Hani Uğur Mumcu’yu İran öldürtmüştü!
TÜBİTAK’ın Danıştay saldırısı ile ilgili olarak hazırladığı rapor basına yansıyınca “Danıştay kimin tekerine çomak sokmuştu?” başlıklı bir yazı yazmış, bu arada saldırı günlerinde olayın nasıl değerlendirildiğini de hatırlatmıştım. Derken, basında tam da bu noktada bir tartışma başladı. Sahi saldırı sırasında kim ne manşet atmış ve nasıl yorum yapmıştı?
Tayyip Erdoğan da tartışmaya katıldı ve “Danıştay saldırısıyla bizi özdeş hale getirmek istediler. Bizim kutsallarımıza, değerlerimize saldırdılar ve olaylarla özdeş hale getirmek istediler ama işin gerçeği çıktı meydana. Daha birçok gerçekler çıkıyor ortaya ama ortaya çıktıkça bunlar zannediyorlar ki ‘Biz bunu kaşırsak buradan yıkarız bunları.’ Halbuki kaşıya kaşıya attıkları manşetlerin altından kendileri çıkıyor” dedi.
Erdoğan’ın haklı olduğu konu şudur: Türkiye’de Muammer Aksoy cinayetinden başlamak üzere, aydınlara yönelik suikastların tamamı, medya tarafından “irtica” diye tanımlanan bir “hayalet”e yüklenmiş, dolayısıyla irtica ile bağlantılı sayılan bütün çevreler, kamu vicdanında mahkûm edilmek istenmiştir.
Alparslan Arslan’a tetiği hangi gücün çektirdiği konusu ise aydınlanmış değildir. Dolayısıyla Erdoğan’ın “işin gerçeği çıktı meydana” sözleri doğru değildir.
NATO sürecinde Türkiye’de örgütlenmiş bir çete vardır. Çetenin en belli başlı icraatı, 12 Eylül öncesi meydana getirilen iç savaş ortamıdır! Hatta o tarihte “iti ite kırdırma politikası” devlet politikası olarak uygulanmıştır! İt dedikleri Türk gençliğinin sağ ve sol kanatlarıdır. Bu sözü, kamuoyu önünde ilk kullanan Faruk Sükan’dır.
12 Eylül’den sonra Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu gibi aydınların öldürülmesinde, Trabzon’daki Santoro cinayeti, İstanbul’daki Hrant Dink cinayeti, Danıştay baskını ve Malatya’daki vahşi katliamda da bu örgütün parmağı olduğu iddia edilmektedir.
Bütün bu cinayetlerden hep “irtica” hayaleti sorumlu tutulmuş, Uğur Mumcu suikasti ise devlet güçleri tarafından İran üzerine yıkılmak istenmiştir.
Oysa bütün bu cinayetleri, devlet güçleriyle bağlantılı olmadan işlemek mümkün değildir. Türkiye’de polis, zannedildiğinden çok güçlüdür ve ortaya çıkaramayacağı hiçbir cinayet yoktur. Bu cinayetler aydınlatılamadıysa, sebebi polisin elinin kolunun bağlanmış olmasıdır!
Peki polisin elini kolunu kim bağlayabilir?
Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu suikastları ile Danıştay baskını bu konuda bize yeterli ipuçları vermektedir. Muammer Aksoy, Raif Karadağ, Altan Duransoy, İhsan Güven ve Cudi dağında petrol arayan altı Türk mühendisi, Türkiye petrollerinin, petrol devlerine peşkeş çekilmesine karşı mücadele ettikleri için öldürüldüler!
Uğur Mumcu, bu çeteyi tespit ettiği için öldürüldü, Danıştay ise Türkiye’nin paylaşılmasına direndiği için basıldı!
Tetikçiliği Türkiye vatandaşlarına yaptırmış olsalar da eylemlerin arkasında küresel tekeller, onların devletleri ve istihbarat servisleri vardır!
Muammer Aksoy’dan Hrant Dink’e kadar Türkiye’de işlenen siyasi cinayetlerde tetiği çektirenler ortaya çıkarılmamıştır. Dolayısıyla, suçun planlayıcıları ortaya çıkarılmadan, kullanılan tetikçiler üzerinden kurumları veya siyasi grupları suçlamak ya Gladio’nun tuzağına düşmek demektir ya da Gladio’nun kullandığı adam olmak!
YENİÇAĞ / ARSLAN BULUT / 01.05.10