‘İDEOLOJİK DEVLET’ -EKONOMİK REFLEKSİVİTE (7)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

‘İDEOLOJİK DEVLET’ -EKONOMİK REFLEKSİVİTE (7)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Çrş Şub 23, 2022 13:47

‘İDEOLOJİK DEVLET’ -EKONOMİK REFLEKSİVİTE (7)
Geçen gün, bir televizyon programında, ‘İdeolojik Devlet’ nitelemesi duydum.
Öyleyse, eskilerin deyimiyle, mefhumu muhalifinden hareketle, ‘ideolojik olmayan Devlet’ de olabilirmiş kanısı oluşabilir.
Oysa ‘ideolojisi’si olmayan ‘Devlet’ ne olmuştur ne de olabilir diyerek; ‘Ekonomik Refleksivite’ serimizin 6ncı sayısını burada yineleyelim:
Emile Durkheim’in toplumların düşünce ortaklığı biçimleri’nden (formes collectives de pensée) sözettiğini belirtmiştik.
Bizim irdelemekte olduğumuz konu ise, ne ekonomik ve ne de sosyolojik ya da her hangi bir dalda ‘düşünce tarihi’ni özetlemek değil ama, toplumsal düşüncelerin toplumsal ‘köken’lerini epistemolojik olarak ele almaktan başkası değil.
Ama örneğin, daha önce ‘genel denge’ paradigması ve günümüzdeki uzantıları için, özde ‘ekonomik sistem’in varlığını ‘meşrulaştırmak’ ve genel geçerliğini savunmak olduğunu ileri sürmüştük.
Ve bunun ‘ideolojik’ bir yaklaşım olduğuna değinmiştik.
Ne var ki, bu yaklaşımı ‘ideolojik’ olarak tanımlamak, hiç de küçümseyici bir anlam yüklediğimiz anlamına gelmemekte idi.
Çünkü ‘ideoloji’ sözcük olarak “ide’ler bilimi”demek.
1796 yılında, ilk kez Antoine Destutt Tracy tarafından, tam da bu anlamda kurulmak istenen bir ‘bilim’in adı idi.
Ve toplumsal düşüncelerin dil, gramer ve mantık temelinde çözümlenmesine dayalı bir ‘bilim’ olarak tasarlanmış idi.
Ne var ki, önce Napolyon kendi politikalarına karşı çıkan düşünceleri küçümsemek için ‘ideolojik’ tanımlaması yaptı ve ardından Karl Marx’ın ‘Alman İdeolojisi’ başlıklı çalışmasıyla bir başka boyut kazandırılmış oldu.
Örneğin Lenin’de, tarihsel maddecilik, ‘proletarya ideolojisi’ olarak ‘bilimsel’ bir anlam kazanıyordu.
Lukacs’a göre ise, ‘proletarya bilinci’ salt işçi sınıfının ‘ideolojik düşüncesi’ olamazdı, çünkü ‘tüm insanlığa’ hizmet ediyor olacaktı.
Böylece Karl Mannheim’in ‘ideoloji paradoksu’ diye adlandırdığı bu paradoks, ancak şöyle aşılabilirdi: “Her ideoloji eleştirisi, zorunlu olarak bir ideolojik temele dayanmak durumundadır” (*).
Her ne kadar, bir ara ileri sürülen ve hâlâ oldukça taraftarı olan bir teze göre ‘ideolojiler öldü’ ise de; iki önemli Fransız filozof ‘ideoloji’ konusunda ‘çağdaş’ açıklamalar getirmişlerdir.
Bunlardan Raymond Boudon (1934-2013), nesnel ussallık yanında bir öznel ussallık (rationalité subjective) olabileceğini de göstermiş ve bunun illa körükörüne ya da öznenin kontrolü dışındaki güçler tarafından değil ama, tersine insan esprit’sinin normal işleyişinden de doğabileceğini ileri sürmüştür.
Öyle ki, buradan hareketle “bilimin (zaman zaman) yanlış düşünceleri kanıtlamak ve yaymak gibi bir rolü de olabilir” demiştir.
Bu söz üzerine, artık kimi ‘bilimsel kuram’ ve ‘çaba’lara ‘ideolojik’tir demek, bir anlamda ‘övgü’ bile sayılabilir!
Paul Ricoeur’e (1913-2005) gelince, o da antropolog Clifford Geertz’in şu tezinden hareket etmiştir: ideolojinin ilk işlevi gerçekliği bozmak (déformer) değil ama, tersine ‘sembolik bir formülasyon’ sürecinde düzene koymaktır.
Buradan hareketle, Paul Ricoeur, ideolojinin, kişisel ya da toplumsal kimliklerin oluşması ve sürdürülmesine olanak veren ‘sembolik yapı’lar gibi bir işlev gördüğünü ileri sürecektir.
Ne var ki, ideolojinin bu ‘olumlu’ rolüne karşı, zaman zaman ‘patolojik’ biçimler alan ‘olumsuz’ rolü de olabilecektir.
İdeoloji konusunda, bu kısa özetine ardından, Althusser’in ‘Devletin ideolojik aygıtları’nın çözümlemesine geçebiliriz.
Çünkü, ‘regülasyon’ kuramcılarımızın görüşlerini dayandırdıkları Bourdieu’cü yaklaşımı açıklamak için de, Althusser’e yakından bakmamız gerekmektedir.
Althusser’in hareket noktası ise, Marx’ın “Bir toplumsal biçim, üretiyor olmasına karşın, eğer aynı zamanda kendi üretim koşullarını da yeniden üretemez ise, varlığını sürdüremez” sözüdür.
Böylece, Devlet’in varlığını sürdürebilmesi için, asker ve polis gibi ‘baskıcı aygıtları’nın yanısıra ve onlardan da önemli olarak ‘ideolojik aygıtları’na gereksinmesi olacağı tezini geliştirecektir.
Görülebileceği üzere, en genelgeçer ‘Devlet’ tanımı olan, Max Weber’ci “Şiddet tekelini elinde bulunduran meşru güç” tanımına ek olarak, üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra, ‘Devlet’in ‘ideoloji tekelini de elinde bulunduran meşru güç’ olduğu tanımına ulaşılmıştır.
Böylece, ‘yeniden üretim’ kavramı, düşünsel alanda çokanlamlı (plysémique) bir biçimde yaygınlaşması sonucu, ekonomik anlamda ‘yeniden üretim’ biçimine ek olarak, ‘kültürel’ ve ‘ideolojik’ ‘formasyon’ için de ‘sürdürülebilirlilik’ koşulu olarak belirlenmiştir.
İşte Pierre Bourdieu’cü, ‘habitus’, ‘sosyal kapital’, ‘ekonomik kapital’, ‘sembolik kapital’ türü tüm kavramlar ve onların sürdürülebilirliliği de, ancak ve sadece ‘ideolojik’ temele oturtularak açıklanabilmiştir.
Ki, ‘Devlet’ hiçbir koşulda bu bağlamın dışında tutulamaz.
Kuşkusuz, ‘insanlık öncesi’ dönemler, yani ‘Devletsiz’ dönemler hariç.
(Sürecek)
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1626
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x