Bozkurt İlçesi iki dağ arasındaki sel yatağına kurulmuştur. Vatandaşın göremediği tehlikeyi devlet görmek zorundadır çünkü devletin elinde uzman kadrolar vardır. Gerçi sel yatağına kurulan bir ilçeyi hangi tehlikelerin beklediğini görmek için uzman olmaya da gerek yoktur.
Sel yatağındaki 600-700 metrelik düzlük alan imara açılır. Vatandaş dizi dizi apartmanlar diker. Şimdi sıkı tutunun!.. Devlet de o sel yatağına hastane ve okul yapar. Gerideki dağlarda oluşan sel Bozkurt’a ulaştığında önüne kattığı odun, çalı çırpılarla köprü ve menfezleri tıkar ve sel ilçeye yayılır. Devlet hastanesindeki hastalar çevre ilçelere kaçırılır. 1. ve 2. selde ölenlerin sayısı 100’ün üstündedir. Güler misin, ağlar mısın?..
Şimdi bu acı gerçekleri sorgulamayan OTlar - TV ekranlarından sahte bir başarı hikayesi pompalanır:
“Üç bakanımız afet bölgesine ulaştı!..” Alkıııışşş!..
“Devlet yaraları sarmaya başladı!..” Alkıııışşş!..
“Devlet Hastanesindeki hastalar üstün başarı ile çevre ilçelerdeki hastanelere nakledildi!..” Varooolll, çok yaşşşaaa, alkıııışş!..”
Felaketin sorumluları başarı ile alkışlanır.
İsra Suresi 13. Ayette deniliyor ki:
“Biz sizin kaderinizi kendi çabanıza bağladık”.
Yani Bozkurt ilçesi kurulurken, imar izni verilirken, sel yatağına hastane, okul, karakol yapılırken bu olaya “Afet Allah’tan geldi, biz kul olarak kaderimize boyun eğeceğiz” demek Müslümanlık değil aptallıktır. Felaket bölgesine gelen bakanlarla avunmak da üç kat fazla aptallıktır.