Hacdan Önce, Hacdan Sonra
Sağlık ve afiyet cümlenin üzerine olsun, süreğen rahatsızlık nedeniyle ilginç olayların bazen yazık ki gerisinde kalıyor ve arkadan yazıyorum. Anlayışla karşılanacağını umarım.
AKP’ye mensup beş hanım milletvekilinin hac farizasını yerine getirdikten sonra TBMM Genel Kurulu’na başları türbanlı olarak girmeleri üzerine Meclis’in görünümü çeşitlenip daha da renklenerek şenlendi. Ama sormadan edemeyeceğim: Ayol bu kadar da geç hidayete erilir mi?
Kapatılmış Refah Partisi’ nden bu yana amaç ve hedef hele de iktidara geldikten sonra AKP hükûmetlerinin özgürlük kisvesi altında yavaş yavaş sokağa çıkarttıkları türbanı kamuya da sokarak laikliğin altını oymaktı. Bilinmez ama belki de yaklaşan seçimler nedeniyle sonunda huzur gerekçesine sığınan ana ve yavru muhalefet sayesinde bunu da becerdiler.
Fakat bu becerileri ile ilintili olarak akla yanıtlanması gereken bir soru da geliyor:
“Hacca gitmeden önce” ve “hacca gittikten sonra İslam” diye acaba iki ayrı tür İslam mı var? Hani BOP gereğince ABD’nin bir ara Türkiye’yi ılımlı İslam ülkesi niteliği ile tanımlamaya çalışmış olması gibi. Oysa, nasıl bir ve tek Allah varsa, İslâm da bir ve tektir. Nokta!
Eh, o hâlde ansızın sahnelenen bu mizansen neyin nesidir?
Ana muhalefet bu sorunun yanıtı olarak “AKP’nin din olgusunu iktidar uğrunda siyasallaştırılma hareketinin simgesidir” diyor.
Vay sen misin diyen? Fırsat bu fırsat, Başbakan Erdoğan alışıldığı üzere hemen ver yansın etti ve ana muhalefet CHP’yi yine bir güzel haşladı:
“Başörtüsü nasıl siyasi simge olabilir yahu? Türban dinin gereğidir. Cehalet çok kötü bir şey, dinimizin böyle bir emrinin olduğunu bilmeyecek kadar cahil ve bu adam milletvekili!”
Bir kere, siyasallaştırılmış dinsel simge analarımızın, ninelerimizin Orta Asya’dan başlayarak yüzyıllardır kullandıkları rahat beyaz başörtüsü değil, Hindistan’daki Sih’lerin baş kabından Fransızların 1930’larda modaya uyarladıkları türbandır. 1940’ların ortasına kadar Hollywood filmlerine de bulaşmıştır. Yaşıtlarım türban biçiminde şapka takmış yıldızları anımsayacaklardır. Türbanın bir türü de “dinin emridir, dinin gereğidir“ diye bizde moda, dolayısıyla da ticari mal ve kazanç aracı haline getirilmiş, kocaman marka güneş gözlüğü eşliğinde sıkma baş denilen pahallısından rengârenk eşarpların başa bağlanma biçimidir. Sakil bir biçim! Çünkü eşarbın altına ne konuluyorsa, kafanın üst arkası yukarıya doğru uzayarak eski Mısır’daki firavunların yumurtayı andıran şişkin baş kabını çağrıştırıyor. Küçücük kafada kat kat kabuklarıyla irisinden bir baş soğan gibi durduğu da söylenilebilecek türban!
Bu acayipliği kesinlikle din emretmiyor. İslam’ın biricik kaynağı Kuran’da türban ya da sıkma baştan değil yalnızca başörtüsünden sõz ediliyor. 1 Uygur Türkü Muhammed Nakkaş Mehmet Siyah Kalem’in böyle beyaz bir başörtüsü altından çıkarttığı kocaman göğsüyle
mahallenin ortasında çocuğunu emziren bir ana resmi vardır - 15. yüzyıl ile tarihlendirilir! Peki ama onlar da Müslüman değiller miydi? Müslümanlık sadece AKP’ye mi vergidir? Başörtüsünün iktidar uğrunda uydurulmuş türban adıyla siyasete âlet edilmesi ve bu yapılırken de iktidar yanlısı kurnazların başörtüsünü türban modasına dönüştürüp bir kazanç vasıtası haline getirmeleri, evet!, yalnızca AKP iktidarına özgüdür. Çatlaklar görünen tabanından seçimlerde hiç kuşkusuz bunun hayrını görecektir.
Kısaca, son bir gelişme daha:
Yüksek eğitim amacıyla Anadolu’dan gelen kızlı erkekli şunca evlâdımızın üniversite süresince kaldığı, apart denilen, kiralık özel mülk “öğrenci evlerinin karmaşık ortamında her şey olabiliyor” diyerek sözün nerelere gidebileceğini düşünmeden ya da bilerek kasten söyleyip muhafazakar demokrat iktidarının meşru yaşam için gereken yasal düzenlemeleri de yapacağını açıklayan ve böylece genç üniversitelilerin kırsaldaki ailelerini hiç yoktan yere endişe ve korkuya sevk eden Başbakan Erdoğan bu ve önceki benzeri patavatsız sözleriyle ülkemize hiç yakışmıyor. Esasen, Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı icraat ve söylemleriyle zaten başından beri yakışmıyordu! Yaklaşan üçlü seçimler sürecinde bunun da bedelini ödeyecektir. Yeter ki ana ve yavru muhalefet aday adaylığına da sıçramış partizan ve polemik laf ebeliğinden ziyade etkin ve etmen bir muhalefet olsun! Ben merkezli, kendini seven narsist yapısına rağmen Başbakan da sonuçta sadece kalımsız bir insan olduğunu unutnasın.
1 Daha fazla bilgi için bakınız. 1 Kasım 2010 tarihli Güncel Meydan’da “Başörtüsü, Turban, Tesettür” başlıklı yazı.
E. Fuat TEKÇE, 9 Kasım 2013