Halk Nasıl İğfal Edilir?
Habur şokundan sonra PKK ile görüşmeler sızdırılıp, milletin psikolojik bariyerleri kırılırken,
Devlet, KHK’lerle tepeden tırnağa dizayn edilirken,
Medya tek ses, tek nefes haline gelirken,
Emperyalistler, “reformları“ alkışlarken,
Devlette, “Rabbim verdikçe verdiği”nden, kadrolaşma tamamlanırken,
Adalet dağıtmakla görevli olanlar bizzat “adaletsizlikten" yakınıp, istifa ederken,
Hekimler bile "iş" derdine düşürülürken...
Yıllar önce yaşanmış, benzer bir filmi hatırlamak ister misiniz?
****
Hitler’i çoğunlukla sadece Yahudi soykırımı yapmasıyla biliyoruz.
Oysa o, devletini “ari'leştirmişti”!..
Ari'leşmeyi bire bir yaşayan, Almanya’dan ayrılmak zorunda kalınca Türkiye’nin daveti üzerine İstanbul’a gelen, 1933-1952 arasında çağdaş Türk hukuk sisteminin kurulmasına önemli katkılarda bulunan, ölene kadar Türk vatandaşı sıfatını bırakmayan ünlü hukukçu Ernest E. Hirsch’in ağzından o “utanç ve batış" günlerini dinlemek ister misiniz?
Buyurun öyleyse:
Hirsch sadece hukuk profesörü değildir. Aynı zamanda bir hâkimdir. Ömür boyu kazanılmış bu hakka göre azledilemez konumdadır ve hâkim bağımsızlığı yasaların güvencesi altındadır. Bu konuda hiçbir zaman ve hiç kimsenin bir değişiklik yapma imkân ve ihtimali yoktur.
Ta ki, Hitler Başbakan olana dek.
1933 Martı’ndaki seçimlerde Hitler’in partisi yüzde 43.9 oy alır; ama mutlak çoğunluğu kazanamaz. En güçlü parti olmasına rağmen ancak bir başka partinin desteğiyle çoğunluğu sağlayabilir.
Parlamento ve hükümet, Anayasa’ya uygun biçimde kurulmuştu. Bu nedenle bir “ihtilal” den değil de “inkılâp“tan söz ediliyordu.
Hitler, yeminle güvence verdiği gibi, "anayasal yoldan" iktidara gelmişti. Bu iktidarı nasıl ve hangi amaçla kullanacağını ise “Kavgam" adlı kitabında, herkesin anlayabileceği bir açıklıkla anlatmıştı. Hitler, “Her Şeyin Üzerinde Almanya” kurmak gibi vaatlerde bulunuyordu.
Devamını Hirsch’ten dinleyelim:
“Halkı iğfal etti. Ama 1933’ten önceki yıllarda Alman basınının büyük kısmının seviyesizliğine tanık olan, özellikle de sözde bağımsız basının rezilliğini bilen, siyasi mücadele üslubundaki kabalaşmayı izleyen ve parlamentoda Weimar Anayasası'nın ilkelerine sarılan orta yolcuların, Hitler yönetiminde hukukun ve anayasanın çiğnendiğini gördükleri halde nasıl çaresiz kaldıklarını bilen herkes, iktidarı (anayasal yoldan) ele geçirmenin, gerçekte bir hükümet darbesini dış görünüşte meşrulaştırmaya yarayan bir kılıf olduğunu kavrayabilirdi.”
Hirsch’e göre, bu çapta siyasi altüst oluşlarda, Alman halkının “kollektif suçlu" olduğundan söz etmek saçmalıktır.
“Suç isnadı ancak bunu uygulayanlara yöneltilebilir. Uygulayanlar ise her zaman için vicdansızlardır” diyen Hirsch, bu işin sorumlularını şöyle anlatır:
“Seçmenlerin kararıyla iktidara gelen çoğunluk tarafından örülmüş olan çorabın sonuçlarına, tüm halk politik olarak katlanmak zorunda kalmıştır. Seçimler gizli olduğundan, seçmenleri tek tek tespit edemezsiniz, sadece seçilen milletvekillerini tespit etmeniz mümkündür. Eninde sonunda; devlet gücünün uygulanmasındaki siyasi sorumluluk, bu milletvekillerinin sırtındadır. Bunlar, hükümete sadece güvenoyu vermekle kalmamış, bunun da ötesinde görevleri olan ve parlamenter sistemin özünden kaynaklanan denetleme görevinden vazgeçmiş, böylece hükümete sınırsız eylem özgürlüğü sağlamışlardır.“
Bu genel tespitten sonra somut örneklere geçelim:
Hitler'in yetki kanunu
24 Mart 1933’te parlamentoda bir yetki kanunu kabul edilir. Bu kanunla, o güne kadar geçerli olan yetki düzeni kaldırılır ve Nazi yönetimi “devrimlerine“ başlar. İşin ilginci bu yeni yetki düzeni, içte-dışta ve uluslararası düzeyde süratle kabul görür. Hâkimler de, üniversite yönetimleri de itirazsız boyun eğer.
Hirsch’e göre: “1 Nisan 1933’teki (Yahudi Boykot Günü'nde) siyasi yönetim, Alman kamuoyuna neleri kabul ettirebileceğini ve engellenmeksizin ne gibi alçaklıklar yapıp yaptırabileceğini sınamıştı.” aslında. Alman halkı bu denemeyle “terörize edilmeye" izin vermiş, medeni cesaret gösterememişti!..
O günden 2 gün önce Hirsch’i Eyalet Mahkemesi Başkanı arayıp, makamına çağırır. Kendisine, yeni bir haber gelene kadar hâkimlik yapmaması “ricası“ tebliğ edilir. Meslektaşlarının aksine, hâkim bağımsızlık ve yeminini hatırlatıp, bu karara itiraz eden Hirsch’e: “İzinlisin.“ denir.
Bir hâkimin zorunlu izne çıkarılması, “hem her türlü yasal ve hukuki temelden yoksundur, hem de kuvvetler ayrılığı ve hâkimlerin bağımsızlığı ilkesine, ayrıca Kamu Personeli Hukuku'na indirilmiş ağır darbedir”.
Ne yapacağını düşünen Hirsch’e, arkadaşları şu tavsiyede bulunur:
“Mahkeme merdivenlerinde kendinizi öldürtürseniz, kimseye bir yararınız dokunmaz. Bugün artık bir dava uğruna ölen kahraman filan olmuyor, çünkü terör karşısında herkes susmak zorunda... “
Hirsch çok eski bir dostuna gider, o da Yargıçlar Birliği’nin o zamanki başkanı, Senato Başkanını arar. Sonunda Hirsch’e şunu söyler:
“Genç meslektaşım, sizinle birlikte sessizce tahammül ediyoruz."
Hirsch patlar; “ Kusuruma bakmayın, sizden yaşça genç olduğum halde sözlerinizi düzeltmek zorundayım; siz sessizce tahammül etmiyorsunuz, sessizce müsamaha ediyorsunuz..."
“Siz" hitabı, tüm Alman hâkimlerine yöneliktir. Çünkü hâkimlerin meslek teşkilatı, Adalet Bakanı’na somut hiçbir müracaatta bulunmadığı gibi görevden keyfi uzaklaştıramama ilkesinin göz göre göre çiğnenmesine “gık“ bile dememiş, hiçbir protesto girişiminde bulunmamıştır.
Özetle: “Alman hâkimleri ve hâkimlerin meslek kuruluşları, tüm keyfi davranışlara boyun eğip, bunları sessizce kabullendiler. Devlet memurluğunun tüm şartlarını eksiksiz yerine getiren ve büyük kısmı zerrece siyasi bir faaliyette bulunmayan sayısız hâkimin işlerinden tazminatsız atılmasına göz yumdular."
Temizlik kanunu
Hitler yönetimi, 7 Nisan 1933’te de “Devlet Memurluğuna Yeniden Saygınlık Kazandırma Kanunu” çıkarmıştır.
Kanun görünürde, “Memuriyetlere partililerin doldurulması ve devlet imkânlarının yemlik gibi kullanılmasına karşı bir temizlik önlemi “ olacaktır.
Peki gerçekte neye yarar; Hirsch’e kulak verelim:
“Yeni rejimin istemediği kişileri memuriyetten atmayı ve açılan yerleri de liyâkatlarını kanıtlamış eski mücahitlerle doldurmayı amaçlamaktaydı. Tabi, aynı zamanda partiye kaydolmak için de ortaya atılan bir yem oluyordu. Bazıları partiye girerek, kendi mesleklerinde terfi etmeyi ve daha kolay bir hayat teminini tasarlamaktaydı. Fakülte ve hâkim meslektaşlarımdan bir örnek vereyim.
Bu zat, çoktandır parti üyesi olan bir savcının kendisine de bunu hararetle tavsiye ettiğini, kendisinin de sırf karısıyla, çocuklarını düşündüğünden bu tavsiyeye uyduğunu, yoksa kalben kesinlikle partiyle aynı görüşte olmadığını söylemişti. Vicdanını rahatlatmaya çalışmıştı yani.“
Resmi gazetede ihtilal
Hirsch devam ediyor:
“Nasyonal sosyalist ihtilâl, sırf sokakta değil, Resmi Gazete’nin sayfalarında da şiddetle esmeye başladı. Yetki Kanunu, Devlet Memurlarına Yeniden Saygınlık Kazandırma Kanunları'nın hepsi çoktan hazırlanmış olup, zamanını bekleyen kanunlardı. Bundan böyle kanunların parlamentoda tartışılmasına, karara bağlanmasına fiilen gerek kalmamıştı. Hükümet, her türlü taslağı kanun olarak meşru ilân edebilmekte, hakimlerin meslek kuruluşuna üye olan bakanlara da sadece olan biteni seyretmek düşüyordu."
Yargı seyrediyor, üniversite korkuyor... Noter, avukat ve doktorları da benzer akıbet bekliyor... Büyük göçler başlıyor...
İşte Hirsch’in son sözleri:
“Nasyonal sosyalist hareket, uzun ve kısa vadeli hedeflerini yıllardır açıkça ilân edip, duruyordu. Bu planların adım adım gerçekleştirilmesi için ne denli özenli bir lojistik hazırlık yapıldığını, Yetki kanunu ve bunun hemen ardından peş peşe çıkarılan kanunlardan açıkça görmemek için aptal olmak gerekirdi..."
****
Birkaç ay önce Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un,
Hukuksuzluklara karşı en önce hukukçuların ses çıkarması lâzım demesi,
AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli’nin, AKP’ye en az oy veren kesimin yargı olduğunu açıklaması,
Gücün, hukuk ve adaletin yerine geçmesi...
****
Mustafa Kemal Atatürk 5 Kasım 1925’te Ankara Adliye Mektebi’ni açarken şöyle diyordu:
“Cumhuriyetin müeyyidesi olacak bu büyük müessesenin açılışında hissettiğim saadeti hiçbir teşebbüste duymadım... "
Başbakan Erdoğan 1994’te ne söylemişti?
“Bu düzenin koruyucusu olamayız; mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar...”
Tesadüf müydü, Atatürk’e cevap mıydı?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler...
Müyesser YILDIZ
3 Ekim 2011
Silivri