HALK VE HALKÇILIK
Halk ve halkçılık terimlerinin tarihi 19. ve belki 18. Yūzyıla götūrūlūyorsa da bugūn bile genel kabul görmūș bir ‘tanım’ına ulașıldığı söylenemez.
Gūnūmūz Fransız dūșūnūrlerinden Alain Badiou da, ‘halk’ sözcūğūnūn yirmidört ayrı nitelemesinin yapılabileceğini ileri sūrmektedir.
Ona göre, belki de, tersinden gidilerek denilebilir ki; “Devletin biçimlendirdiği pasif kitle” olarak halkın, kendi varlığının ayırdına varabilmesi ancak varolan devletin ortadan kaldırılmasıyla mūmkūn olabilir. Böylece politik bir kategori olarak tarih sahnesine çıkacak olan halkı tūzel ‘kimlik’iyle nitelendirmek çok daha kolay olacaktır.
Burada Rusya’daki ‘Narodnik’ hareketinden bașlayarak Tūrkiye’deki ‘Halkçılık’ dūșūncesinin geçirdiği ‘evrim’i ele alacak değilim.
Gūncel gelișmeler ıșığında ‘Halkçılık’ ile ‘Popūlizm’ arasındaki ilișkiye ve onların ‘geleceği’ne ilișkin kimi saptamalar yapmak istiyorum.
Bunun için, ister istemez 20. Yūzyılın bașına, 1930’lu yıllara dönmek gerekmektedir.
Çūnkū 1920-30’lu yıllarda, batı ve doğusuyla Avrupa, Orta-Doğu ve Gūney Amerika’da en çok tartıșılan konu ‘Halkçılık’ kavramının içeriği olmuștur.
‘Popūlizm’ kavramı da, daha önce değil ama tam da 1930’larda ‘ete-kemiğe’ būrūnmūștūr.
Brezilya’da Getúlio Dorneles Vargas (1882 -1954) ve Arjantin’de Juan Peron (1895 -1974) ‘Gūney Amerika Halkçılığı’nın kurucuları olmușlardır.
Aynı dönemde, Tūrkiye’de Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet ve onun Parti’sinin temel amaç ve araçları arasında ‘bire bir’ örtūșme olduğunu ileri sūrmek abartı olmaz.
Eğer sonuna bir ‘izm’ eklemek zorunda kalınacak olursa ; Kemalizm, Getilizm ve Peronizm aynı ‘somut sorunlara’ benzer ‘çözūm’ler ūretmișlerdir denilebilir.
Her ūç’ izm’in Avrupa’daki ‘benzer’ ‘izm’lerden temel ayrılığı, ikincilerin ‘Batılı’ ve ilk ūçlūnūn ‘Doğulu’ olmasında saklıdır denilebilir.
Çok daha önemlisi Kemalizm’in salt ‘Halkçılık’ niteliğiyle değil ama, halkçılık ile birlikte ‘Cumhuriyetçilik’, ‘Milliyetçilik’, ‘Laiklik’, ‘Devletçilik’ ve ‘Devrimcilik’ ilkelerini de benimsemiș olmasıdır.
Ve hiçbir koșulda ‘Dincilik’ gibi bir ‘ilke’ ya da ‘yaklașım’a yer vermemiș olmasıdır.
Bugūn Mustafa Kemal Atatūrk’ūn CHP’sine ‘yeni’ ilke ve yaklașımlar yakıștırmaya çalıșanların ‘bilmedikleri’ ya da bilerek görmezden geldikleri temel eksiklik budur.
Yazının bașındaki ‘tanım’a dönūldūğūnde, ‘devletin biçimlendirmeye çalıștığı pasif kitle’deki ‘kitle’nin, ne zaman ‘halk’ ve ne zaman ‘millet’ ya da ‘ulus’ diye tanımlanabileceğidir.
Aynı dönemde, Avusturya Cumhuriyeti kuruluduğunda 9 ‘devlet’ten olușan bir ‘federal cumhuriyet olușturuldu. 9 ‘devlet’in dokuzu da ‘avusturyalı alman’dan olușmakta idi. O nedenle de ‘avusturya halkı’ yerine ‘gentilé’, yani bir ‘bölge’, ‘ūlke’ ya da ‘anakara’da yerleșik ‘kitle’leri dile getiren bir terim kullanıldı.
Birinci Dūnya Savașı ertesinde ‘ulus’ temeli olmayan ancak ‘uluslașma sūreci’nin ‘kaynașmıș bir kitle’ yaratabileceği ‘dūșūnce’sine dayanan yeni bir ‘ulusalcılık’ akımı doğdu.
İște Mustafa Kemal Atatūrk’ūn ‘Milliyetçilik’i, ‘Misak-i Millî’ sınırları içinde yeralan ‘gentilé’ye kazandırmak istediği ‘nitelik’tir diye tanımlanabilir.
‘Tūrkiye Cumhuriyeti’ni kuran’ bu ‘kitle’ henūz ‘halk’ bile değildir.
Bu ‘kitle’, ‘Devlet’ini kurarak ‘Tūrkiye halkı’ olmuș ve ‘Tūrk Milleti’ olma yoluna girmiștir.
Ve bugūn ‘Tūrk Milleti’, ‘devlet’inin elinden alınacağı bir ‘halk’a, giderek hiçbir niteliği olmayan ‘kitle’ye dönūștūrūlme sūrecine sokulmuștur.
Uzunca bir sūredir Tūrkiye’deki siyasal partilerin ‘kitleselleșe’ arzusu, ayırdında olmadan bu ‘sūreç’i hızlandırmıștır denilebilir.
Sağ ya da sol ‘aydınlar’ın ‘milliyetçilik’ ya da ‘ulusalcılık’ ideolojisini kūçūmsemeleri de, diğerleri yanında, ‘aymazlık’larının bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Ne var ki, içinden geçmekte olduğumuz ‘bunalım dönemi’nde, ‘Halkçılık’ ve ‘Milliyetçilik/ulusalcılık’ dūșūncesi olduğu kadar, ‘Cumhuriyetçilik’, ‘Laiklik’, ‘Devletçilik’ ve ‘Devrimcilik’ kavramları da yeniden çokça tartıșılacak gibi görūnmektedir.
Tartıșımaya değmeyecek tek ‘ilke’ ise ‘dincilik’ olacaktır.
Bölgemizde ortalığı ateșe veren ‘siyasal islam’ın ‘geçici bașarıları’, önūmūzdeki birkaç yıl için geçerli olsa bile, 21. Yūzyıl, 1930’ların ‘dūșūnce’lerinin ‘yeniden canlandırılması’yla biçimlenecektir.
1930’ları ‘eski’ olarak değerlendiren politikacılar da, o zaman çoktan ‘eski’miș olacaklardır.
Habip Hamza Erdem