Her Şey İkili Antlaşmalarla Başladı
Sinan Meydan’ın “1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek” adlı kitabını bir kez daha okuyorum. Beni en çok etkileyen, üzen, kahreden bölümlerinden biri “ … Amerikan Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi” başlıklı bölüm oldu. Bu konu çok yazıldı. Örneğin Çetin Yetkin’in “Karşı Devrim 1945-1950” kitabı, konuyu en iyi ve kapsamlı olarak inceleyen kaynaklardan biridir. Benim de, bu kitaptan yararlanarak hazırladığım 2004 tarihli uzunca bir makalem var: “Türkiye’de Amerikancılık Nasıl Başladı?”
Bu anımsamalar beni yaşamsal bir sorunumuzun kaynağına yeniden götürdü. Boşuna demedim ben, “Amerika Türkiye’nin can düşmanıdır” diye!... Bilinen bir konudur ama, yurttaşlarıma da hatırlatayım dedim, aşağıda, S. Meydan’ın kitabından [ss. 336-346] çok kısa bir özet sunarak.
* * *
10 Kasım 1938’de sadece M. K. Atatürk ölmedi, onun özenle kurduğu Tam Bağımsız Türkiye de yeniden “bağımlılık” sürecine girdi. Ülkemiz 1923-1938 arasında sadece on beş yıl tam bağımsız olarak kalabilmişti. 1947 yılından itibaren, “Amerikan’ın “para” tuzağına düşürülerek bağımsızlığını yitirmeye başladı.
Ülkeyi felakete götürecek olan bu yoldaki ilk adım; daha 20 yıl önce yurdumuzu işgal eden emperyalist iki ülke ile, İngiltere ve Fransa ile 1939’da yapılan “Üçlü İttifak Antlaşması” oldu. Asıl büyük teslimiyet ise, İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD’ye âdeta sığınmakla, bu yeni emperyalist ülke ile yapılan, sözde yardım ve kredi antlaşmalarıyla oldu. Türkiye art arda yapılan 5 antlaşma kapsamında, bağımsızlığından büyük ödünler verdi; bu “haydut” devlete ayrıcalıklar tanıdı; iç işlerine müdahale hakkı, inanılacak gibi değil ama eğitim sistemini bile belirleme yetkisi verdi! “Sovyet tehdidinden korunacağım, ekonomik yardım alacağım” diye ABD emperyalizminin pençesine düştü, adeta ABD’nin mandası altına girdi!” Türkiye Atatürk döneminde ABD’den hiç borç para talep etmemişti. Mandayı Sivas Kongresi’nde reddetmişti!
Çorap ikili antlaşmalarla örüldü: İsmet İnönü hükümetleri zamanında başlayan Türkiye-ABD ikili antlaşmaları; Adnan Menderes (Demokrat Parti) hükümetleri zamanında artarak devam etti. Antlaşmaların sayısı 1970 itibariyle 55’e yükselmiş bulunuyordu. Şunu da vurgulamalıyım ki, ABD aynı yöntemi kullanarak, para yani ekonomik yardım tuzağıyla -1975 itibariyle- tam 42 ülkeyi daha kendine bağımlı hale getirmiştir.
Milletimizin ekonomik bağımsızlığını yitirişi siyasal bağımsızlıkla birlikte gerçekleşti (1946-1960): Türkiye ABD’nin iradesiyle önce çok partili hayata, ardından sözde demokrasiye geçti. Dünya Bankası’na, IMF’ye üye oldu. Truman Doktrini’ni, Marshal Planı’nı kabul etti. NATO’ya girdi, OECD’ye katıldı.
* * *
Türkiye bütün bu antlaşmaları imzalayıp Batı’nın kuruluşlarına girerken, hep zayıf olan taraftı. Bakın, bu konuda Atatürk ne diyor. “Zayıf olan, güçlü olanın mutlaka esiridir. Bu nedenle, kurtuluşumuz için gelen yardımlar karşısında, yalnız kendi gücümüze güvendiğimizi kanıtlamalıyız. Bize yardıma gelenler, bizi yutacak kadar olursa, yutar.”
Bu sözler aynı zamanda yazımın da en uygun sonucu değil midir? Daha ne diyeyim. Türkiye’nin 1938’den sonra başına gelenleri en inandırıcı şekilde açıklamıyor mu? Pekiştireyim yine de ne demek istediğimi, Somerset Maugham’ın ünlü bir sözü ile:
Bir millet herhangi bir şeye bağımsızlığından daha fazla değer veriyorsa, bağımsızlığını yitirecektir. Kaderin cilvesine bakın ki değer verdiği şey, rahatlık ve para ise onları da kaybedecektir.
Prof. Dr. Cihan DURA, 15 Mart 2018