![](http://www.guncelmeydan.com/anasayfa/images/stories/SalikRes/Yazarlar/alieralp.jpg)
Ne yargıya ne eğitime ne yönetime ne iktidara; hiçbir şeye güvenimiz kalmadı.
Geleneklerimiz, göreneklerimiz, kültürümüz, ahlakımız paspas gibi çiğnendi… Çiğnenmeye de devam ediliyor…
Kişisel çıkarlar, para, servet, akrabalık ilişkileri, particilik her çeşit değerin, ahlakın, insan onurunun önüne geçti.
Üstüne çıktı.
Adalet, hukuk güçlünün, varlıklının yanında…
Yargıçların, savcıların, resmi kurum yöneticilerinin büyük bir çoğunluğu, ülke yönetimini elinde tutanların koltuk değneği, kurşun askeri gibi hareket ediyorlar.
Politikacıların ağzına bakıyorlar.
Efendilerinin iki dudağının arasından çıkacak her söz onlara göre emir sayılıyor…
Bu tür, utanması, sıkılması olmayan insanlar için Gaziantep’te söylenen bir söz vardır:
“Ar, namus kâhke bezi…” Kâhke bezi ucuz, kıymetsiz, olur olmaz her işte, her yerde kullanılan ucuz bir bezdir…
Bu adamlar Kâhke bezine döndüler.
Kendilerini Kâhke bezi gibi her yerde, her işte kullandırıyorlar…
Benim anlayamadığım, aklımın, beynimin kabullenemediği bir şey var:
Bunlar gelecekte, emekli olunca ya da işi bırakınca çocuklarının, yakınlarının, arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacaklar?
İnsan içine nasıl çıkacaklar? İnsanlarla nasıl konuşacaklar?
Bu ülke çok onursuz, kişiliksiz yargıçlar, savcılar gördü. Zekeriya Öz gibileri kurtuluşu yurt dışına kaçmakta buldu.
Bu ülke neler gördü, neler geçirdi?
Deniz Fenerleri, 17–25 ayakkabı kutuları, Rıza Zerrablar…
Ergenekon, Balyoz davaları…
Devletin en yüksek tepesindeki adam çıktı, “Ben Ergenekon’un savcısıyım” dedi…
Yıllar sonra gerçekler anlaşılıp, “Beraat kararları” verilmeye başlayınca, bu kez de “Pardon, beni yanılttılar” dedi.
Bu yargılama sırasında ölenler, sakat kalanlar ve yıllarca hapis yatanlar oldu. Ailelerin ve çocukların çektikleri sıkıntılar, çileler, dertler yanlarına kâr kaldı.
Tüm dosyalar rafa kaldırıldı. Çoğunun üstü örtüldü…
Ülkemizde yargıya güven üçte birlere, dörtte birlere düştü. Halk, adalete olan inancını yitirdi.
Çünkü her gün, her an hukuksuzluklarla karşılaşıyor. Başına gelmeyen kalmıyor.
83 puan alan bir öğrenci okula alınmıyor, ama 60 – 65 puan alan öğrenciler, siyasal çevrelerin etkisiyle önemli eğitim kurumlarına yerleştiriliyorlar.
Böylece babalar çocuklarını akrabalarının yanına, başka bir kente göndermek zorunda kalıyorlar.
Danıştay, Yargıtay kararları uygulanmıyor.
Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren an alıcı önergeler mecliste ret ediliyor. AKP’liler bir yandan, “FETÖ ile mücadele ediyoruz” diyorlar, bir yandan da FETÖNÜN araştırılması için verilen önergeyi işleme sokmuyorlar.
AKP’li gençler ne kadar milliyetçi, ne kadar vatansever olduklarını kanıtlamak için bir yandan, beyaz kefenler giyip, “Öl de ölelim, Afrin’e gidelim” diye feryat ediyorlar, Reise yaranma savaşı veriyorlar bir yandan da askerlik zamanları gelince, ücretli askerlik yapıp işin içinden sıyrılıyorlar.
Halkımız, aç biilaç, perişan bir yaşam sürerken Türkiye’nin Cumhurbaşkanı “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek, tam üç yerde saray ve köşk yaptırıyor.
Bir taraftan da yüksek maaşlarla Cumhurbaşkanlığı yüksek istişare kurulu üyeleri atıyor.
Politikadan elini eteğini çekmiş eski politikacılara yeniden görevler veriyorlar…
Bu ortamda biz kime, kimlere, neye güveneceğiz?
Kimse sözünde durmuyor. Kimse halkın çıkarı için çalışmıyor.
Bizi yönetenler, yüksek mevkilerde oturanlar, sadece kendi çıkarlarını, yakınlarını, akrabalarını, çoluğunu çocuğunu düşünüyorlar…
Durmadan “Hep bana, Rap bana” diyorlar.
Hiçbir şeye güvenimiz kalmadı.
Ama 23 Haziran seçimlerinden sonra şafak yeniden söktü. Güneş ufuktan doğmak üzere.
Kıvılcım çaktı. Ortalık aydınlandı. Herkes her şeyi görmeye başladı.
Bundan sonra sadaka ekonomisi ile, iftar çadırları ile, şeyhlerle, şıhlarla işleri götüremeyecekler. Ülkeyi yönetemeyecekler.
AKP, uçurumdan aşağı doğru tepetaklak yuvarlanıyor. Lime lime, parça parça oluyor.
Bundan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
(alieralp37@gmail.com)