25 Haziran 2010
HER HİZMETİN BİR ÖDÜLÜ OLUR
İrfan Tuna
Kimse kimseye durduk yerde ödül vermez.
Ödül; başlanmış, bitirilmiş, ya da yerine getirilmekte olan bir hizmet karşılığında verilir.
Hizmeti alan, hizmet vereni ödüllendirerek onu teşvik eder, cesaretlendirir, hizmetlerinin karşılıksız kalmadığını gösterir…
***
Nobel Edebiyat Ödülü, Cesaret Ödülü derken, ABD tarafından bir ödül de geçtiğimiz günlerde AKP Hükümetinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na verildi.
Ahmet Davutoğlu’nun aldığı ödülün adı, ''Woodrow Wilson Kamu Hizmeti Ödülü''.
Adına ödül verilen dönemin ABD başkanı ''Woodrow Wilson'', 20 yüzyılın başlarında, ülkemizi emperyalist işgalle yüz yüze bırakan Sevr planlarının ve Wilson Prensipleri’nin fikir babası olan kişi.
20’inci yüzyılın başlarında ''Woodrow Wilson'' un fikir babası olduğu Sevr’in günümüzdeki yeni versiyonu ise Büyük Ortadoğu Projesi. Ya da güncellenen adıyla, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi. ABD emperyalizmi, bu proje kapsamında Fas’tan Çin sınırına kadar olan bölgede yer alan 24 ülkenin sınırlarını ve rejimlerini, kendi çıkarlarına uygun olarak değiştirmek istiyor. Sınırları ve rejimi bu proje kapsamında değiştirilmek istenen 24 ülke içinde bizim ülkemiz de var.
Verilen ödülün hangi hizmetin karşılığı olduğu sanırım yeteri kadar açık.
Bu konuda daha ayrıntılı olarak bilgilenmek isteyenler aşağıdaki linki tıklayıp daha geniş biçimde bilgilenebilirler.
eksen-kaymadi-akp-hala-abd-nin-bop-esbaskanidir-t25589.html
***
Ben bu yazıda, aynı projeye hizmet eden başka bir babaya ve oğullarına değineceğim.
Aşağıda bir ‘yazar’ın, farklı tarihlerde yazdığı yazılardan bazı alıntılar sunacağım size.
Adını, bu bölümün sonunda açıklayacağım ‘yazar’, 30 yılı aşkın bir süredir, yazdığı yazıların neredeyse hepsinde, bu ve buna benzer tekerlemeleri yineleyip duruyor.
İşte ‘yazar’ımızın 18 Nisan 2001 tarihli Sabah gazetesindeki yazısından bir bölüm:
’’Osmanlı monarşisinin yönetim kadrolarıyla, Enderün'u -sarayın iç kadrosu- "Türkler"den pek hoşlanmazlardı. "Etrâk-ı bi-idrâk", "Türkler anlayışsızdırlar" sözü, sık kullanılan deyimlerdendi. (…) Kendi ülkelerinde sultanlarıyla saray yöneticileri tarafından dahi horlanıp aşağılanmış olan Türkler; birden İttihat'çılar tarafından öylesine "dünyanın en üstün ırkı olduğu" propagandasıyla öne çıkarıldılar ki; yerler gökler, karalar denizler, kahveler okullar, gençler ihtiyarlar, "Türk'e Türk propagandasıyla" inlemeye başladı…’’
Aynı ‘yazar’ın, 7 Temmuz 2000 tarihli Sabah gazetesindeki yazısından bir bölüm:
’’Türkler'in büyük çoğunluğu ömür boyu dişlerini sıkarak yaşarlar. İsterseniz buna, "kıçlarını sıkarak" da diyebilirsiniz. Neden böyle yaşarlar Türkler'in çoğunluğu? Çünkü Türkler'in genel ve temel özelliği mesleksiz oluşlarıdır.’’
Aynı ‘yazar’ın 28 Kasım 2002 tarihli Milliyet’teki yazısından bir bölüm:
’’… Washington’un Ankara üstündeki ağırlığı, Washington’dakinden bile fazladır. Şayet Washington, Türkiye’de Cami parfümlü bir politikayla, Kışla parfümlü bir politikadan yeni bir sentez çıkarılmasını ve bu sentezin de, 21. yüzyıl küreselleşmesinde yerini almasını istiyorsa; o mutlaka gerçekleşecektir sonunda... (…)…bugün, "ulus - devlet" modeli artık "statüko"dur. AB’ye üye olarak "statüko"yu aşmak isteyenlerin başında TÜSİAD gelmektedir. (…)Bu rotayı algılayanların yıldızı yükselecek, algılamayanlarınki de sönecektir…’’
Adını birazdan açıklayacağım ‘yazar’ın, yazılarının neredeyse tümünde bu ve buna benzer tekerlemeleri rahatlıkla bulabilirsiniz.
Kim mi bu ‘yazar’?
Çetin Altan elbette.
Hani, oğullarından biri Genel Yayın Yönetmeni olduğu ’’Taraf’’ gazetesinde, eşi belgeli CIA ajanı Yasemin Çongar’la birlikte üstlendiği görevi yerine getirmekte olan; bir diğer oğlu, Prof. Mehmet Altan, başyazarlığını yaptığı ’’yandaş’’ gazetede, yukarıdaki tekerlemelerin benzerlerini yinelemekte olan bir baba.
Yani Altangiller ailesi.
***
İşte bu Çetin Altan’a, 1 Şubat 2009 tarihinde ’’Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’’ verilmişti.
Hem de hangi gerekçeyle?
İşte Çetin Altan’a ’’Ödül’’ kazandıran gerekçeden ikisi:
’’…yazı hayatına başladığı ilk yıllardan itibaren sergilediği üretken ve kişilikli tavrı… (…)… aydın deneyimini ve birikimini ailesiyle birlikte topluma özgün düşünce duyarlılığı ile aktarması…’’
Aşağıdaki iki alıntı, Çetin Altan’a ödül kazandıran ‘aydın birikimini’ ailesine aktarma gerekçesinin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
İşte alıntılardan ilki:
’’Ergenekoncu eski devlet ne istiyor? Buranın iç sömürge... Halkın da köle olarak kalmasını... Ya istenen olmaz da... AB süreci... Demokratikleşme... Halk iradesinin egemenliği ‘baş kaldırırsa’... Ergenekoncu eski devletin cevabı hazır: Çeteleşme... Kaos kışkırtıcılığı... Ve en nihayetinde de...
Vatan, millet, Sakarya avazeleri altında askeri darbe... Yeni devlet oluşumu... Yeryüzünün de desteğiyle... Eski devlet anlayışının darbeci unsurlarını... Ülkenin bağrına saplanmış ‘ölüm makinesini’ yakalamaya... Bir melun ağı deşifre ederek çözmeye başladı... Eski bir dostum durumu bir filmden örnek vererek tanımlıyordu... Filmin kahramanları gözlüklerini takınca, bulundukları ortamda sürüsüne bereket uzaylının da olduğunu görebiliyorlarmış... Yeni devlet gözlükleri de bize, etrafa yayılıp, yerleşen... Devlet içinde derinleşen... Saydam ve meşru olması gereken en ciddi resmi kurumlar da bile dibine kadar çöreklenen Ergenekon Terör Örgütü’nü gösterdi... Cinayeti de resmi de gördük... Şimdi... Hastane üzerinden... Mahkeme üzerinden... Medya üzerinden... Ergenekoncu bir direnç görülmekte... ‘(…) Dert ne? Acaba eskisi olur mu; bombalı, silahlı, cinayetli, ölümlü, vurdulu, kırdılı Ergenekonculuk ‘vatanseverlik’ ambalajında servis edilebilir mi? İç sömürge hali, halkı köle etme hali sürebilir mi? Böyle olmasa, ‘en Atatürkçüler’ tarafından AB’ye karşı İran alternatif gösterilir mi? Türkiye’de halk... Cumhuriyet boyunca... Anadolu kömürlüğüne kapatılmış özürlü çocuk muamelesi gördü... İstanbul Dukalığı Anadolu’yu, Ankara üzerinden sömürüp durdu... Nüfus artışı, ekonomik kalkınma, iletişim, yeryüzündeki demokratikleşme bu köhnemiş yapıyı silkeliyor... Zamanın ruhu, tarihin temposu da bunu emrediyor... (…) Sizce artık, meşru ve demokratik bir halk egemenliği ‘darbeciliğe’ kurban edilebilir mi? Eski Ergenekoncu devlet, yeni oluşumu boğabilir mi?’’ (Eski devlet -Yeni devlet Mehmet Altan-13 Şubat 2009-Star)
Bu da diğer çocuğundan örnek:
’’… Apo “barış” için önemli biri. (…) Türklerin Apo’ya ve PKK’ya çok öfkeli olması, hatta nefret etmesi bu gerçeği değiştirmiyor. Bugün Apo’yu barış sürecinin dışında tutmak, PKK’nın varlığını görmezden gelmek gerçek duruma uymuyor. (…) Apo, Kürtlerin Mandela’sı bugün. Onların ulusal kahramanı. (…) Bu savaşta iki tarafın da canı yandı, iki taraf da acı çekti, iki taraf da çocukları için ağladı. Bunu uzatmanın ne anlamı var? Apo’yu barış sürecine katmanın büyük yararları olabileceğini görmemek mümkün mü? (…) Anladık savaşmayı çok iyi beceriyoruz da... Barışmayı becermenin de savaşmak kadar değeri yok mu?...’’ (Apo ve Mandela-Ahmet Altan-19 Mart 2009-Taraf)
***
‘Aydın birikimini’ ailesine aktarmada gösterdiği başarıdan dolayı, ’’Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’’ne layık görülen Çetin Altan, Aya İrini Müzesi'nde düzenlenen ödül töreninde, Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden almıştı ödülünü.
Recep Tayyip Erdoğan, ödül töreninde yaptığı konuşmanın ardından Çetin Altan’a ’’İyi ki varsınız’’ demişti.
Evet, sonuç olarak biz de, Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet edenlerin hepsi için, ’’iyi ki varsınız’’ diyoruz.
Yoksa ABD emperyalizminin emperyalist projelerini, kimler sürdürebilir; karayı ak, akı kara yapan tertipleri, yalanları kimler pazarlayabilir ülkemizde…