edin. Ayaklanma komiteleri kurun. Herkes gücü oranında ayaklanma komitelerine yardımcı olsun”.. şeklinde talimat gönderiyordu…”
Uğur Mumcu daha fazla sabredemedi ve son noktayı koydu;
“Güneydoğu’daki olayları, ne yazık ve ne acı ki Lübnan iç savaşındaki olayları izlercesine izliyoruz. Güneydoğu’da bir iç savaş başlıyor! Uyanın…Uyanın…Uyanın…Uyanın artık!...”
Mumcu doğru söylüyordu, Cem Ersever’in raporlarında yazdıkları da doğruydu. Öcalan, 92 Nevruz’unda bir ayaklanma başlatmak istiyordu. Bu amaçla yerel düzeyde yapılan PKK hazırlıkları ve olayları tırmandırma taktikleri ise şöyleydi;
“her mahallede bir ayaklanma komitesi kurulmuştu. Komite görevlileri, günlerce önceden ev ev dolaşarak, herkesin neler yapması gerektiğini anlatmışlardı. Halkın tümü, önde kadınlar ve çocuklar olmak üzere sokağa dökülecekti. Görev verilenler, PKK bayrak flamalarıyla Apo posterleri ve TC’nin sömürgeci faşist olduğunu, Kürtlerin bağımsız devlet kurması gerektiğini belirten dövizler taşıyacaktı. Herkes ayrıca yıllardır Apo’nun militanlarına ezberlettiği sloganları haykıracaktı; “Vur Gerilla Vur, Kürdistan’ı Kur”, “Kürdistan Faşizme Mezar Olacak”, “Kahrolsun TC”, “Yaşasın Apo, Yaşasın PKK...”
Ve düğmeye basıldı…
21 Mart Nevruz öncesi özellikle Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin gibi yerler başta olmak üzere binlerce silahı şehirlere ve köylere sokarak, işbirlikçilerin eline tutuşturuldu.
20 Mart’ı 21’e bağlayan gece, çoğu askeri karakol ve kışlaya, polis karakollarına, devlet binalarına, devlet memurlarının evlerine olmak üzere yüz binlerce mermi atıldı. Bunun isi mi de Nevruz şenliklerine hazırlık’ oldu. Hatta şenlikler birçok yerde havan topu ve roketatarlarla yapıldı. Mermilerin çoğu kamu güvenliğini, genel asayişi sağlamakla görevli güçlerin bulunduğu binalara ve lojmanlara yönelmişti. Bir başka deyimler birçok yerde, masum Nevruz şenlikleri’ PKK’nın, halkı siper ederek topyekûn bir saldırısına dönüşmüştü.
Çatışmalar yer yer ve günlerce sürdü ama alınan güvenlik önlemleri ve halkın sağduyusu ile bu yerel çatışmalar, topyekûn bir kalkışmaya dönüşmedi. Öcalan’ın bu girişimi sonuçsuz kaldı.
Halk isyanını gerçekleştiremeyen Öcalan, 92 Ağustos’unda, bu kez hudut karakollarına yöneldi. Botan-Behdinan sözde savaş hükümetini kurabilmek için, adeta çılgınca denilecek bir cüretle karakollara saldırıya başladı. Saldırıların merkez üssü Şemdinli’ydi.
Teröristler Şemdinli bölgesi hudut içinde Çarçella ve Balkayalar(Julia Dağı)’da, hudut dışında ise Hakurk, Basyan, Zagros ve Jerma’da çeşitli saldırı üsleri teşkil etmişlerdi. 1992 yılının Ağustos ayı itibariyle, yaklaşık beş bin kişilik bir terörist gurubu Şemdinli kuşatmıştı. Amaçları; hudut karakollarını ve Şemdinli’yi kısa süreli de olsa ele geçirmek ve sözde savaş hükümetini ilan etmekti. Bir ay içinde, imha amaçlı üç büyük karakol baskını yaşandı, öne Alan(Helena), ardında Aktütün( Bezele) ve nihayetinde Derecik(Rubaruk) karakollarına baskın tarzında eylemler yapıldı. Çıkan çatışmalarda 74 asker şehit düştü. Bununla birlikte, halkın desteği ile Mehmetçik örgüte ağır bir darbe vurdu.
Bu girişimi de sonuçsuz kalan Öcalan, halk ayaklanması (Serhildan) düşüncesini geçici olarak askıya aldı. Buna karşılık, bir yanda silahlı güçlerini elde tutarken, öte yanda, “Türkiyelilik, demokratik ve kültürel hakları, ana dilde eğitim gibi” masum demokratik istekler görüntüsü altında, terörü siyasi alana taşımaya başladı.
Aradan yıllar geçti. Uğur Mumcu ve Cem Ersever 1993’te öldürüldü. Her ikisinin de cinayeti faili meçhul kaldı, katiller bir türlü bulunamadı. 1999’da Öcalan Türkiye’ye, bir ABD-İsrail operasyonuyla, teslim edildi.
2002’de Türkiye’de siyaset değişti ve AKP tek başına iktidar oldu. Teröre siyasi çözüm adı altında, Öcalan’ın nerdeyse tüm istekleri yerine getirildi, ama bir şey hariç, o da; Öcalan ve ekibi devlet yönetimine bir türlü getirilemedi, Kürdistan kurulamadı.
Şimdi Öcalan İmralı’da yatıyor, ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir hükümlü. Silahlı güçleri yine ayakta. Ardına aldığı küresel güçler, yine desteğinde. Sözde savaşa hükümeti kurmak ve ‘Serhildan’ dedikleri halk isyanını çıkarmak düşüncesi, yine akılda.
Önceden planlanmış olan ve ‘KCK’ adıyla bilinen ‘halk Meclisi’ kuruldu, çalışıyor. Geriye bir tek isyan kaldı yani ‘Sehildan’; isyan çıkarak ‘Devlet’i dize getirmek, hem hapisten kurtulmak, hem de Doğu’da yönetimin başına geçmek.
Peki nasıl?
92’de planlanan ayaklanma, halk desteği olmadığı için gerçekleşememiştir.
Çiller siyaseti 93’te getirilerek şiddet tırmandırılmış ve güvenlik gerekçesiyle 3.225 köy ve mezra boşaltılmıştır. Yaklaşık iki milyon insan göç ettirilmiştir.
Göç eden insanlar, kasten kendi kaderine terke edilerek mağdur bir halk kitlesi ve gençliği yaratılmıştır.
Habur açılımıyla terörist guruplar, bu mağdur halk ile buluşturulmuş, ayrılıkçı Kürt hareketine halk desteği sağlanmıştır.
Bu destek ve AKP Siyaseti eliyle PKK terör örgütü, Doğu ve Güneydoğu’da güç ve otorite haline getirilmiştir. Artık arkasında belli bir halk desteği vardır. 92’de gerçekleştirilemeyen ayaklanma şartları artık oluşmuştur.
ŞİMDİ DİKKAT!
Bu bir PKK değil, AKP projesidir!
Bir zamanlar Erbakan’ın “bu olacak ama kanlı mı olacak, kansız mı olacak” sözlerindeki ana fikir Erdoğan siyasetiyle; “Kürdistan kurulacak ama kanlı mı olacak, kansız mı” şeklinde dönüştürülmüştür.
Erdoğan siyaseti Türk milletini tehdit etmektedir, nasıl mı?
Erdoğan siyaseti, ABD’nin projesine uygun olarak Kürdistan kurulmasına karar vermiştir. Türk milletine iki seçenek sunmaktadır;
Ya bana oy vereceksin, ben kansız bir şekilde Kürdistan’ı kuracağım!
Ya da bana oy vermeyeceksin, ben de ayaklanma çıkarıp, kanlı bir şekilde yine Kürdistan’ı kuracağım!
Bu iki seçenek nasıl uygumla geçecektir?
PKK’ya destek verilerek ayaklanma potansiyeli yaratılmıştır.
Haziran 2011 seçimlerine kadar “Özerk Kürdistan” Kürdistan Bayrağı” Kürtçe ana dilde eğitim” gibi tartışmalar hız kazanacak, yer yer Doğu’da halk hareketleri tırmandırılacaktır.
Seçimlerde AKP tek başına iktidar olursa, hemen Anayasa’yı değiştirecek; Türk kimliği kaldırılacak, yerel yönetim reformu denilerek belediyelere ÖZERKLİK verilecektir. Kaynak ve insan yönetimi ardında İsrail ve ABD olan PKK’nın eline geçecektir. Anayasa’da Türkiye üniter olacak ama fiiliyatta Özerk Kürdistan hayata geçirilecektir.
Barzani Kürt Devleti’ni ilan edecektir.
Doğu bir halk hareketiyle sözde bir referandum yapılıp, Barzani Kürt devleti ile birleşmek kararı alınacaktır. Bundan sonrası yine ayaklanmaya dönüşecektir.
AKP TEK BAŞINA İKTİDAR OLAMAZSA;
“ ZATEN TABANI HAZIR OLAN AYAKLANMA, TEMMUZ AYI İTİBARİYLE BAŞLATILACAK VE YENİ GELEN HÜKÜMET, BİR AYAKLANMA İLE KARŞI KARŞIYA KALACAKTIR”.
Bu olası ayaklanmanın merkez üssü Hakkari, Yüksekova ve Şemdinli’dir. Osmanlı’da ilk Kürt ayaklanması olan Şeyh Ubeydullah ayaklanması Şemdinli’den başlamıştır. PKK’nın ilk saldırısı Şemdinli’ye yapılmıştır. Şemdinli, Barzani’nin Kürt devletine giden en kısa yoldur. İlk isyancı başı Şeyh Ubeydullah Şemdinli Bağlar köyündendir. Nakişbendi Şeyhi Seyyid Taha’nın oğludur.
TÜRKİYE NE YAPABİLİR?
Türk milleti uyanmalı ve AKP’nin bir siyasi parti değil, siyasi bir proje olduğunu görmelidir. Bu amaçla Türk aydınları karış karış Anadolu’yu gezip halkımızı aydınlatmalı ve tehlikeden haberdar etmelidir.
Nakşibendî tarikatına üye olan kardeşlerimiz, AKP’nin yarattığı bu tehlikeden haberdar edilmelidir. Çünkü bu ayaklanma, Nakşî Kürt ağaları ile PKK ağaları tarafından hazırlanmakta ve Gülen siyaseti buna destek vermektedir.
Türk Ordusu böylesi bir tehdide karşı çok geniş çaplı bir harekât planını şimdiden yapmalıdır. Bu plan içerinde, ayaklanma bastırıldıktan sonra, hayata geçirilmesi düşünülen reformlar da yer almalıdır; “Tarikat ve cemaat okul, yurt ve pansiyonların devletleştirilmesi, özel okulların devletleştirilmesi, toprak reformunun yapılması, cehaleti ortadan kaldıracak bir seferberliğin hayata geçirilmesi, feodal ağalığa son verilmesi, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gibi ekonomik, sosyal reformlar…
Siyasi partiler güç birliğine gitmelidir. Türk ordusuna yapılan haksız saldırılara karşı, tüm siyasi partiler harekete geçmeli, bu saldırıları durdurmalıdır. Tüm siyasi parti başkanları Genelkurmay Başkanlığı’nı ziyarete gitmeli ve olası bir ayaklanma tehdidinin nasıl bertaraf edileceği konusunda görüş alış verişinde bulunmalıdır.
Bu amaçla Türk milleti AKP siyasetini derhal değiştirmek için, yeni ve milli(ulusal) bir siyaseti iktidara taşıyacak şekilde oylarını birleştirmelidir.
Kaybedecek zaman yoktur, geçen her zamanda ayaklanma yapmayı düşünenler, halk desteklerini artırmak için ellerinden geleni yapacak, dolayısıyla bu tehdit her geçen gün büyüyecektir.
Bu bir komplo senaryosu değildir, senaryo diyenler, açıp yakın Türk tarihinde çıkan isyanları iyi okumalıdır. ABD, Kuzey Irak’ta, 2011’de, bağımsız bir Kürt devletinin kurulduğunu ilan etmeye hazırlanmaktadır.
Ben bir kişiyim, tek. Sizlerin desteğiyle tek başıma bu mücadeleyi sürdürüyorum, kimseyle organik bir bağım yoktur.
Bu mücadeleye katkım sınırlıdır, biliyorum.
Yazıyorum, Anadolu’yu karış karış gezip anlatıyorum. İl, ilçe ve köylere, üniversitelere gidiyor ve bu tehlikeyi açık açık anlatıyorum. Bir yandan da İstanbul soruşturmasıyla uğraşıyorum, bize baskı yapıyorlar, susturmaya çalışıyorlar, bir ölçüde tehdit ediyorlar ama hepsine ailece katlanıyor, mücadeleyi bırakmıyoruz asla bırakmayacağız.
Bizi bu mücadelede destekleyen kardeşlerim. Kardeşler arasına kan girmeden bu tehlike yok edilmelidir. Araya kan girdiğinde, tehdit daha da ağırlaşacaktır.
Hem bizi desteklemek hem de bu mücadeleye, bizim çalışmalarımız çerçevesinde, katkı sağlamak istiyorsanız; Kurt Kapanı(Tehlike Yakın ve Ağır) ve İhaneti Gördüm kitabını alınız, gücünüz ölçüsünde ücretsiz dağıtınız, okuyunuz, okutunuz, köylere gönderiniz, öğrencilere ücretsiz veriniz, köy öğretmenlerine gönderiniz, Gülen cemaatine yakın olanlara gönderiniz, herkesin bu tehlikeyi görmesini sağlayınız.
Amaç, halkımıza, bu yolu da kullanarak, ulaşabilmektir. Tehlikeyi gören Türk milleti, sağduyusunun gücüyle bu tehlikeyi yok etmesini bilecektir.
Not: Kurt Kapanı kitabı esas alınarak bu yazı hazırlanmıştır.
Erdal SARIZEYBEK, 21 Aralık 2010