HANİ BATMAZDI ?
Şu son seçime giderken neredeyse tüm muhalefet ağız birliği etmişcesine, bu ‘son seçim’dir aksi halde bir ‘beka’ sorunu ile karşı karşıya kalırız diyordu, değil mi?
O arada, sözde iktidara muhalefet ettiğini söyleyip tüm güçleriyle ‘Millet İttifakı’ aleyhine çalışan, yarı okur/yazar, sözde aydınları saymıyorum.
Bunların ‘iflah olmaz’ oyun bozucular, müzmin ortam karıştırıcılar olduklarını söyleyip geçiyorum.
Seçim yapıldı ve iktidar, kazandığını ileri sürerek iktidarını bırakmayacağını göstermiş oldu.
Öyleyse ‘beka sorunu’ da başlamış olmalı ve denildiği üzere ülke devleti ve milletiyle birlikte ‘batağa gömülmeli’ idi.
Oysa, iktidar yanlıları için zaten bir sorun yokken, başta benim gözlemlerim ve o arada anket şirketlerinin büyük çoğunluğunun yüzde altmış olarak belirlediği ‘muhalefet bloku’ için de sanki, öyle denildiği gibi bir ‘batak/matak’ sözkonusu olmamıştır.
İşte bu yazıda, bu tür bir ‘sanı’nın nasıl bir yanılgı olduğunu göstermeye çalışacağım.
Nitekim, eğer muhalefet bloku kazanacak olursa bunun bir ‘Devrim’ olacağını yazdığımı anımsatmakla başlayabilirim.
Ki, bu görüş ve savımdan zerre geri adım atmayacağımı belirtmek isterim.
Dahası bu ‘Devrim’in, Meral Akşenerlerle, Ali Babacanlarla, Ahmet Davutoğullarıyla, Gültekin Uysallarla ve Temel Karamollaoğullarıyla birlikte yapılacağını söylemiştim.
En sağcısından en solcusuna uzanan onbeş/onaltı siyasal partiyle birlikte bir ‘Devrim’ yapılmış olacak ve sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil bölge ülkeleriyle birlikte belki ‘evrensel düzey’de bir ‘değişim’ başlatılmış olacaktı.
Olmadı.
Daha doğrusu olmaması için sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin meşru ve gayri-meşru güçleri değil ama deyim yerindeyse emperyalizmin yedi düveli de tüm güçlerini ortaya koydular.
Ayrıntısına girmenin yeri bu yazı değil deyip geçiyorum.
Ve işte, muhalefetin bilerek ya da bilmeyerek dile getirdiği ‘beka sorunu’ da böylece başlamış oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ülkesi ve milletiyle, tam anlamıyla batağa gömülmeye başlamış oldu.
Her şeyden önce, benim ‘Halk İttifakı’ diye nitelediğim, soldan sağa on/onbeş siyasal partinin ‘işbirliği’ ve ‘güçbirliği’ dağılmak şöyle dursun, bu güçler biribirlerine düşürülmüş oldular.
CHP ile İYİ Parti arasında neredeyse bir ‘kan davası’ başlatılmış olmadı mı?
CHP’nin Meclis’e taşıdığı DEVA, GELECEK, SAADET ve DEMOKRAT parti, üzerinde anlaştıkları ikibin küsur maddelik uzlaşıyı unutup, neredeyse kabuk tutmuş yaraları kazımakta değiller midirler?
Benzer tartışmalar ‘Sol Cenah’ta da sürdürülmekte değil midir?
Yani ekonomi, dış politika, sosyal adaletsizlik gibi başka canalıcı sorunları saymasak bile, sözde toplumun örgütlü güçleri olarak bilinen siyasal partiler, soldan sağa tümüyle biribirleriyle didişmek konumuna düşürülmüşlerdir.
Öyle ki, kısa zaman içinde yaraları sarıp birlikte davranma olgunluğunu göstermekten de an be an, gün be gün uzaklaşmaktadırlar.
Dahası CHP ve IYI Parti gibi iri siyasal oluşumlar kendi içlerinde biribirlerine düşürülmüş bulunmaktalar.
İşte 14 Mayıs seçimleri toplumu, sosyolojik tanımıyla tam anlamıyla parçalamış bulunmaktadır (fragmantasyon).
Ve iktidar, bu genel parçalanmışlıktan yararlanarak her istediği baskı ve zulmü çok daha kolay biçimde uygulamaya koyabilecektir.
Örneğin, basın üzerindeki baskıyı Tele1 ve Merdan Yanardağ üzerinden başlatmış bulunmaktadır.
Yarın tüm muhalif basını, istediği zaman ve istediği süre boyunca kapatabilecek, başkaldıranları içeri tıkabilecektir.
O arada, her istediği kararı, anayasa, yasa, içtihat ve ya da vicdana aykırı biçimde uygulayabilecektir.
Kısası, biz ‘Devrim’ beklerken ‘Karşı-Devrim’ olanca haşmetiyle geri dönmüş bulunmaktadır.
Bundan daha ileri bir ‘beka sorunu’ olabilir mi?
Batmaksa bundan daha beter bir batağa saplanmak tasavvur edilebilir mi?
Hâlâ hiçbir şey olmamış gibi davranan ya da o aptalca çokbilmişlikte direnenlere ise söylenecek söz bulamıyorum.
Tanrı yardımcıları olsun, başka ne diyeyim.
Çünkü bunlar ‘aptal’ da değil ‘ebleh’tirler ‘ebleh’...