Haydi Nükleere! Kim Tutar Sizi!
„Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız, Japonya’daki felâketten hiç etkilenmemiş, bana mısın demiyor, bunu dikkate almıyor...“
Bu sözlerle başlayan bir yazı Almanlar’ın ünlü bir dergisinde çıktı. İstanbul’dan, Daniel Steinvort yazmış. Yazı şöyle devam ediyor:
„Türkiye iki tane atom santralı yapımında ısrarlı...
Bakan, deprem rizikosu olan Türkiye’de bu tehlikeleri ciddiye almıyor. En az üç santral söz konusu... Biri güneyde Akdeniz’de, diğeri Sinop’ta Karadeniz’de. Akkuyu Rusya şirketine verilmiş. Sinop’taki pazarlık halinde. Bir Fransız ve bir Japon firmasıyla görüşülüyor. Japon heyeti şu anda Sinop’taymış.
Santral için 2010 yılında meclis kararı alınmış. 1976’dan beri tartışılan bu konuya o zaman halk karşı çıkmış. Yabancıların atom santralı yapma plânları geçersiz kalmış. Sonra 1986’da Çernobil kazası bunu önlemiş. Şimdi ise, bakanın dediğine göre yapmakta kararlılar…”
Yazıda ayrıca Marmara depreminden, o depremde ölen en az yirmi bin kişiden de söz ediliyor. Bir de sıcak Akdeniz suları soğutmada kullanılamazmış…
Yazının son bölümü çok ilginç:
“Bu kendine güven, tehlikeden emin olmak, zarar gelmez demek nereden ileri geliyor?
Bu çok bilmek nereden? Deprem dalgası olmayacağını, depremde fay hattının kopmayacağını nerden biliyor? En yakın mesafedeki kırıktan, Akdeniz’den nasıl emin?
Allah tarafından kendisine yazılı belge mi verilmiş? Elinde beratı mı var?Vahiy mi gelmiş?“
Bu dergi yazısını bana, ABD’den, kızım göndermiş. Şaşırmış ve üzülmüş. Haberin var mı bundan, diye soruyor.
Yazıyı yazan eloğlu, bu kafayı anlayamamış. Anlayamaz da zaten. Biz anlıyor muyuz ki elin adamı anlasın?
„Anne, başkaları bizimle kafayı buluyorlar. Şu yazıya bir bak!.. Utanıyorum…” diyordu, kızım…
Bir de tablet istiyor, o yaşadığı kıyı kentine doğru Japonya’dan radyasyon yüklü, kirli bulut geliyormuş. Bir kaç güne ulaşacakmış…Eczanelerde iyot hapı kalmamış, halk sanki yağmalamış…
Bu radyasyon tehlikesini gören Almanlar anında tepki verdiler. Elli bin kişi bir anda ışık zinciri oluşturdu şehirler arasında…Hükümetlerini yola getirdiler, acele karar çıkarttılar. Santral yapımları durduruldu, eskiler gözden geçirildi, bir kısmı hemen durduruldu. Siyasetleri değişti yani…
Anında pek çok ülke böyle yaptı. Hemen koruyucu, önleyici tedbirler alındı. En azından yarım işleri falan varsa durdurdular, beklemeye başladılar…
Rusya bile kendine baktı. Denetime, kontrole girişti...
Bizde, biliyorsunuz, Japonya’daki deprem sonrası bu nükleer sızıntılar, patlamalar duyulur duyulmaz Başbakan Rusya’ya gitti. Gitmeden önce, „Tüpgaz da tehlikeli“, benzetmesi yapıyor.
Akkuyu’daki santraldan vazgeçmenin söz konusu olmadığını belirterek:„Herşey tamam, kazma artık vurulacak 20 milyar dolarlık nükleer enerji yatırımı başlıyor.“ diyor.
“Mersin Akkuyu nükleer santrali için atılacak olan adım inanıyorum ki dünyaya örnek bir yatırım teşkil edecektir... Nükleer enerjide bizim takvimimiz, süreç işlemektedir. Deprem olacak diye yapmayalım mı?”diye de soruyor.
Dünyaya örnek olacakmış. Kimin yaptığı? Milletimizin mi? Türk bilim insanlarının mı? Hayır, Rus’un! Nerden biliyormuş?
Sonra şu haber:
„Başbakan Erdoğan, Medvedev'den Akkuyu santrali için güvence istedi.“
Alman kendi teknolojisiyle halkına güven veremiyor. Bunlar güvenceyi Rus’dan istiyor. Verdim denince de tamam...Güvenceli...Şaka gibi vallahi...
Sonra aynı anda, aynı günlerde birdenbire Ruslarla karşılıklı vize kalkıyor!
„Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü?“
Bu iş gündemde miydi? Kim karar verdi? Artısı eksisi nedir? Görüşüldü mü? Tartışıldı mı?
Dinci televizyon kanallarına bakarsanız bu bir bayram...Başbakan „hıh!“ diyor, bunlar hıhı anında, „hoh!“ yapıyor. AKS adlı (Hem de benim memleketimden, Samsun’dan yayın yapan) bir gerici kanal neler diyor duyun:
"Rusya bir Türk devletidir...Maşallah...Biz biriz, bir milletiz...Sadece devleti ayrı..Oralarda bizim topraklarımız inşallah...Bu vize işi çok iyi oldu...Bereket sarsın her yanı...Bereket artacak inşallah...Bu gerçekleşiyor inşallah...Olacak maşallah...“
Hani hiç ummadığın bir sözü, hiç ummadığın anda birden duyarsın da, „Tu...Allah sizi kahretsin! Bu kadar da olur mu!’ dersin ya, biz de evde bu sözleri duyunca, aynı şekilde tepki verdik...Rusya ile bir millet bile yaptılar ya bu dinciler( gericiler-yobazlar) bizi...Artık olmaz olmaz demeyin her şey olabilir...O halde hiç birşeye şaşmamak lâzım...Nazım Hikmet şiirlerini bile mest olarak okumalarına şaşmamak lâzım...
Omurgan olmazsa...Dik duruşun olmazsa...Gözünü para bürümüşse...İşbirlikçilik bürümüşse... Cumhuriyetine duyduğun kin ve nefretin seni insanlıktan çıkarmışsa...Aklın arkandan gelirse veya hiç aklın olmazsa...
İşte böyle maymundan beter hallere girersin...
Yine Enerji Bakanı o basın toplantısında: Bunu,"Çernobille karşılaştırmak doğru değil" diye eski Rus teknolojisini korumaya kalkıyor.
Bu söz, ne derece doğru ne derece değil bilemem ama üç yıl önce yazdığım, tam bu, ABD ile yapılan nükleer anlaşmanın söz konusu edildiği günlerde yazdığım bir yazımı arayıp buluyorum.
„ABD Başkanı Bush, „ABD ile Türkiye Arasında Barışçı Amaçlarla Nükleer İşbirliği Yapılmasını Öngören Anlaşma“yı Kongre’nin onayına sundu.“ haberi üzerine yazdığım bir yazı. Yıl 2008.
İktidar aynı. Yönetenler aynı. Konu aynı. Sadece tarih değişik...İbretle okumanızı öneririm...“Haydi Nükleere!“ başlığıyla bir zamanlar şunları yazmışım:
„Haydi Nükleere!
Geçen haftadan beri Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya’da “Atom enerjisi yerine geçecek diğer enerji imkanları tartışılıyor. Konu haberlerde, gazetelerde yer alıyor.
Sloganları, “Atom enerjisi yerine güneş, rüzgar, organik atık enerjisi.”
Hem de güneşin bu kadar az görüldüğü bir ülkede güneş enerjisi önde geliyor. Rüzgar santralları pıtrak gibi artıyor. Organik atıklar hem değerleniyor, hem çevre korunuyor. Rüzgar boşa esmiyor. Güneş boşa doğmuyor.
Ya bizde ne oluyor?
Akşam haberlerinde önce bir satırlık kısa haber: ”ABD başkanı Türkiye ile ilgili nükleer işbirliği anlaşmasını kongreye gönderiyor.”
Sonra bir açıklama:”Cumhurbaşkanının ABD gezisinde bu anlaşma yeniden gündeme geldi.
Gün içinde de ilgili bakandan ve ilgili bir bürokrattan açıklamalar...
Bugüne dek saklanan bu Amerika gezisi gündemi, karşı tarafın haberiyle ortaya çıkıyor ama buna kimseden tepki gelmiyor. Sorumlular da tepki vermiyor, durumu anlatma, en azından bir özür diler gibi olma durumu bile yaşanmıyor...
Bir de üstelik kasım kasım kasılarak, yapacakları santral gerekli ve hayırlı bir işmiş gibi konu üzerinde açıklamalar yapıyorlar.
Dokuz kıstası varmış bunların nükleer ihalesinde.
Yerli katkı yüzde altmış olacakmış. Bilmem ne kadar yüz milyon dolara malolacakmış eğer dört yılda bitirilirse...
Sunucu soruyor:
“Ortalıkta dedikodular dolaşıyor, aslı yok değil mi, eski teknoloji kullanılacak diye.”
“Eski teknoloji, denenmiş, başarılıysa, eski teknoloji olabilir.Olmaz diyemem.Hiç kimse yuvarlak araba tekerleğini, eski teknoloji diye değiştirmeyi düşünmüyor.”
Yine soruluyor:
“Ne kadar ihtiyacı karşılayacak, ne kadar elektrik üretilecek?”
Türkiye’de kırk bin megavat elektrik ihtiyacı var. Burada bin megavat civarında üretilecek.”
“Kırk da biri yani. Bu kadar masrafa, getireceği rizikolara değer mi?”
“Niye öyle olsun? Bankaya yüz ödeyip, doksan yedi buçuğu kalsın niye diyemiyorsunuz?”Yüzde yüz de, yüzde iki buçuklardan oluşuyor.”
“Güvenlik diye itirazlar var?”
“Karşı fikirler, en büyük yararların türetildiği süreçler...İki husus çok önemli:
-İnşaat sürecinin fazla uzamaması.
-Güvenlik meselesi. Radyasyon tehditi mistik bir havaya büründü, biraz da siyasallaştı.”
Sunucu teşekkür ediyor, hemen başka bir konuya geçiyor, aldığı cevapları yeterli ve uygun bulmuş olmalı ki, o memnun, herkes memnun, yapan memnun, kotaran memnun...“
Böyle yazmışım o zaman...
Sonra da yazımı şu sözlerle bitirmişim:
„Zavallı ülkem, garip ülkem, sahipsiz ülkem...
Seni sevmeyenlerin elinde işte bu durumlardasın...
Sevenlerin, işin aslını bilenlerin, düşünenlerin, yazanların, yazarların, bilginlerin, işçin, memurun, anan, atan, gencin, gençliğin, askerin, kadının, kızın, kızanın dilsiz, umarsız, sessiz...
Eller gidiyor Mersine, biz gidiyoruz tersine...
Bekleyelim bakalım, daha neler olacak?
Sırada neler var?”
Şimdi yıl 2011.
O tarihten sonra köprünün altından ne sular aktı…O zaman Sinop birinci hedefti. Santral önce orada yapılacaktı.
Bu Sinop meselesi nedir? Sinop nerededir? Burada atom santralı yapılır mı? Bu iş neyin nesi, neyin fesidir bu ayrı bir konu. Başka bir yazımda anlatmak isterim…
Siz şimdi, üç yıl önce söylenen şu sözleri tekrar tekrar okuyun:
„Güvenlik meselesi. Radyasyon tehditi mistik bir havaya büründü, biraz da siyasallaştı.”
“Eski teknoloji, denenmiş, başarılıysa, eski teknoloji olabilir.Olmaz diyemem.Hiç kimse yuvarlak araba tekerleğini, eski teknoloji diye değiştirmeyi düşünmüyor.”
Bunların, eski teknoloji ile ilgili sözlerine, mistik havaya büründü, siyasallaştı dediği tehlikenin yakınlığına, Japonya’daki nükleer felâkete bakın; bakın bakın, dua edin...
Eğer işimiz duaya kaldıysa...
Feza Tiryaki, 19 Mart 2011