Halkımız Politik Tercihini Nasıl Yapıyor?
Kamuoyu anketleri AKP’yi sürekli önde gösteriyor. Bu durum bir yandan da anlamlı bir yapısal özellikle paralel gitmekte. Şöyle ki halk arasında AKP’ye olan destek eğitim düzeyi düştükçe artıyor, eğitim düzeyi yükseldikçe azalıyor. Bu, neden böyle? Çünkü düşük eğitimin de bir sonucu olarak sade yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu ülke sorunlarından, “makro” olaylardan habersiz yaşıyor, onlara ilgi duymuyor.
Bu ciddî handikabımızı ve bunun politik tercihe etkisini yakından görelim:
“İnsan, esas itibariyle “mikro” boyutlu bir varlıktır. Kendi küçük dünyasında yaşar genelde. Önce o dünyada olanı görür, algılar, ona göre düşünüp davranır, tepki verir. “Makro” dünyada olanı ise doğrudan göremez, algılayamaz, fark edemez, ona göre düşünüp davranamaz, tepki veremez. Tutum ve davranışları bu şartlar altında oluşup şekillenir. Ancak bu hal, mutlak değildir: İnsan eğer isterse, o vasi dünyada olup biteni de görüp değerlendirebilir. Şu şartla ki eğitimli olmalı, makro dünya hakkında bilgi birikimi olmalı, onunla ilgilenmeli, bilgisini kullanarak muhakeme etmeli, doğru sonuçlar çıkarabilmelidir.”
İnsan eğitim düzeyine bağlı olarak böyle mikro dünyada kaldıkça hep bu durumdadır. O dünyayı anlamak için makro düzeyde bilgiye ihtiyacı vardır, makro düzeyde gözlem yapması, bilgi sahibi olması, akıl yürütmesi gerekir. Çünkü orada olup biten, onun küçük dünyasını, onunla ilgili bilgilerini aşar! Çünkü türlü sebeplerden dolayı yeteri kadar eğitim-öğretim görmemiş, bilgi sahibi olamamıştır. Bu eksikliği de genellikle onun suçu değildir.
Günümüzde sokaktaki adam, kendi küçük dünyasında AKP’den, onun icraatından memnun görünüyor; çünkü AKP iktidarının çoğu başarısı onun mikro dünyası ile, basit, zorunlu ihtiyaçlarıyla ilgilidir: Beslenme, aşevleri, seçim öncesi gıda paketleri, ısınma, kömür dağıtımı, başını sokacağı bir konut, sağlığı… Bunlar somut şeyler, sade vatandaş bunları istiyor, görüyor, kolayca algılıyor, yaşıyor, değerlendirebiliyor. Siyasal tercihini de ona göre yapıyor.
Oysa toplumsal yaşamın bir de makro boyutu var, dolayısıyla AKP’nin performansının 1 da… Ülkenin bütünlüğü, ekonomik bağımsızlığı, gelişmesi, sanayileşme düzeyi, dış borçlanma derecesi, ülkenin uluslararası başarıları, istihdam durumu gibi… Halkımızın büyük çoğunluğu bunları göremiyor, soyut oldukları için kolay algılayamıyor. Çünkü bilgisi yok, bilinçlenmiş değil! Oysa bir iktidar partisine oy verirken, ideal olarak bu açılardan da değerlendirme yapmak lazım. Hakiki demokrasinin de bir gereğidir bu…
İSTİHDAM SORUNU
Şimdi yukarda saymış olduğum alanlardan birini seçelim, örneğin ülkemizin istihdam sorununu… Halkımızın politik tercihinin oluşmasını bu sorunu ölçü alarak analiz edelim. Sorumuz şu: AKP iktidarı bireyin mikro dünyasında başarılı diyelim, peki istihdam bakımından da başarılı mı?
Yanıt için AKP yönetimindeki Türkiye’nin, diğer ülkelere kıyasla istihdam alanındaki performansına bakalım. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'nın (OECD) yayımladığı "Bir Bakışta Toplum" adlı rapora göre, OECD ülkelerinde 2009 itibariyle istihdam oranı ortalama yüzde 66.1’dir. Türkiye'de ise sadece yüzde 44.3’dür ve en düşük düzeydir, bütün diğer üye ülkeler bu açıdan Türkiye’den daha başarılıdır. İstihdam oranı bir ülke ekonomisinde, belirli bir tarihte istihdam edilenlerin (fiilen çalışanların) çalışma çağındaki nüfusa oranıdır. Şunu anlatıyor bize bu oran: Türkiye’de her yüz kişiden yalnızca 44'ü iş sahibi olup, fiilen çalışmaktadır. Geri kalan 56 kişi ise –çalışabilir olduğu halde- çalışmamakta, hiçbir ekonomik değer yaratmadan geçimini çalışan bu 44 kişinin sırtından, onların gelirine ortak olarak sağlamaktadır. Türkiye'ye en yakın ülke yüzde 55.4 oranı ile Macaristan… Görüldüğü üzere aradaki fark hayli büyük, 11.4 puan!... İstihdam oranının en yüksek olduğu ülke ise yüzde 79.2 ile İsviçre'’dir, aradaki fark korkunç: 35 puan!...
Daha yakın bir yıla bakalım, örneğin 2011 (Aralık) yılına ait istihdam oranı yüzde 43,8… Görüldüğü gibi hiçbir iyileşme yok; tersine, az da olsa, durum daha da kötüleşmiş.
KADINLAR VE GENÇLER
Analizimizi biraz daha derinleştirelim. İstihdam oranını etkileyen değişkenleri, bunlardan ikisini gözlemleyelim: Kadın istihdamı ve gençlere iş bulunması… Adı geçen değişkenlere ait verilere baktığımızda yine aynı düşük performanslarla karşılaşıyoruz; bu da doğal, çünkü birbirine bağlı bu oranlar...
a) Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı TÜİK rakamlarına göre 2009 yılı itibariyle yüzde 26 düzeyindedir, oran 2005’de yüzde 25’di. Değerlendirmeleri etkileyemeyecek çok düşük bir artış var. Kadın istihdam oranları bunun daha altındadır. Avrupa Birliği’nde ise kadın işgücüne katılım oranı ortalaması 2008 itibariyle yüzde 63,9’dur. Devlet Planlama Teşkilatı 2013 yılında kadın katılım oranının yüzde 29,6 olacağını öngörmektedir. Kadınların işgücüne katılımı açısından Türkiye sadece gelişmiş Batı ülkelerinin değil, aynı zamanda hızla sanayileşen Asya Kaplanları ile Latin Amerika ülkelerinin de gerisinde bulunmaktadır 2 .
Bu oranın anlamı şudur: Avrupa’da ortalama olarak, çalışabilir durumda olan her 100 kadından 64’ü üretim sürecine dahil edilmiş durumdadır. Türkiye’de ise sadece 100 kadından 25’i… İstihdam oranımızın düşük olmasının bir sebebi işte budur, Avrupa’ya göre fakir olmamızın önemli bir sebebi de… Atatürk boşuna uyarmıyor: “Mümkün müdür ki bir milletin yarısı yerlerde sürünürken, diğer yarısı yükselebilsin?”
b) Türkiye gençlere iş bulma bakımından da 32 OECD ülkesi arasında performansı en düşük ülke konumunda bulunuyor: Gerçekten OECD’nin “Bir Bakışta Eğitim 2011” raporuna göre, 2009 itibarıyla 15-19 yaş arası gençlerin yüzde 28.7’si eğitim dışında ve çalışmamaktadır. Bu oranın da anlamı şudur: Türkiye’de her 100 gençten 30’u işsizdir. Diğer ülkelere bakarsak, yüzde 24.7 ile İsrail ikinci sırada yer alıyor. Bazı diğer ülkelerdeki oranlar çok daha iyidir: İspanya (yüzde 13.4), İtalya (yüzde 11.2), İngiltere (yüzde 9.6), Japonya (yüzde 8.4), Yunanistan (yüzde 7.9), Almanya (yüzde 3.8 ). Almanya’da her 100 gençten sadece 4’ü işsizdir!
Öte yandan, OECD'nin "Bilim, Teknoloji ve Endüstri 2007" raporuna göre üye ülkeler arasında Türkiye, yüzde 12.5 oranı ile üniversite mezunu işsizler açısından da birinci sırada bulunuyor. İşsiz üniversite mezunu kadın sıralamasında Türkiye birinciliği hiçbir ülkeye bırakmıyor.
SONUÇ
Yukarda verdiğim bilgiler ışığında, halkımızın AKP hükümetine şu soruları yöneltmesi gerekirdi: Ey AKP!... 10 yıldır iktidardasın, istihdam oranımızı neden en azından Macaristan’ın performansına yaklaştırma başarısını gösteremedin? Kadınlarımızın işgücüne katılım oranındaki Avrupa ile aramızda mevcut muazzam uçurumu, 4-5 puan olsun neden kapatamadın? Neden yeni çalışma alanları açarak genç işsizliğini azaltmadın?
Eğer AKP bu alanlarda başarılı olsaydı, istihdam oranını günümüzde, diyelim 10 puan daha yükseltmiş olsaydı, neler olurdu Türkiye’de neler: Toplam üretim, ücret ödemeleri, diğer gelirler, ihracat artardı. İthalata daha az döviz harcanırdı. İşsizlik azalır, bundan kaynaklanan sosyal sorunlar hafiflerdi. Çalışanlar zorunlu ihtiyaçlarını kendi emekleriyle karşılar, AKP’nin sadaka dağıtımına o kadar muhtaç olmazdı. Tasarruflar, yatırımlar artar, olumlu etkiler sonraki yıllara da sirayet ederdi. Halkımız borç batağına bu kadar batmazdı. Gençler başta olmak üzere, yurttaşlarımız geleceğe daha umutlu bakardı.
Bugün bütün bunlardan mahrumuz ve bunun birinci müsebbibi, AKP iktidarıdır.
Birileri bu olguları görüyor, sorguluyor ama sade yurttaşımız, halkımız sormuyor. Öte yandan aynı halk iktidarın oluşmasında, örneğin kendisine, çocuklarına böylesine zararlı olan AKP’nin iktidar koltuğuna çöreklenmesinde söz sahibidir, sorumludur, hatta birinci derecede sorumludur. Çünkü siyasal tercihini ülke boyutlu, makro sorunların çözümü açısından yapmıyor, yapamıyor.
Peki, bu çelişkiye bakıp bundan dolayı onu itham mı edeceğiz? Hayır, etmeyeceğiz; çünkü halkımız söz konusu gerçekleri bilmiyor, o şekilde yetiştirilmiş değil, o kavramlar yok kafasında. Eğitimsizlik onu mikro dünyaya hapsetmiştir. Bu durum onu önce bireysel ihtiyaçlarını hesaba katmaya itiyor. Sosyal ihtiyaçlar ikinci plandadır. Bugünü ve geleceği ondaki başarılara bağlı olmasına rağmen, makro dünya ilgisini çekmiyor. Kendi küçük dünyasında olan bitene bakarak oyunu kullanıyor. Kısa vadede bir önlem olarak, eğer kendisine makro gerçekler uygun bir dille anlatılabilse, gerekli güvenceler de verilse, siyasal tercihini değiştirmesi ihtimali doğabilir. Ancak bu önemli görevi kim yapacak, bu beceriyi kim gösterecek? Halkımıza “makro” gerçekleri anlatabilecek iktisatçılar lazım, aydınlar lazım, muhalefet partileri lazım… Onları da ara ki bulasın.
_________________________________________________________________________________________
1 Performans (erişki): Birinin, bir kuruluşun belli bir çalışma alanında yapabildiği veya yapabileceği en iyi derece.
2 http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/tag/isgucune-katilim/ (24.3.2012)
Prof. Dr. Cihan DURA, 31 Mart 2012