Hak davası ile kan davasını karıştırmak
Şimdi bazıları buna askeri savunma yazısı diyecek. Ya da daha ileri gidip, demokrasiden, hukuktan, özgürlüklerden nasiplenmemiş statükocu bir kişinin reaksiyonu diyecek. Bunları önemsemiyorum.
Türkiye'nin içinde bulunduğu derin siyasi kriz ve kamplaşma, her iki taraftan yana tavrını koyanları da çok ciddi bir savrulmaya doğru sürüklüyor. İki keskin cephe alabildiğine çatışırken, bu ülkenin, insanlarının nasıl zarar gördüğüne pek kimsenin dikkat ettiği yok. Birileri ülke kurtarma adına, birileri de demokrasi ve özgürlük adına çatışmada yerini alırken, büyük iktidar savaşının ve bölgesel projenin şaşkın taraftarları olmanın ötesinde hiçbir idraki olmayan bazıları da kendince bu savaşta saf tutmaya, kurgulanan senaryoda rol kapmaya çalışıyor. Nasıl olsa, demokrasi ve özgürlük dediğinizde hiçbir hareketiniz sorgulanmıyor. Nasıl olsa demokrasi ve özgürlük söylemiyle yola çıktığınızda ulaşmak istediğiniz hedefi kimse sorgulamıyor.
Hudson tartışması birkaç haftalık. Ben 2003'ten beri benzer senaryoları gündeme taşıyorum. Her biri birbirinden dehşet, darbe ve iç savaşı içeren bölge ve Türkiye senaryolarına ilişkin çağrılarıma nedense kimsenin dikkatini çekemedim. Hatta Ak Parti'yi hedef alan şiddetli kampanyaya dikkat çektiğim zamanlar Ak Parti'den bile bir reaksiyon gelmedi. Bunun üzerine "Ak Parti neden bu adama haddini bildirmiyor" diye yazı yazmak zorunda bile kaldım. Çünkü söz konusu kampanya Türkiye'yi derinden bölmeyi, iç çatışmalara sürüklemeyi hedef alıyordu. Yine kimseden ses çıkmadı.
Ama Hudson olayı bir şekilde deşifre edildi ve ilk kez böyle bir şey oluyormuş gibi kıyamet koparıldı. Söz konusu toplantılar üzerinden Türkiye'deki iç çatışma şiddetlendirildi. 2007-06-19 tarihli "Aptal yerine konulmak" başlılığı altında oldukça sert cümleler kullanmama rağmen kendimi, bir gelişmeyi sorgulamaktan alıkoyamadım. O da şu:
Mazlum-Der, Türkiye'ye ilişkin senaryoların konuşulduğu toplantıya katılan Tuğgeneral Süha Tanyeli ve Washington Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu ile diğer kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu.
Dilekçede, bu kişilerin tutumunun, "ülkenin düzenini bozmaya, kargaşa oluşturmaya, halk iradesiyle işbaşına gelmiş hükümeti işlevsiz kılmaya, toplumu kaosa sürükleyerek terörist faaliyetlere zımni destek anlamına geldiği" öne sürüldü. Tanyeli ve Nogaylaroğlu ile toplantıya Türkiye'den katılan diğer kişilerin, eylemlerinin Türk Ceza Kanunu'nun 311. ve 312. maddelerinde düzenlenen "Yasama organına ve hükümete karşı suç" kapsamında değerlendirilerek, cezalandırılmaları talep edildi.
Buraya kadar bir şey yok. Herkes söz konusu toplantıyı Türkiye'nin aleyhine bir çalışma görüp şikayet edebilir. Bana göre de burada garip bir ilişki var ve sorgulanması gerekiyor. Ama sormadan edemiyorum:
Acaba söz konusu toplantıya sadece siviller katılsaydı ve aynı senaryo tartışılsaydı Mazlumder o toplantı için de suç duyurusunda bulunacak mıydı? Mesela SAREM yetkilileri katılmasaydı, gazeteciler, yazarlar, Kuzey Irak'tan temsilciler, siyasi partilerden isimler katılsaydı, Mazlumder yine de bu olayın üzerine gider miydi? Eğer cevap "evet"se daha önceki benzer toplantılar, iç savaş ve etnik çatışma senaryoları, yeni harita taslakları, askeri darbe provokatörlükleri sırasında neden ses çıkarılmadı? O toplantılara da Türkiye'den insanlar, "Türkiye uzmanları" katıldı. Neden hiç biri hakkında suç duyurusunda bulunulmadı?
Burada mesele senaryo değil de, sadece asker katılımcı olması mı? Mesela sadece üniforma giymesi bir insanın suçlu olduğu, potansiyel tehlike olduğu anlamına mı geliyor? Neden bu tür 'STK'lar, hep belli çevrelerin ortak çıkarlarıyla aynı paralelde hareket eder? Onların dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman olurlar? Bu sadece özgürlük ve hak mücadelesi midir?
Mazlumder bir araştırma yapmalı. Türkiye'den katılımcıların olduğu benzer toplantıları incelemeli. Madem konu Türkiye için kötü senaryolar, o zaman teröre destek çıkan, bu ülkeyi iç çatışmalara sürükleyen, etnik kavgayı hedefleyen ve Türkiye'den de katılımcıların olduğu toplantıları deşifre edip suç duyurusunda bulunmalı.
Yaptığım bir niyet okuma değil. Birilerini savunma da değil. Hak davası ile kan davasının karıştırılmasından endişe ediyorum. Ve bir çok çevrenin hak ve özgürlük adı altında kan davası güttüğünü, bu durumun da en az o toplantıda konuşulanlar kadar tehlikeli olduğunu belirtmek yerinde olur sanırım.
Meramım Mazlumder'i tartışma konusu yapmak değil. Bunu daha önce yaptım. O tartışmadan sonra yayınlanan basın bildirisinde, PKK için "silahlı muhalif grup" ifadesini gördüğümde; "PKK ve PJAK'ın bölge ülkelerine karşı koz olarak kullanan ABD bile, en azından görüntüde bu örgütü terörist örgütler listesinde gösterirken Mazlumder'in bu söylemini nasıl anlamalıyım" diye sordum kendi kendime.
Endişem şu gerçekten: Tek taraflı bakmak, sadece bir tarafı mahkum etmek, etnik milliyetçiliğin sadece bir tarafını sorgulamak tehlikeli. Mazlumder'den beklentimiz, Türkiye'yi, insanlarını, geleceğini, refahını ve özgürlüğünü, kardeşliğini bütün boyutlarıyla desteklemesi. Askerin katılmadığı ancak Türkiye'yi bölmeye, etnik savaşa ve bunalımlara sürükleyen senaryolara katılanlar hakkında da suç duyurusunda bulunması. Gerçekten iyi niyetle soruyorum: Askerler katılmasaydı yine de suç duyurusunda bulunulur muydu?
İbrahim Karagül-Yeni Şafak