Üniversite Oyunları mı, “Açılım oyunları” mı?
Biz Ermenilere bir mesaj mı verdik bu gösteriyle? Acılarına(!) ağladık, ağlattık mı?.. İsrail’e ve köktendinci Yahudilere selâm mı çaktık? Hrıstiyan misyonerliğine destek mi çıktık? Ne yaptık ne?
Benim anlatacaklarımdan önce siz isterseniz 7 Şubat tarihli şu haberi okuyun.
- “27 Ocak Perşembe günü büyük bir coşkuyla açılışı yapılan Üniversiteler Arası Kış Olimpiyatları dün Erzurum’da sona erdi.
Nuh’un Gemisi ve Troya…
Konuşmalardan sonra Anadolu Ateşi Gösteri Grubu, “Nuh’un Gemisi” ve “Troya” adlı bir gösteri sundu. İlk kez atlı kızakların kullanıldığı gösteride, açılışta atı üstünde stada girerek, elindeki ciritle sahanın ortasındaki “Big Bang” adlı dev meşaleyi ateşleyen, 76 yaşındaki ak sakallı ciritçi Baki Bayraktutan da yer aldı. Büyük alkış alan gösterinin ardından Kıraç da bir konser verdi. Tören havai fişek gösterisiyle sona erdi.”
Yukarıdaki bölümü Vatan gazetesinden kopyaladım. AKP’li belediye başkanı konuşmasında ıslıklanmış, bunu haber olarak vermişler ve kapanış törenindeki gösterilerden yukarıya aldığım satırlarla söz etmişler. Aşağıya aldığım bölüm de ilginç. Gazete törene yıldızlı 10 vermiş anladığım kadarıyla. Gerçi bu sayı 1025 gibi okunuyor ama en azından anlıyoruz ne dendiğini ve devlet erkânının orada olduğunu…
- « Dadaşlara yıldızlı 10 25. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları, resmi kapanış töreniyle sona erdi. Cemal Gürsel Stadı’nda düzenlenen töreni, spordan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, milletvekilleri, yetkililer, sanat ve spor dünyasından ünlüler ve vatandaşlar izledi. «
Hepiniz masal dinlemişsinizdir, okumuşsunuzdur.
Masallarımızda şu anadüşünce pek sık işlenir. « Kişi bildiğini işler. »
Padişah Keloğlan’a veya masaldaki yiğit kişiye ceza verecektir. Vezirlerine danışır. Vezirler ne ceza vermesi gerektiğini kendi zihniyetlerine, önceki mesleklerine göre yanıtlarlar. Örneğin kasap, derisini yüzelim, yorgancı, sopalarla dövelim, der. Bir başkası eğer vicdan sahibiyse, affedelim veya şu görevi verelim, der… Bunlar denirken hep bir ak sakallı ortaya çıkar ve «Kişi bildiğini işler.» der. Yani kişi neyse dünyayı öyle görür…
Gözü batının kültürüyle boyatılmışsa, batının bölücü laflarının tuzağına düşmüşse, Türkiye’de olan bitene karşı boşvermişlik duygusu aşılanan biriyse, Türk ve Türkiye düşmanı kuruluşlardan para yemişse, yiyorsa veya iflah olmaz bir vatan millet düşmanıysa … kendine göre anlatır gördüğü olayı, yaşadığını.
Ben sıradan biriyim, çoğunuz da böylesiniz eminim. Küçük bir kasabada doğmuş, Atatürk’ün kurdurduğu, bize bağışladığı Cumhuriyetin yatılı okullarında devletinin eliyle okumuş, öğretmen olmuş biri.
Sağ-Sol çatışmalarının başladığı günleri yüksek okulda okurken yaşadım. 1980 darbesini biliyorum. Ecevit dönemini, baskılı dönemleri… Bizi ne zaman nasıl dönüştürmeye başladıklarını, gençliği kuşatan pop müzik dalgasının ne zaman nasıl başladığını, Amerikan filmleriyle bu televizyonlar yokken veya böyle yaygınlaşmamışken nasıl beyinlerimizi yıkadıklarını biliyorum.
Yine de ben ve benim gibiler kendi kültürümüzden inatla vazgeçmedik. Akranlarımız batı müziğinden çevrilmiş sözlerle söylenen o zamanlar «arajman» denilen Türkçe sözlü batı müziğini, sonraki adıyla pop müziğini veya yabancı sözlü orijinal batı müziğini dinlerken bizler bu tarzı hiç mi hiç sevemedik. Kendimizden bir şeyler bulamadık. Modası geçti, sen de ne dinliyorsun, aman ne basit, tek sesli, sözleri de ne öyle derlerken halk müziğimize, bu kafası yıkananlar, batı hayranı edilenler, biz direndik… Aksine daha sıkı sarıldık ona… Türk Sanat Müziği yalnızca yerli film müziğiydi onların gözünde ve de yerli filmlere gitmek basitlikti, görgüsüzlüktü…
Hatırlayın o yılları yaşayanlar, öyle değil miydi ?
Türkçe değil, bir yabancı dil bilmek hep önemli olmadı mı ?
O kolejler, Anadolu liseleri, hep bu kafanın ürünü, halkın kafasının bulandırılması, şartlandırılması, özendirilmesi yani esir alınmasının sonucu değil miydi ?
Ne demek dünyanın en güzel ve zengin dillerden biri olan Türkçemizi öğrenmeyi reddetip, bırakıp, başka bir medeniyetin, kültürün diliyle öğretim görmek, ders yapmak… Matematiği bir yabancı dille öğrenmek. Dersleri yabancılardan almak veya kafaları yabancılaşmış öğretmenleri dinlemek ? Bu nasıl oldu, nasıl izin verildi ? Ve hâlâ bu ihanet bin beter artarak dolu dizgin nasıl gidiyor ?
Şimdi diyeceksiniz ki ne bu ? Erzurum Kış Üniversite Oyunlarının kapanış haberinden başladınız … masalla devam ettiniz, eğitim derken sözü buralara getirdiniz? Siz ne demek istiyorsunuz?
Bazılarınızın, “Bu dediklerinizle biz bir ilgi kuramadık, kafayı mı üşüttünüz ne?” dediğini duyar gibiyim… Anlatayım. Çok basit!
O kapanış gecesini “dönüştürülmüş” TRT’den yani “Yeni”Türkiye Radyo ve Televizyonunun ikinci kanalından, haber kanalından izledim de, kendimi bir sömürge ülkesinde hissettim, kendi evimde yabancı olduğumu anladım, ülkemizin bizim elimizden çıkarılmak istendiğini apaçık gördüm de ondan!
Ne diyor muhabir haberde:
“Konuşmalardan sonra Anadolu Ateşi Gösteri Grubu, “Nuh’un Gemisi” ve “Troya” adlı bir gösteri sundu.”
Diyelim ki törene ilgi duymadınız veya imkânınız olmadı izleyemediniz kapanışı. Gazetelerde bu satırları okuyunca da mı aklınıza bir bit yeniği gelmedi? Kafanız karışmadı?
Anadolu Ateşi adlı bir gurubu Erdoğan Kardeşlerin Mustafası yıllardır Türk folklorünü benim gözümle söylüyorum bunu tabii, rezil rüsva ediyor. Bizim halk dansımızı elimizden alıp ne giyimi, ne renkleri, ne anlayışı, ne içinde barındırdığı felsefesiyle bizim olmayan bir hale koyuyor ve yurtdışında oynatıyor. İyi de para kazanıyor tahminen…Tamam oynatsın, ama hiç olmazsa ülkemizin yurt içindeki bir gösterisinde milletimize biraz saygı göstersin…
“Açılım” oyunları sergilemesin!
Şu oynadıkları oyunun adına bakınca zaten anlayan anlar, bunlar ne yapmak istemişler.
Nuhun gemisi ve böyle bir kapanış! Ne alâka? Görmeyenler bir zahmet bu gösterinin kasedi vardır internette mutlaka bir baksınlar. Ne yapıldı, izlerken ne hissettiniz?
Biz Ermenilere bir mesaj mı verdik bu gösteriyle? Acılarına(!) ağıt söyler gibi acıklı bir ince sesle sahnede söylenen Sarı Gelin’le ağladık, ağlattık mı?.. İsrail’e ve köktendinci Yahudilere selâm mı çaktık? Hrıstiyan misyonerliğine destek mi çıktık?
Gösterinin sonlarına doğru bir iki dakikalık kemençe saz ve davul müziğinden başka folklorik bir dansta, yani öyle olduğu iddia edilen bir dansta bizden bir kırıntı bile yoktu!
Törende baştan sona İngilizce olan uzun bir konuşma bile yaptı yabancı spor temsilcisi. Memleketlerinde gibi rahatlar vallahi, dilleriyle ulusal televizyonlarımızda milletimize sesleniyorlar. Ardından biri mır mır çeviriyor Türkçeye.
Ağrı Dağı taklidi bir takım çıkıntılı yükseklikler yapmışlar ortaya. O, önce iktidarın Ermenistan’a yaranmak için yaptırıp, sonra seçim için geri dönüp „ucube” dediği, hem de şehitlik tabyasında otuz metre yükseltilen, Ermenistan’dan görünsün özürümüz, diye yaptırılan Ermeni anıtı benzeri yüksek çıkıntılar.
Sahnede, ortada üstte küçük bir Türk bayrağı asmasalar neredeyiz bilemeyeceksiniz. İlk dansları “Nuh Öncesi Zamanlar”mış. Bu ayin müziği ne, bu sahnede böyle garip bir şekilde yürüyenler kim, bu giyim, bu tarz nedir derken bu yazıyı alt yazı olarak yazdılar.
İngilizcesini yazmayı da ihmal etmediler tabiî… Bu oynayan grubun adı İngilizceymiş. “Fire of Anatolia” imiş. Boyuna yazıp yazıp durdular. Bizim bir dilimiz yok ya… Yanına dilcikler, ağızlar eklemeyi düşünüyorlar ya… Niye Türkçe yazsınlar?
Kilise müziği, başka bilmediğim bir dille sürerken Hz İsa tasviri gibi giyinmiş biri, beyaz meleklerle yine hristiyan melek tasvirleri gibi giyinmiş kızlarla dolanıyor. Zor zor anlaşılan bir ses sahneden şu şarkıyı mırıldanıyor o anda:
“Küçük dünya durma… büyük yarınlara…
Ne çok istiyoruz yeniden başlamayı…”
Sözlere bakın! Ne alâka demeyin sakın, oyun devam ediyor:
Sahnenin renkleri değişirken dansın adı da değişiyor. Yeni dans: ”Bu topraklar için yeniden doğuşmuş!” Yeşil, siyah, kırmızı giysiler.
Kulağımıza, Aaa, davul sesi mi ne geliyor derken müzik ve giysiler değişiyor, “Medeniyetler geçidi” başlıyor. Bunların yani küreselcilerin bölücü, ayrıştırıcı, meşhur şu “Medeniyetler projeleri” var ya, hayda o işte burada:
Yine yabancı müzik… Arkadan bir ses: “Öyle bir coğrafya ki Anadolu, kimler geldi, kimler geçti?” diye hayıflanıyor, kafaları bulandırıyor…
Sanki öyle veya böyle Erzurum’da yapılmış bir spor yarışmasının kapanış töreni değil de bu yapılan tören, oturmuş dünyanın önünde tarihimizi, coğrafyamızı sorguluyoruz!
Of ya of! Artık neredeyse tarih öncesi zamanlara dönüp buralar sizlerindi diye onların toprak altındaki binlerce yıllık fosillerinden bile özür dileyecekler, kardeşçe buraları paylaşacaklar(!)
Yine yabancı müzik. Atlı arabalar geçiyor. El ele kızlar ve erkekler... Müzik değişiyor, iki hece söyleniyor yine bir ayindeymiş gibi:
Lev,,,lev...lev...heylâ...heylâ...
Bu bitiyor tersten: Heylâ...heylâ...heylâ...lev...lev...lev...
Uzat babam uzat... Sonra birdenbire zılgıt çekilip bir ileri bir geri hareketler! Ve ilk kez çok kısa bir an davul, zurna, halay...
Pat diye bu coşku bitiverirken alın size sarı gelin. Tüm ekrana kaplatılan kadın şarkıcının yüzü bir görseniz nasıl acılı... Ağlıyor, sızlıyor sanki, sesi titrek... Mübarek tören, kutlama değil, ölüm ağıtı yakılan cenaze töreni...
Danslara eşlik eden çalgıcıları resimlerini bulup görün derim. Kırmızı Noel baba pelerini giydirmişler, siyah kürkten yakalı, başlarında beyaz bere var bunların.
Bu sırada yine bir duyuru:
“Hüzün dolu bir tutkudur Sarı Gelin. Bu kadar hüzün yeter...“
Demek ki kutlamaya bilerek hüzün katmışlar. Günah çıkarma töreni yapıyoruz ya...
Bu sırada Troya yazdılar. Savaşçı Romalılar giyimli dansçılar çıktı. Kafkas oyunu gibi bir şey oynuyorlar ama giyimler Romalı. Bel göğüs püsküllü. Pırıltılı giyinmişler. Silahsız savaşçı görünümlü dansçılar. Deyim yerindeyse altı kaval, üstü şişhane bunların. Sonra, “Dalgaların coşkusu„ adıyla Karadeniz müziğini andırır bir müzik çalmaya başladı:
Kızlar dar siyah pantolan, beyaz bulûz, erkekler de siyah pantolon, beyaz, kolları İspanyol şövalyelerinin giydiği gibi bol kesimli beyaz gömlek giyinmişler. Dar siyah pantolonlarının paçaları iplikli ışıltılı... Diskolarda dans edenler gibiler. Bütün danslarda kızların başı açık, ağır mı ağır makyajlı yapay yüzler...
Oyunları da Karadeniz oyunlarıyla hiç ilintili değil. Koş ha koş...Hıy...hıy...hıy...sesler çıkar ve yine koş ha koş...Adına Karadeniz oyunu mu, hıy hıy diyerek koşma oyunu mu bu dersiniz, ben bilemem...
Seyrederken insanın içi acıyor...Kim bunlar, ne yapıyorlar diye şaşkınlığa düşüyorsun!
Ve bitiş... Duyuru yapıyorlar: Yorumuyla, sesiyle müthiş bir isim geliyormuş: Kıraç! Koca sahnede yürüyerek şu şarkıya başlıyor Kıraç:
„Ya hep ya hiç sevgilim!Ya seninle, ya sensiz...“
İstersen öldür beni, istersem güldür beni...“
Ben gülemedim ey dostlar!..Türk kültürü kimlerin elinde, ne durumlara düşürülmüşüz, kimler bizim adımıza neler yapıyor, görmüyor musunuz?
Bir gençlik yarışmasının kapanış töreninde bir gıdımlık kendimizden bir şey göremedik!
Nerede benim Atatürk gençliğim? Bu numaraları yiyor mu?
Memnun mu yapılanlardan? Alkışladı mı bu gördüklerini?
Yoksa biz yolumuzu mu kaybettik?
Nerede benim ülkem?
Feza Tiryaki, 8 Şubat 2011