Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacaktır...

Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacaktır...

İletigönderen İrfan Tuna » Pzt Ağu 01, 2011 20:51

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAKTIR…

Aslında komutanlar emekli olmadı. İstifa etti.

Ama askerlik yasasında “toplu istifa” suç sayıldığı için “Komutanlar emekliliklerini istediler” denildi.
Yani işi kitabına uydurdular.

Bu istifaları bazıları “görevden ve mücadeleden kaçma” , “Kayıtsız, şartsız AKP’ye teslim olma” diye yorumladı. Bazıları ABD’nin ve hükümetin “Orduyu yeniden yapılandırması”na bir tepki, YAŞ’tan birkaç gün önce subayların “Yakalanması emri”ne bir “karşı koyma eylemi” olarak değerlendirdi.


  • Emekli generallerin büyük bir bölümü komutanların istifasına arka çıktı. Onları destekledi. Tutuklu komutanların aileleri, Vardiya Bizde Platformu, bu davranışı “onurlu bir duruş olarak” nitelendirdi. Aydınlık gazetesi “Ordu Çuvalı başından çıkardı” diye yazdı. Doğu Perinçek, Koşaner Paşa’nın açıklamalarını bir “suç duyurusu saydı.

Batı medyası ve yandaş basın ise komutanların istifasını “demokratikleşme” olarak değerlendirdi. Bazı basın organları haberi “Orduda Deprem” başlığı ile verdi. Bu arada bir yandaş gazete de istifaları “Karpuz kesme” olayı ile anlatmaya çalıştı. “Karpuz nasıl kesilir” ileride o da öğrenecek, belleyecek elbette… Şimdi bunu geçelim…

Bu konuda ben de “Komutanlar ABD, AKP Operasyonlarına Boyun Eğmediler…” başlıklı bir makale yazdım.

Yazı genellikle olumlu karşılandı. Bunu yorumlardan, beğenilerden ve bana gelen çok sayıda iletiden anlıyorum. Ama eleştirenler de vardı. Generallerin istifasını “Boyun eğme”, “Görevden kaçış”, olarak yorumlayanlar çıktı.

Şimdi ben, bu istifa olayına bütünü ile olumsuz yaklaşan ve bu girişimi küçümseyen, solcu köşe yazarlarına ve bu arkadaşlara, bir açıklama getirmek istiyorum.

Geçen yazımda şunları söylemiştim:

“Gencecik teğmenler tutuklanıyordu. Ne ilgilenen ne arayan vardı. Ordu seyirci konumundaydı. Yaşlı başlı generaller günlerce sorgulanıyor, kötü koşullar ve yaşanılan stres karşısında acil servislere kaldırılıyorlardı. Dönüp bakan yoktu. CHP de MHP de “Sorunları Yargıya bırakalım, adalet gereğini yapar…” diyordu.

Oysa haksızlıklar, hukuksuzluklar arşa yükselmişti ve bu faşist uygulamalar karşısında yer yerinden oynamalı, tüm yurt yüzeyi direniş alanına dönmeliydi…”

Ordu da muhalefet partileri gibi subaylarına, astsubaylarına yapılan saldırılar, tertipler, tutuklamalar karşısında uzun bir süre susmayı tercih etti. Sorunun çözümünü yargıya bıraktı. “Yargı gereğini yapar” dedi. Yargının AKP tarafından teslim alındığını görmezden, bilmezden geldi. Faşizmin kollarının nereye kadar uzanacağını ya tahmin edemedi ya da bu kadarını beklemiyordu.

Keşke yara kangrenleşmeden yumruğunu masaya vurup yüce Türk ordusunun hakkını arayabilse, onurunu koruyabilseydi.

Keşke Yaşar Büyükanıt Paşa, Recep Tayyip-Bush görüşmesinin ardından Dolmabahçe Anlaşmasını hiç yapmasaydı… Subaylarının uydurma gerekçelerle boynundan tutulup azılı katiller gibi götürülmesine izin vermeseydi. Ortaoyunu seyreder gibi seyretmeseydi. Keşke o bilmem kaç bin dolarlık zırhlı arabalara hiç binmeseydi.

Orgeneral Hilmi Özkök, “Başına çuval geçirilen Ordunun Komutanı” olarak tarihe yazıldı. Orgeneral İlker Başbuğ da “Yatak Odasına Baskın Yapılan ordunun” komutanı olarak tarihe geçti…

İngiliz Daily Telegraph gazetesi, “Ordunun Yatak Odasına Baskın” diye başlık atmış. Arkasından da eklemişti: “AKP, Ordunun Kanadını Kırıyor…” (Cumhuriyet, 30 Aralık, 2009)

Dünya Savaşının ardından ülkemizi işgal eden İngiliz, İtalyan ve Yunan orduları, bugünkü ABD, AB emperyalistleri kadar vatanımızın “harim-i İsmeti”ne (kutsal ocak) girmemiş, girememişti. Türk Milleti onları Atatürk’ün önderliğinde “Vatanın Harim-i İsmetinde boğmuştu”.

Bu kısa açıklamadan sonra şimdi asıl konumuza gelelim: İstifalar karşısında bir okurum, “Mustafa Kemal böyle mi yapardı?”, bir başka okurum da “Sn. Eralp, daha nasıl boyun eğeceklerdi acaba? Kayıtsız-Şartsız teslim olmak değildir de nedir bu?” diye soruyor.

Öncelikle şunu belirleyelim, tarihimizde zaman zaman istifaların da bir eylem biçimi olabildiğini görüyoruz. Buna en güzel örnek İngiliz-Osmanlı hanedanı tarafından ordunun kuşatılması, çökertilmesi karşısında Atatürk’ün tüm resmi görevlerinden ayrılarak istifa etmesidir. Elbette bu eylemi bugünkü istifa eylemi ile kıyaslayamayız, çünkü o zaman Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere Anadolu’ya geçmişti. Ama mücadele yine de bir istifa ile başlamıştı.
27 Mayıstan önce Cemal Gürsel Paşa, zamanın Başbakanı Adnan Menderes’e bir uyarı mektubu göndermiş, arkasından da istifa etmişti.

Yakın tarihimizden en canlı bir başka örnek ise, ABD-Irak körfez Savaşında, Amerikalılarla birlikte kendisinin de Kuzey Irak’a girmesini emreden Turgut Özal’a karşı Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay’ın 3 Aralık 1990 tarihinde görev süresi sona ermeden kendi isteği ile istifa etmesidir. Bu nedenle ABD’nin Türk Ordusunu kullanma planları da hayata geçirilememişti. O tarihten sonra Amerika “Türk ordusu hizadan çıktı” diyerek ordumuzu hedef tahtasına yatırmıştı.

Tekrarlıyorum: İstifalar AKP’nin, ABD’nin Türk ordusunu kuşatması, felç etmesi karşısında bir tepki, bir karşı koymadır. Subayların haksız, dayanaksız, bir takım uydurma, sudan nedenlerle, tertiplerle tutuklanması karşısında bir başkaldırıdır. “Yargı doğru kararı verir” anlayışının da terk edilmesidir.
Silah arkadaşlığıdır. Silah arkadaşlarının savunulmasıdır, korunulmasıdır.

Olaya şimdi bir de şu yönden bakalım: Peki, komutanlar, YAŞ toplantılarına katılıp, Koşaner Paşanın vurguladığı “14 general-amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tehdit edilmesinin yanı sıra mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek Askeri Şura‘da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen cezalandırılmıştır…” dediği subayların kararına imza atsalardı, daha devrimci, daha doğru bir eylem biçimi mi ortaya koymuş olacaklardı?

Generaller, kendilerinden önceki komutanlar gibi suça ve sorumluluğa ortak olmamışlardır. Ve milleti, ordu mensuplarını da ordusuna, Cumhuriyetine, subaylarına sahip çıkmaya çağırmışlardır.

Artık ok yaydan çıkmıştır. Bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Gerçekler halkın önüne serilmiştir. Halk düşünmeye başlamıştır. Bu bir başlangıçtır.

Olacakları ileride yaşayıp göreceğiz…


Ali Eralp - 1 Ağustos 2011 - Güncel Meydan
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Şu dizine dön: Ali ERALP

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x