Halk oylamasının ardından
Yok efendim referandumdu, hayır efendim halk oylamasıydı derken seçim kampanyasına dönüştürüldü, geldi ve geçti. Şimdi iyileşmesi için yaralar yalanıyor. Aslan yaralanınca öyle yapar…
Sonuç çoğu tahmıni yanlış çıkarttığı gibi kimi politikacıyı da hüsrana uğratacak kadar beklenenin tersine oldu. Örneğin Manisa’da AKP Başkan Yardımcısı Sayın Arınç, Hatay’da AKP iktidarının Adâlet Bakanı Sayın Ergin sonucundan emin oldukları “evet” ve Osmaniye’de de MHP Başkanı Sayın Bahçeli akıbetinden hiç kuşku duymadığı “hayır” bahsini kaybettiler. Hem de kendi seçim bölgelerinde! Eskiler “büyük lokma yut ama büyük laf etme” diye boşuna söylememişler meğer! Saygıdeğer hazırcevaplar acaba şimdi ne diyecekler? Ama hayrettir, alışılanın aksine bu kez nasıl olduysa susuyorlar.
Yurtdaşlık görevini yerine getirmek için insanlar tatillerini kesip yüzlerce kilometrelik yoldan geri dönerlerken ya Sayın Kılıçdaroğlu’nun anlaşılması güç oy kullanamama hâline ve ona ilişkin gerekçesine ne demeli?
Meşgûlmüş efendim!
Oysa listeler ülkenin her yanında oylamadan üç ay önce, 10 Haziran 2010 tarihinde askıya çıkartılmışlardı. Bir zahmet gidip de listeye bakmakta ana muhalefet partisinin başkanına yardımcı olacak ya da bunu kendisine hatırlatacak hiç kimse yok muydu etrafta?! Parti merkezindeki o kadar görevli, o kadar insan ne yapar? Lütfen birisi çıkıp da söyler mi?
Bu sakil kusura rağmen Başkan iyi çalıştı da teşkilât ve onu yönetenler neredeydiler? Yılların deneyimine sahip, az polemiğe rağmen yine de akıcı ve etkin konuşan Sayın Baykal propaganda kampanyasına katılmaya niye son anda davet edildi? Yoksa başkan değişti de CHP’de hâlâ mı birilerinin sultası var. Bu alışkanlık merkezde ve taşrada geniş tabanlısından çoğulcu katılım lehine değişmedikçe CHP hiçbir yere varamaz da olsa olsa sonsuza dek muhalefette kalır. Meğer ki emeklilere mahsus bir münazara kulübü olmaktan nihayet vaz geçilsin ve artık halka hemhâl olunsun.
Oylamanın propaganda sürecinde “Recep Bey, İ.E.T.T. işçisi, memur Kemâl” gibi tanımlamalarla şahsiyâta da yer verilen polemiğin düzeysizliğine bakılırsa ciddiyetimiz ile siyasi nezahetimizi çoktan kaybetmişiz de haberimiz yok! Olayın kendisi kadar sözün de özü bu!
Oysa siyâset nabza göre şerbet vermek için laf cambazlığı yapmak değil, milletin en küçük değer ve inceliklerini de dikkâte alarak ülke ve toplum yararına yapılacak, ciddiyet ve nicelik isteyen son derece duyarlı bir iştir.
Öte yandan Sayın Erdoğan’ın Atatürk, Cumhuriyet, demokrasi ve laiklik hakkındaki incileri hâlâ kalplerde bir yara iken yurtdaşımız bu kez de Başbakan niteliğiyle kalkıp “referandum demokrasi ve özgürlükler içindir” desin, Sayın Kılıçdaroğlu da “… ortaya irademizi koyduk, şunu şunu biz halledeceğiz” diye ahkâm kessin! “Peki ama nasıl halleceksiniz?” diye sorulduğunda da el cevap: “Arkadaşlarımız çalışıyorlar. Raporu bekleyin!”
Alıştık zâten, beklemesine bu defâ da bekleriz de kapatılmış Selâmet ve Refah Partileri’nin oy uğrunda yıllar önce sahneledikleri tüban oyunundan bu yana sizler konuyu iç siyaset malzemesi olarak dilinize dolamaktan başka ne yaptınız, o yıllardan bu yana nerelerdeydiniz? Ya kara çarşafa rozet takmalar!? Yetmedi, hemen ertesi gün tevil edilmeye çalışılan “genel af” gafı!?
Böylesine ağlar mısın?, güler misin?, türünden çelişkiler karşısında gel de “hadi canım sen de” diyen –ışıklar içinde yatsın- rahmetli İnönü’yü hatırlama!
Önceden de yaşanmış olduğu üzere küresel konjontüre bağlılık nedeniyle yeniden çalı yangını gibi gelip geçebilecek tüm iyimser ekonomik verilere karşın laik Cumhuriyet rejiminin durumu hiçte öyle lâfla geçiştirilebilecek gibi değil! Esâsen yıllardır ardı arkası kesilmeyen lâftan, cek’ten, cak’tan bu hâllere düşmedik mi?
Oysa yalnızca kendi kimlik ve kişiliğimize, kendi gücümüze ve devletler arasında amansız bir mücadelenin yer aldığı karmaşık çıkarlar dünyasında yalnızca ama yalnızca kendimize güvendiğimiz, zorluklarla dolu o Atatürk dönemindeki atılımcı ruha ihtiyacımız var. Sayın Başbakan’ın “…referansımız İslam’dır…” 1 dediği, başvuru kaynağı ahiret yaşamını gözeten dinsellikten çok bizi devlet ve toplum yaşamında çağdaşlığa götürecek devrimci bir ruh!.
Sayın Erdoğan %58 oranındaki “evet”’ oylarıyla geleceğe ilişkin tasarımları ve hâttâ kendi Cumhurbaşkanlığı için vize aldığını, partisinin yakın bir gelecekte geçireceği sınavların umutlu bir provası olduğunu düşünebilir. Örneğin, tümden yeni bir anayasa ile hemen gündeme getirilen başkanlık sisitemi gibi! Ama o tasarlanan yeni anayasa, iç hukukun evrensel hukuk ilkeleri ve insan hakları ile örtüştüğü millî bir uzlaşma anayasası mı olacak, yoksa günümüze kadar kâh açıklık kâh da gizlilik arasında seyreden dinsel ağırlıklı bir ideolojinin öğretisine göre mi kaleme alınacak? Lâik Cumhuriyet için bir yaşamal sorun bu!
Bir diğeri de, rahmetli Özal’dan beri özenilen başkanlık sistemi. Esâsen, Sayın Erdoğan da 1999 yılında Pınarhisar cezaevinde iken “bu ülkede başbakan ve cumhurbaşkanı olmadan ölmeyeceğim” dememiş miydi? Göreceğiz bakalım milli uzlaşma temeline dayalı yeni bir anayasa konusunda ne kadar dürüst ve samimidirler?
Zira %58 oranındaki “evet” oyuna karşılık seçmen kitlesinin %42’si de “hayır” dedi! Sayın Baykal’ın biraz da demagoji kokan öngörüsü tersine ne ülke karpuz gibi ortadan ikiye bölündü, ne de %42’lik “hayır” oranı iktidar için hafife alınıp küçümsenecek bir orandır. Ne var ki ana ve yavru muhalefet partileri nerede yanlış yaptılarını düşünecekleri yerde hemen %42’lik oran içindeki paylarının kavgasına düştüler. Ondan sonra da işlerine geldiği gibi, işlerine geldiği zaman uzlaşma kültüründen söz ederler. Onlar çekişedursunlar bir üçüncü de bıyık altında kıs kıs gülüyor hâllerine…
Kuzu postundaki kurtlar tarafından kaleler sekiz yılda bir bir düşürüldü.
Sanki muhasarada son hücuma hazırlanılıyor.
Meğer ki yaklaşan seçimlerde bir mucize olsun!
Gerçekten de, mevcut ana ve yavru muhalefetle umutlar mucizeye kaldı!
Kim bilir?, belki de en nihayet akıllanırız; ola ki muhalefet de akıllanır!
Sorun, siyasetin sömüremeyeceği eğitimli toplum sorunudur.
Eğitim, eğitim, eğitim ve ne kadar tekrarlansa da yetmez, yine eğitim!
Ama en basitinden bir örnekle gelin görün ki devletin parasız denilen ilk öğretim okullarında kayıt için her yıl artan miktarda para alınıyor. Hani yani, dar gelirliler için az buz da değil! TV kanallarından yansıdığına göre bu yıl “kesenize göre, 250.—TL” Üstelik de kutsal bildiğimiz “bağış” geleneğimize sıkılmadan sığınılarak. Ondan sonra da adil sosyal devlet, din, iman öyle mi?
Sıradan yurtdaşın yanına yanaşamadığı ve en kabadayısından iki haftada bir yüz gram, ikiyüzelli gram satın alabildiği et dahil vaz geçtim şimdilik her şeyden, hiç değilse önce şu eve götürülmesi güçleşmiş ekmeği düzeltin.
O zaman “şark”’a mahsus siyâsî katakulliye gerek kalmadan sevap da alırsınız, helâlinden oy da!
Ama sağda olsun ya da solda, nerede o dürüst siyâsetin yolunu açacak medenî cesaret?!
1 “TAYYİP. Kasımpaşa’dan siyasetin ön saflarına" (Ümit Yayıncılık, 2001. Sh . 145)
E. Fuat TEKÇE, 16 Eylül 2010 - Güncel Meydan