HALKÇILIK TİPLERİ (15)
‘Halk’ ve ‘Halkçılık’ özgül birer ‘içerik’ (contenu spécifique) olarak ele alınabileceği gibi özgün bir bakış açısından da (point de vue particulier) ele alınabilir demiştik.
Nitekim Türkiye’de ‘ ‘İç Anadolu sosyolojisi’ veya ‘Doğu Anadolu sosyolojisi’ gibi değerlendirmeler yapılmaktadır.
Demek ki, bu tür değerlendirmeler, ‘belli bir bakış açısı’ndan yapılmakta ve öznel (sübjektif) değerlendirme olmanın ötesine geçmemektedir.
Oysa ‘nesnel’ (objektif) değerlendirme yapmak, belli bir ‘yöntem’ uygulamakla mümkün olabilir demek bile fazladır.
Taguieff Pierre-André, anılan makalesinde ‘popülizm’i altı başlık altında sınıflandırmaktadır (*):
1° ‘Hareket’ olarak halkçılık;
2° ‘Rejim’ olarak halkçılık,
3° ‘İdeoloji’ olarak halkçılık,
4° ‘Tutum’ olarak halkçılık,
5° ‘Retorik’ olarak halkçılık,
6° ‘Meşruiyet’ olarak halkçılık.
Bu sınıflandırmaya sırasıyla yakından bakılacak olursa; örneğin ‘Hareket’ olarak halkçılık, Eski Roma’daki halk ve askerlerin hareketliliğine değin geri götürülebilir ve günümüzde kimi zaman ‘protesto’ ama çoğunlukla ‘milliyetçi’ boyutlarıyla ortaya çıkmaktadır.
‘Rejim’ olarak halkçılık, belki de en genelgeçer ‘popülizm’ olarak, karizmatik ve demagog bir ‘lider’in, ‘otoriter’ ve yarı-‘plesibiter’ rejimi altında ‘kitle’lerle ilişki kurma biçimidir.
Bilinen örneğiyle, ‘benim milletim’ diye başlayıp, ‘benim bakanım’, ‘benim valim’, ‘benim askerim’ diye sürüp gider.
Bu tip bir ‘popülizm’in ‘Halk’la ne kadar ilgili olduğunu ise, en iyi o halkın kendisi bilebilir.
‘İdeoloji’ olarak halkçılık, belli bir kişiliğe dayandırılsa da, ‘bütüncül’ ya da ‘tutarlı’ bir ‘öğreti’ olmaktan çok, geleneksel ‘politiko-kültürel’ bir tip olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’deki ‘Atatürk halkçılığı’ bu konudaki en iyi örneklerden birini oluşturmaktadır.
Oysa, tam da bu tip halkçılığın, ‘çağının çağdaşı’ bir temellendirmeye gereksinme duyduğu apaçıktır.
‘Tutum’ olarak halkçılık, ne sağcıyım ne solcu diyenlerin, ‘politik’ belirsizlik içinde, örneğin Fransa’da Jacques Chirac’ın 1995 seçimlerinde ‘demokrasi elden gidiyor’ sloganı benzeri, ‘demokrasi’yi kurtarma halkçılığına benzemektedir.
‘Retorik’ olarak halkçılık, benim halkıçılığım seninkinden iyidir anlayışına dayanan bir ‘polemik halkçılığı’ olup, halk ya da etnisiteyi önceleyebilir, ki Türkiye’deki ‘halklar’ anlayışı bu gruba sokulabilir.
‘Meşruiyet’ (légitimation) halkçılığı, medernite süreçlerinin ‘kriz dönemleri’nde ortaya çıkabilir: Kapitalizmin sanayi, teknik, iletişim ve bilişim gibi ‘süreç’lerinden birinden diğerine geçiş dönemlerinde ortaya çıkmaktadır da denilebilir.
‘Halkçı meşruiyet’, ya ‘halk egemenliği’ ya da ‘modern demokrasi’nin meşruiyeti olmak üzere iki ana temele oturmaktadır.
Ne var ki, bu iki ‘model’i biribirlerinden ayırmak da pek kolay değildir.
Her nasıl olursa olsun, bu iki temelden sapıldığına ilişkin belirtiler ortaya çıkacak olursa, bir ‘halkçı meşruiyet’ arayışı da, doğal olarak ortaya çıkacak demektir.
Dolayısıyla ‘zamanın ruhu’nu yansıtacak bir anlayış olarak değerlendirilebilir.
Kuşkusuz ayrıntısına girip, örneğin bilişim teknolojilerinin gerek ‘halk egemenliği’ni ve gerekse ‘modern demokrasi’ kurallarını nasıl ortadan kaldırdığına ilişkin örnekler verilebilir.
Ancak, bütün bu ‘sınıflandırma’ların ötesinde, örneğin ‘bilge halkçılığı’ diye adlandırılan Jules Michelet’nin görüşlerine geri dönmek gerekebilir.
(Sürecek)
(*) Taguieff Pierre-André, a.g.m. https://www.persee.fr