Harikalar Diyarı
Ulu Önder Atatürk ile silâh ve dava arkadaşlarının insanüstü iç ve dış güçlüklere karşın yılmaz bir azimle kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devleti kısa süre önce doksanıncı yılını idrak etti. Ama ülke onbir yıldır İslam’ı devlet yapılandırmasında model olarak kabul eden 1 ve dünyada ilk kez “biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız” diyebilen, böylece de milli düzey ve kapsamda düşünmediğini açıkça ifade ve itiraf eden üçüncü Erdoğan hükümeti tarafından yönetilmektedir. Üstelik de maddeten ve manen son derece keyfî ve kötü bir biçimde!
AKP iktidarının 2002 yılından başlayarak sergilediği siyasi davranış biçimine bakıldığında bu hayırsız gidişatın kişisel nitelikte tek bir nedeni olduğu görülecektir. Toplumun bir bölümünü temsil eden ve milli iradenin de bir parçası olan muhalefeti de kucaklayıp kapsayacak parlamenter demokratik düzen yerine “ben bilirim, benden başka bilen yoktur!” saplantısı! Kuşkusuz sağlıksız bir olgu! Başka bir örnekle Napolyon Bonapart’ın “L’Etat, c’est moi”sı. Yani devlet mi? Devlet benim!” kuruntusu.
Kısacası, evrensel eğitimi yüzyıllardır ihmal edilmiş, bu yüzden de devletin otoriter bir yönetim düzenini kolaylıkla kurabildiği doğu toplumlarında genellikle bilgi, birikim, deneyim, gördü ve yetişim noksanlığından kaynaklanan karmaşık bir aşağılık duygusunun yol açtığı iktidar hazımsızlığı ya da halk ağzındaki tanımlamasıyla “ne oldum delisi” olmak şımarıklığı ki bu kendini bilmezlik tarihte büyüklü küçüklü pek çok egemenin başını yemiştir.
AKP iktidarı son on yıl içindeki ekonomik icraatını yere göğe sığdıramıyor. Başbakan’ın söyledikerine bakarsanız Türkiye ekonomisi bu sürede üç kat büyümüş! Gerçekte yapılan ise Kemal Derviş’in rahmetli Ecevit zamanında tasarladığı ekonomi programı ile tavsiye ettiği mali disipline sıkı sıkıya uymaktan başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle başkasının fikrî mesaisini sömürüp sonra da ben yaptım diye böbürlenmek!
IMF’ye olan borcun ödenmesiyle sevinip övünüyorlar; övünebilirler. Ama bu borcu kendi keselerinden ödemediler. Halk ödedi! Üstelik ekonomide durum madem ki AKP iktidarının iddia ettiği gibi iyidir de neden o zaman 76 milyonluk nüfusun üçte ikisi bırakın birkaç yıllık yaşam plânlamasını günlük yaşamını sürdürebilmek için bile birkaç kredi kartına gereksinim duymakta, bir kartla yaptığı borcu bir başka kartla ödemektedir? Nitekim, sektördeki kredilerin toplamı Eylül 2013 itibariyle 1 trilyon lirayı aşmış bulunuyor.
Bu örnek bile ekonominin gerçek durumunu göstermeye yeterlidir. Al birinden vur ötekine diyebileceğiz diğer borçları saymaya gerek yok! O kadar ki AKP iktidarı döneminde milletin yıllar yılı alın teri ve zaten kısıtlı parasıyla yapılmış 124 kamu malı satıldı ve karşılığında gerçek değerinden çok düşük olan 43 milyar dolar elde edildi. Ama borç yine de katlanmaya devam ederek işçi, memur, esnaf ve emekliler gibi sokaktaki sıradan vatandaşın durumu da gittikçe ağırlaşıp zorlaştı. Onbir yıllık AKP iktidarında hem devlet hem de millet gırtlağına
kadar borca girmiş, gelecek kuşaklara miras olarak muazzam bir borç yükü bırakılmıştır. Olsun! Köşeyi dönen döndü ya, sen ona bak! AKP’den sonra gerisi zaten Nuh Tufanı!
Tarım ve hayvancılık da perişan. Geçmişte kendi kendini besleyebilen ülke olmaktan başka tahıl da ihrac eden yedi ülkeden biri iken bugün tahıl gereksimimizin neredeyse üçte ikisini ithal ediyor ve müzmin cari açığımıza rağmen ABD, Rusya, Kanada ve Mısır gibi ülkeleri zengin etmeyi sürdürüyoruz. Hayvanclık da can çekişmekte. Eskiden Anadolu’da bir yerden bir yere giderken arazide sıklıkla yayılan büyük hayvan sürüleri görürdünüz. Şimdi, 50 ile 100 km arasındaki bir mesafede küçük bir koyun ya da cılız bir davar sürüsüne rastlarsanız ne âlâ! Fiyat sorunu bir yana, et mi yiyoruz yoksa kösele mi çiğniyoruz?, o da belli değil!
Ama Başbakanı dinlediğinizde sanki ülkenin dere ve çaylarından bal ve süt akıyor. Hani neredeyse Alice’in harikalar diyarındasınız! Nitekim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik kısa bir süre önce insanın gözünün içine baka baka “Geçinemez diye bir şey yok” demişti, “tabii ki geçinirsiniz. Niye geçinemeyecekmişiniz? Eğer ona mahkûmsanız, 800 lira da büyük paradır. Geçinirsiniz. Netice itibariyle peynirin fiyatı belli, ekmeğin fiyatı belli, yediğiniz zeytinin fiyatı bellidir. Bunu istismar etmemek gerekir.”
Şu mantığa bakın siz: Hem bir yandan ne uzayan ne de kısalan belli bir miktar gelire mahkûmsunuz, hem öbür yandan da enflasyona rağmen mahkum olduğunuz o miktârla gecineceksiniz! İşin kötüsü, söylediklerine inanıyorlar da galiba! Sırça köşkte oturanlar hep böyledirler zaten. Sayın Bakan şu sekiz yüz lira ile geçinmenin ilmini bizlere bir öğretse de bari milyonlarca emekli ve işçi nihayet rahat bir nefes alsa, ne olur yani? Batar mı? Aksine sevaptır!
Peki ekonomide durum böyledir de iç ve dış politikada ne alemdedir? Gayet tabii ki politika diye bir olgu kaldı ise!
Çünkü AKP iktidarı komşularla sıfır sorun polikası diye yola çıktı, oldu Size bu politika sonunda Türkiye’ye karşı sıfır güven ve Türkiye denilince de sıfır itibar politikası!
Suriye'deki iç savaşta Katar ve Suudîler’in verdikleri paralarla güneyde gizlice silahlandırılan El Kaide bağlantılı asilere güvenerek “iki haftaya kalmaz Esat gider” dediler. Ama galiba Esat bunların gittiklerini görecek!
Başbakan popularitesini arttırmak üzere Orta Doğu’da oyun kuruculuğuna soyunduğundan beri ilişkiler ABD ile de gergin! Rusya Federasyonun’dan da Suriye konusunda istediğini alamadı. Ortada yalnız kalmış bir adam görüntüsü veriyor.
Şimdi de tutturdular “Avrupa ile vize muafiyeti” diye bir sözde başarı, yanlarına yaklaşılmıyor. İşin doğrusu ise şöyle: Ankara, ekonomik nedenlerle Türkiye üzerinden AB topraklarına kaçak olarak giren Afrika ve diğer kökenli mültecileri geri alacak bu bu uygulama üç yıl süreyle AB tarafından izlenecek. Sonuçtan memnun kaldığı takdirde vize sorununun görüşülmesine başianacak!! Zamana ve Brüksel’in iki dudağı arasına kalmış bu sözleşmeyi sanki AB’yi bilmiyorlarmış gibi önemli bir başarı olarak pazarlamaya çalışıyorlar. Ne de olsa laf bedava!
Yüzyılın projesi Köy Enstitüleri’nin ABD baskısıyla 1954 yılında rahmetli Menderes tarafından kapatılmaları ile baltalanmasına başlanılan Milli Eğitim’deki hızlı kalite kaybının bir sonucu olan bugünkü dershane sorunu, dolayısıyla da sonu paraya dayandığı için kılıçların çekildiği cemaat-iktidar
ilişkileri, duvara çarpıp darmandağan olmuş Kürt açılımları, gerçekte silah bırakmayarak kışı geçirmeye çalışan ve kedinin fare ile oynadığı gibi iktidarı oyalayan PKK’ya karşı ne idiğü belirsiz, gerçek hedefi şaibeli bir barış süreci, laik Cumhuriyet’in bekçileri oldukları için darbeyle suçlanan yurtsever TSK mensupları ile seçilmiş milletvekilleri, gazeteciler ve aydınlar nicedir tutuklu olarak haksız yere içeride yatarlarken peşpeşe düzenlenen aslında içi boş, sözde demokrasi paketleri, Türkiye’nin laik Cumhuriyet ile din devleti arasındaki kaderini belirleyecek yaklaşan üç seçim ve bunlar gibi daha nice sorunlar!.. Manzara hiçte Başbakan’ın tezgâhlamaya çalıştığı harikalar diyarı Türkiye’ye benzmiyor.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kısa süre önceki Kırklareli konuşmasında Başbakan Erdoğan yine tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet vurgusu yaptı. Ama hemen ardından sormayı da ihmal etmedi:
“Millet! Neler var bunun içinde? Türk’ü var, Kürd’ü var, Laz’ı var, Çerkez’i var, Roman’ı var, Boşnak’ı var, Arnavut’u var; aklınıza ne gelirse hepsi var! Türkiye’deki otuz altı etnik unsur bunun içinde var!”
Şimdi, ikimiz de birer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Başbakan Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum: Neden ikide birde bunu söylemek gereksinimini duyuyorsunuz? Acaba bilmiyor musunuz? Bu dil Sevr’in dilidir! Sevmemek bahtsızlığına düçar olduğunuz Lozan’daki muzaffer İsmet Paşa karşında Lord Curzon’un kullandığı ayrımcı, ayrılıkçı, bölücü ve Türkiye’yi daha o zamanlardan beri her daim ilelebet parçalamak isteyen dildir.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın böyle bir dille nasıl ve neden bir ilgi ve ilişkisi olabilir? Yoksa, Yüce Atatürk’ün o gün de bugün de küresel emperyalizm tarafından yaratılmak istenen yapay azınlıklar sorununa noktayı koyduğu “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk millet denir!” tanımlamasını bilmiyor musunuz? Hiç mi işitmediniz? Zararın neresinden dönülürse kârdır denildiği gibi fırsat da bu fırsattır: Lütfen öğrenelim!
1 "Referansımız İslam’dır. Tek hedefimiz İslam devletidir." (RecepTayip Erdoğan. Istanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı iken. Bunun gibi laik Cumhuriyet aleyhtarı daha nice söylemleri var).
E. Fuat TEKÇE, 10 Aralık 2013