İDEOLOJİK MİLLİYETÇİLİK Mİ BİLİMSEL ULUSALCILIK MI?
‘Cumhuriyet’in C’si bașlıklı yazıda Mustafa Kemal Atatūrk’ūn ‘Cumhuriyet Erdem’dir sözūnū benimsediğini yazmıștım.
Nereden esinlenmiș olabilirdi?
Kușkusuz ‘Būyūk Fransız Devrimi’nden.
Bu ‘Devrim’in ‘Būyūk’lūğū nereden geliyordu?
Kușkusuz, bu ‘būyūk’lūk, Fransız, halkı, milleti, milliyetinin būyūklūğūnden, cibiliyetinin yūceliğinden değil, ama ‘insanlık’ dediğimiz ve genel olarak ‘insan’ kavramına kazandırılan ‘değer’lerin būyūklūğūnden geliyordu. O gūne değin ‘hak’larından yoksun bulunan kimi ‘insan’lar da artık ‘hak sahibi oluyorlardı.
Avrupa’da, insanlık tarihi ‘kategorik’ olarak bir önceki dönemden ayrılıyor, bir ūretim biçiminden bir bașka ‘ūretim biçimi’ne geçiliyordu.
Yani feodal ūretim biçimi yıkılıyor ve kapitalist ūretim biçimine geçiliyordu.
Aynı yıllarda Amerika’da koloniler İngiliz İmparatorluğuna karșı ‘bağımsızlık savașı’nı kazanıyor (1776), anayasal bir dūzene geçiyor (1787) ve Haklar Bildirgesi (Bill of Rights) yayımlanıyordu (1791).
Fransız Devrimi ile birlikte değerlendirildiğinde, tarihte böylece ‘Burjuva Devrim’leri dönemine girilmiș oluyordu.
Demokratik mi Cumhuriyetik mi?
Pekiyi ama nasıl hem ‘Devrim’ ve hem de ‘Demokratik’ olabiliyordu?
Burada devrim ‘Cumhuriyet’in kurulușuyla ‘eșanlamlı’ olarak kullanılmaktadır.
‘Üstyapı’sal olarak feodal beylikler, krallıklar, prenslikler, kısaca ‘Monarșik’ yönetimler yıkılmakta ve ‘Cumhuriyet’ler kurulamaktadır. Bu ‘devrimsel’ bir sūreçtir.
‘Yönetim biçimi’ ya da ‘hūkumet etme’ ise, kuramsal olarak, ‘demokratik’ olmak yönūnde gelișecektir.
Bu yönetim biçimleri, o nedenle, ‘Burjuva Demokrasisi’ diye de adlandırabilirler.
Ancak İngiliz İmparatorluğun’da Magna Carta (1215), Rus Çarlığı’nda (1905), İran’da (1906) ve Osmanlı İmparartorluğu’nda (1876 ve 1908) ‘Anayasal’ atılımları da ‘Monarșik’ rejimlerden Anayasal Monarșilere (Meșrutiyet) geçișler olarak ‘Devrim’ diye adlandırılabilirler.
Sūrekli mi arasız mı?
Būyūk Fransız Devrimi (1789) Napolyon Bonapart tarafından bir ‘darbe’ ile durduruldu: 18 brumaire (9 novembre 1799). Ve yeniden bir ‘İmparatorluk’ kuruldu (1804)(1).
1814-1830 Restorasyon döneminin ardından 1830 devrimi geldi. Ve ūç gūn dayanabildi.
1848 yılına değin yeniden Monarșik bir yönetim biçimine geçildi.
1848 Devrimi ve 4 yıllık bir cumhuriyet döneminin ardından, İkinci İmparatorluk dönemi (1852-1870) ve 1870 yılında yeniden Devrim.
1870’ten İkinci Dūnya Savașı’na değin Üçūncū (1940), savaș sonrası Dördūncū (1946) ve Soğuk Savaș döneminde Beșinci Cumhuriyet’ler kuruldu (1958).
Amerika’da ise, kapitalist sistemin ve serbest piyasa ekonomisinin tam olarak oturması ve burjuva demokrasisinin şekillenmesi de ancak 100 yıl sonra patlak veren Amerikan İç Savaşı (1861-65) ‘ndan sonra gerçekleșebilmiștir.
Sūrekli mi arasız mı bilinmez ama, toplumlar sūrekli bir alt-ūst içindedir.
Bir devinim.
Ve her ūlkenin devinimi de ‘kendine göre’..
İște bu ‘Burjuva Devrimleri’ 1789’dan bașlayıp, ūlkesine göre, 100’den fazla yıl boyunca sūrūp gelmiștir.
Tūrk Devrimi için de ‘yūzelli yıl’dır sūrmektedir denilmekte değil midir?
‘Insan’ın o ‘kendine özgū’ olduğu ileri sūrūlen, ‘devredilemez’ olan, ‘olmazsa olmazı’ bu ‘hak ve değerleri’ için yapılan ‘Devrim’ler yūzlerce ve hatta binlerce yıllık bir ‘sūreç’ değil midir?
Kaldı ki daha yūzlerce yıl sūrecektir.
‘İnsanlık tarihi’, demek ki, bir devrimeler ve karșı-devrimler tarihidir.
‘Sūrekli’ ve aynı zamanda ‘kesikli’.
Ancak her ‘Devrim’ ve ‘Karșı-Devrim’, bir diğerinden ‘niteliksel’ olarak ayrıdır.
Uğruna ‘Devrim’ yapılan ‘Değer’ler
Her șeyde önce ‘Devrim’, özveri, olağanūstū çaba, disiplin ve bilgi gerektirmektedir.
İnsanlık tarihinin ‘neresi’nde olunduğunu bilmeye de ‘bilinç’ diyelim.
Ve ‘Devrim’ler hep kan, gözyașı, acı ve çile gerektirirler.
‘Devrim’in ‘Demokratik’i olmaz.
Olsa olsa ‘Karșı-Devrimler’ ‘demokratik’ olabilirler.
Yirminci yūzyıl Avrupa’sı ‘fașist’ ve ‘nazi’ karșı devrimleri’ ile Orta ve Yakın Doğu ‘Dinci İktidar’ arayıșları bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Oysa en ‘Demokratik Devrim’, ‘Burjuva Demokrasi’sine karșı yapılacak olan ‘Devrim’dir (2).
O nedenle de, geçen yūzyılda ‘Demokrasi’ terimine ‘Sosyal’ sıfatı eklenmiștir.
Ne var ki, bu ‘Sosyal Demokrasi’ kavramı da, yūzyıl içinde bașkalașmıș, yabancılaștırılmıș da denilebilir, bugūn insanlığın karșısına bir ‘Karșı-Devrim’ aracı olarak çıkarılmıștır.
Gerçekten, ‘Būyūk Fransız Devrimi’ döneminde bașta ‘demokrasi’ olmak ūzere, eșitlik , özgūrlūk, kardeșlik, adalet ve erdem kavramları Eski Yunan ve Roma dönemlerine gönderme yapılarak kutsanmıșlardı.
Devrim önderlerinden Robespier, Meclis’te ‘Cumhuriyet’in ilkeleriyle ilgili görūșmeler yapılırken, “ Demokratik hūkumetimizin temel ilkesi, Yunan ve Roma dönemlerinin o görkemli kavramı olan ‘erdem’i Cumhuriyet’imiz döneminde yeniden yașama geçirmek olacaktır. Bu ‘Erdem’ de, ‘vatan așkı’ndan bașkası değildir” (3) demiș idi.
Mustafa Kemal Atatūrk, yūzotuzbir yıl sonra Tūrkiye Cumhuriyeti için benzer bir tanımlama yapacaktır.
Yanılsamanın būyūğū
Devrimcinin ‘burjuva’ ya da ‘sosyalist’i de mi olurmuș?
Devrimci ‘Devrimci’dir.
Ve hiçbir koșulda ‘Demokrat’ değildir.
Ancak kendi ‘dönemi’nin maddî koșullarına göre davrandığı da yadsınmaz bir gerçekliktir.
‘Būyūk Fransız Devrimi’ni yapanlar, Sezar’lı Brūtūs’lū ‘Köleci ūretim biçimi’nin ‘değer’lerini ‘yeniden yașama geçirme’nin ‘Devrim’ini yaptıklarını söylemekteydiler.
‘Būyūk Tūrk Devrimi’ni yapanların da, geçerken söyleyelim, Orta-Asyalara, Eti ve Sūmerler’e gitmelerinde șașılacak bir șey yoktur.
Yeter ki, ‘ ‘kendi dönem’lerinin tarihsel bilincine sahip olabilsinler (4).
O nedenle, bugūn ‘Būyūk Tūrk Devrimi’nin ilkelerine sahip olmaktan daha būyūk bir ‘Devrimcilik’ olmayabilir.
Tūrkiye için yoktur da denilebilir.
Tūrk Devrimi’ni ıskalayarak daha būyūk bir ‘Devrimci’ olmaktan daha būyūk bir yanılsama olamaz.
Bugūn Atatūrk Devrimciliği, Tūrkiye koșullarında, Orta-Doğu ve hatta dūnyanın būyūk bir kesiminde hala ‘en būyūk’ devrimciliktir.
‘Devrim’ ateșinin, çeșitli coğrafyalarda ‘sönmūș’ olduğunu söylemek de abartılı bir saptamadır.
Her ūlkenin ‘ateși’ kendine göredir.
Tersini savlamak da o ūlkenin ‘Devrimci’lerine ‘saygısızlık’ sayılabilir.
Devlet ve Toplum
Toplum (Société) sözkonusu olduğunda, bir bilimsel disipline (sociologie) gereksinme duyulmasına karșın, ‘devlet’ için bu tūr ‘bilimsel çaba’ya gerek yokmuș gibi davranılır.
Oysa ‘devlet’ belki ‘toplum’dan daha zor anlașılır bir ‘varlık’tır.
Hegel öğretisine göre, ‘devlet’ herșey ve gerek fiziksel ve gerekse tinsel olarak varlığını ‘devlet’in varlığına borçlu olan ‘birey’ ise hiçbirșeydir. Böylece ‘devlet’in tūzel otoritesinin ‘mutlaklığı’, kișisel bilinç ve tinsel varlığının yerini almaktadır.
Bu anlayıșın Almanya’nın uluslașma sūrecindeki etkileri, daha sonraki yıllarda ortaya çıkacaktır.
Gerçekten Platon gibi Hegel de ‘devleti’ bir ‘organizma’ olarak görmektedir. Ancak ‘devlet’te toplumsal istenci gören Rousseau’yu okuduktan sonra, ona devingen bir öz olarak ‘us’ ya da ‘ruh’u da yūkleyerek, ‘ulusun kollektif ruhu’na ulașır.
Böylece ‘devlet’ ile ‘ulus’un öz ve ‘ruh’ olarak ‘bir’liğine varılmıș olur.
Ve Hegelci diyalektikte ‘bir’lik, karșıtların birlik ve özdeșliği ūzerine kuruludur.
O zaman varlığını ortaya koymaya çalıșan her ulus ‘tarih sahnesi’nde kendisini kanıtlamak zorunda kalacak ve ister istemez diğer uluslar ile savașacaktır.
Çūnkū savaș ‘devinim’in gereğidir ve doğal olarak haklıdır.
Hegel’e göre, özūnū tarihin olușturduğu reel dūnyanın evrimi kendisini sanki bir mantıksal ișlem ya da usavurma yöntemi olarak ortaya koyar ve bize, us ya da tinin gelișmesinin ūç diyalektik evresi olarak görūnūr: Birinci evre ‘Doğu Despotluğu’, ikinci evre ‘Yunan ve Roma Aristokrasi ve Demokrasisi’ ve en gelișmiș ūçūncū evre olarak da ‘Alman Monarșisi’.
Tarihsel Maddecilik ve Ekonomi Politik
Katkı’nın önsözūnde Marx, ne hukuksal ilișkiler ne de Devlet biçimlerinin insan zihninin genel evrim yasalarıyla açıklanmayacağını ileri sūrer.
Toplumsal yasalar, kendilerine özgū nitelik tașıdıklarından ancak göreli olarak özerk bir toplumsal bilim tarafından ele alınabilirler: Ekonomi politik (5).
Marx ve Engels’in temellerini koydukları sosyalist ‘toplum’ ve ‘devlet’in ‘bilimsel’liği buradan gelir ve genelgeçer ‘bilim’ anlayıșının yerini almasa da tartıșmasız ‘en etkin’ bilimsel yaklașım olarak varlığını sūrdūrmektedir.
Ulusalcılık bakımından, Hegel’in ‘gelenek’ ve ‘ulusal çıkarlar’a dayandırdığı insanlığın ‘bir’liği ilkesini, en az Sokrat ve Kant kadar ‘ussal’ olan Marx (ve Engels) ‘sınıf çıkarlarına’ dayandırmaktadır.(6)
Gramsci ve Korsch gibi Sovyet Devrimi’ni de görmūș iki dūșūnūr, ‘Poleterya kuramı’nın klasik İngiliz ekonomi politiğe katkısının, sonradan gelișecek bir tohum olarak artı-değer kuramının katkısından çok, Galile’nin onyedinci yūzyılda yaptığı gibi, ekonomi politik alanındaki ‘dūșūnūș biçimi’ne yaptığı katkı olduğunu ileri sūrmūșlerdir (7).
Söylemeye gerek yok ki, ne ‘Devlet’, ne ‘Devrim’, ne ‘Ulus’ ve ne de ‘Ulusalcılık’ konusunda Tarihsel Maddecilik ya da Bilimsel Sosyalizmin yöntem ve kavramlarına bașvurmayan herhangi bir çalıșmanın ‘bilimsellik’ açısından eksik olması kaçınılmazdır.
Bilim ve Ideoloji
Alain Badiou’ya göre “Kavramlar, ‘bilgi’nin ūretken pratiğinin ūretim araçları” iken, ideolojinin ūretim araçları da ‘notion’lardır. (8)
İdeolojik ‘kavram’ olmaz, ideolojinin terimi, nosyonu ya da ‘anlayıș’ı olabilir.
Bilim, bu anlamda, bir kavramlar būtūnū ya da sistemi iken; ideoloji ancak ‘nosyonlar sistemi’ olabilecektir.
Bilimin bir ‘öncesi’ yoktur, yapıldığı dönemin ūretimidir. Bilimin ‘önceki hali’ ideoloji olup, ideoloji sadece ve ancak ‘gerçeklik’in varlığına ișraret etmektedir. O nedenle Althusser, bilimi, ‘ideolojik genelliklerin bilimsel genelliklere dönūștūrūlmesi’ olarak tanımlamaktadır.
Sözgelimi burjuva ekonomi politiğine ait ‘ulusal ekonomi’ terimi, bilimsel bir ‘kavram’ mı yoksa ideolojik bir ‘nosyon’ mudur?
Henūz bilimselliği tanımlanmamıș bir ‘terim’ olan ‘ulus’un ekonomisine ‘bilimsellik’ yūklemek, olsa olsa burjuva ‘ekonomist’lerinin ‘bilimselliği’ ile açıklanabilir.
Kavram koymak, ya da ūretmek, demek ki, bilimsel bir çabadır; ideolojik nosyonlara ‘evrensel’ bir geçerlilik kazandırmaktır. Nosyonları, ideolojik yatağından çıkarıp bilisel bir ‘açıklık’ kazandırmaktır.
Ne Devlet ve ne de ulusun evresel, bilimsel ‘tanımları’na henūz ulașıldığı söylenemez.
O nedele ‘ulusal ekonomi’ye ‘kavramsal’ bir ‘bilimsellik’ yūklenir. Çūnkū burjuva ekonomi politiğinden ‘ulusal ekonomi’ terimi çıkarıldığı zaman, geriye ‘entellektūel gevezelik’ten bașka birșey kalmaz.
‘Devlet’ ve ‘Ulus’, ‘Cumhuriyet’ ve ‘Demokrasi’ ve ‘Devlet-Ulus’ (o arada Millî Devlet) gibi ‘nosyon’lar da doğal, tarihsel gerçeklikler olmaktan öte; yerel ve kūltūrel ‘gerçeklikler’ olarak ele alınmalarına karșın; yanlıș bir biçimde, onlara da ‘kavramsal’ bir içerik yūklenilmeye çalıșılmaktadır.
İște en çok yakındığımız ‘kavram kargașası’nın temeli burasıdır.
Nasıl ki, bugūn ‘Bilim’in bir tek ‘kabul’ūne, ‘genelgeçerlik’ine ulașılmadıysa; konumuz açısıdan ‘Devlet’ ve tūrevlerine, ‘Ulus’ ve tūrevlerine de ele alındıkları ‘alan’lara göre farklı ‘anlam’ ve ‘ișlevler’ yūklenilmektedir.
Sözgelimi, ‘Millet’in ırksal (race) temellerini araștıran bilimsel displinlere antropoloji ve etnoloji; ‘Devlet’in yapı ve ișlevlerini araștıran bilimsel disipline ‘siyaset’, ‘ekonomik ūretim araçları’nı ele alan bilimsel disipline de ‘ekonomi’ denilmektedir.
Būtūn bu ‘ele alıșlar’, ancak ‘tarihsel bir zemin’ ūzerinde ve ‘maddî’ gerçekliklerinden hareketle ele alındıklarında, ‘tarihsel materyalizm’ olarak adlandırılan ‘Bilim’in ‘kendi’ alanına sokulmuș olabilirler.
Devlet-Ulus ve Devlet-Toplum
Ulus (Millet) nosyonunu ele almadan önce ‘Devlet’ anlayıșının tarihiçesine bakalım.
Her ne kadar, son etnolojik çalıșmalar (Pierre Clastres) devletsiz toplumların varlığına ișaret ediyorsa da, Devlet olgusu, bir hukuksal ilișki ve ‘uyulması gereken kurallar’ olarak ‘yasa’ların ortaya çıkmasıyla bașlatılabilir. (9)
Demek ki Milattan 1750 yıl önceye yani Hammurabi Yasaları’na değin gidilebilir (10).
Milattan önce 800’lū yıllara gelindiğinde, Eski Yunan’ın ‘Kent Devlet’lerinin oluștuğuna tanıklık ediyoruz.
Kent Devlet’lerinin ortaya çıkmasından sonraki yaklașık 2000 yıl boyunca ‘Būyūk’ diye anılan İmparatorluklar dönemi bașlayacaktır. Doğup gelișecek, dağılıp parçalanacaklardır.
Ulusalcılık açısından bakıldığında, Būyūk İskender İmparatorluğunun kurulușuyla birlikte, budunsal (tribal) ulusalcılık, ‘politik bir gerçeklik’ olmaktan çıkmıș ve kuramsal bir değeri kalmamıștır. Çūnkū yaklașık 2000 yıl boyunca kurulan imparatorluklar, anakaralararası topraklara yayılmıș yūzlerce etnik grubu birlikte yașatmayı bașarmıșlardır.
Bugūn Devlet-Ulus (11) olușumuna karșı çıkan dūșūnūrlerin temel argūmanı da zaten, Devlet-Ulusların ne toprak, ne ırk, ne dil, ne kūltūr ve ne dinsel bakımdan ortak bir ‘ölçūt’ūnūn bulanamayıșıdır.(12)
Bu çok değișik etnik grup ya da halklar toplamı, bir ‘toplumsal sözleșme’ ile ‘toplum’ olmaya yönelmiș olacaklardır: Devlet-Toplum (Etat-Société).
Gerçekten, Batı dillerindeki ‘Société’ sözcūğū Tūrkçe’ye ‘Cemiyet-Toplum’ olarak çevrilmektedir. Oysa ‘société’ aynı zamanda ‘șirket’ anlamına gelmektedir. (13)
Șirket ortakları, sözleșmede belirtilen hak ve ödevlerini yerine getirmek koșuluyla, din, dil, ırk ve kūltūrel bakımdan herhangi bir yūkūmlūlūk tașımazlar. ‘Ortak’lardan herhangi bir kesiminin din, dil, ırk ve kūltūrel özellikleri ‘șirket’in ișleyișine engel olduğunda ise, doğaldır ki șirket de ‘dağılacaktır’.
Savaș ve Barıș
Tarih boyunca Acunsal (Cihanșūmul) barıș dönemlerine Latince Pax, Fransızca Paix diyoruz.
Būtūn būyūk İmparatorluklar dönemi birer ‘Barıș’, Paix, Pax dönemleridir.
Būyūk İskender, Roma, Karolenj, Mogol ve Osmanlı İmparatorlukları gibi ‘Būyūk’ imparatorluklar, kendi ‘Yasa’larının Acunsal (cihanșūmul) olduğunu ileri sūrmūș ve göreli olarak dūnyanın en canlı bölgelerine ‘egemen’ olmușlardır.
Yukarıda sözūnū ettiğimiz ‘Kent Devlet’leri benzeri ‘koloni’ler kurarak, ileride, yani imparatorluğun dağılma dönemlerinde ‘kurulmaya hazır’ ‘devletçikler’in de temelini atmıșlardır (14).
İmparatorluğu kuran ‘Yasa’ların ya rakip imparatorluğun ‘zor’u ya da ‘iç dinamikler’in etkisiyle ‘delinmeye’ bașlaması ūzerine de ‘savaș dönemleri’ne girilmiș olur.
Bu acunsal barıș dönemleri de yeni acunların keșfi ile birlikte önem ve anlamını yitirmeye bașlayacaktır.
Yeni deniz yollarının ve o arada Amerika’nın keșfi ile birlikte dūnyanın ‘yeniden biçimlenmesi’ ‘niteliksel’ bir dönūșūmūn de bașlangıcıdır.
Bu teknik (Buhar makinesi) ve dūșūnsel (Rönesans ve Reform) atılımlardan sonra, ‘Devlet’ ve ‘Ulus’ anlayıșında da ‘niteliksel’ bir dönūșūm yașanacaktır.
Fransız Devrimi’ni hazırlayan ‘dūșūnceler’in tohumları belli belirsiz, ūtopik olarak diyelim (15), dile getirilmeye bașlanacaktır .
Kușkusuz o ‘dūșūnce’lerin geçerlilik kazanması için, o dūșūnceleri yașama geçirecek olan ‘insan gūcū’nūn olușması beklenecektir.
Milat
Her gelișmenin bir miladı varsa, Devlet ve Ulus ve çok daha yerinde bir deyimle Devlet-Ulus anlayıșının miladı da Fransız Devrimi’dir.
Bu devrimi hazırlayan toplumsal gelișmelerin geriye doğru en az İki Yūzyıllık bir ‘kuluçka’ döneminin olduğunu yinemelemek bile fazla..
Ancak Fransız Devrimi öncesi dönemde Devlet-Ulus ya da ‘Millet’sel olușumların varlığından sözeden herhangi bir yazar ya da araștırma, bu kavramların ‘Milattan Ȫncesi’nden sözediyor demektir.
Ne var ki, bu Milat’ın bir de sonrası vardır.
O nedenle, gerek Devlet-Ulus’ların olușum ve gerekse ‘ulusalcılık’ ideolojisindeki gelișmeler ele alınırken, ‘Ondokuzuncu Yūzyıl Milliyetçiliği’ temel olarak konulmadığı sūrece ‘eksik’ olmasının ötesinde ‘yanlıș’ bir temel ūzerinde yūkseliyor olacaktır.
Ondokuzuncu Yūzyıl Milliyetçiliğinin Temellleri
1789 yılına gelindiğinde, Fransa yirmi krallığın birliğinden olușan bir ‘Devlet’ iken bugūnkū Almanya 360 (ūçyūzaltmıș) ‘Devlet’ten olușmaktaydı.
İtalya, İspanya, Hollanda gibi gūnūmūz ‘Būyūk’ Devletleri de Fransa ve Almanya gibi, biribirleriyle çekișen krallıklar, senyörlūkler, prenslikler ve kūçūk cumhuriyetlerden olușmakta idiler. Bir zamanların ‘Būyūk’ Roma İmparatorluğu da, İtalya’nın içinde Milan ve Napoli ile çekișen bir ‘Kent Devleti’nden bașka bir șey değildi.
Prusya, henūz II. Frederik ile birlikte, ‘karllık’tan tek amacı ‘fetih’ olan ‘Būyūk Krallığa’ dönūșebilmiști. Bu amaçla ekonomik ve askeri gūcūnū artırarak, çevresindeki prenslikleri bir ‘federasyon’ çatısı altında birleștirmeyi tasarlıyordu.
Devrim, İmparatorluk derken, 1815 Viyana Kongresi’nde Fransa Avrupa’nın Dört Būyūkler’inin masasına yatırılıyordu. Bunlar Būyūk Britanya Birleșik-Krallığı (İngiltere İmparatorluğu), Rus ve Avusturya İmparatorluğu ve Prusya Krallıklarıdır.
Viyana’da Fransız temsilci Talleyrand’ın ‘Kamu Hukuku’ndan sözetmesi, diplomasi tarihinde bir ‘ilk’ olur. Bu ‘Kamu Hukuku’, hala ișgal altında olan Fransa halkının Devrim’le kazandığı ‘kamusal’ gūcū olduğu kadar, Dört Būyūk’lerin göz koydukları Alman ve İtalyan prenslikleri ile İspanya ve Danimarka krallıklarının ‘hukuk’larıdır da..
Bu, fetih amacıyla ‘Kutsal İttifak’ kursalar da, artık Būyūk Devlet’lerin ‘kūçūk devlet’leri ‘zor’la yutamayacakları bir așama olarak değerlendirilebilir (18). Artık bugūn ‘Uluslararası’ diye, ayırdında olmadan kullandığımız ama özde ‘Devletlerarası Hukuk’ olan, ‘Būyūk Devlet’lerin koydukları ‘Yasa’ların geçerli olabileceği yavaș yavaș anlașılmaya bașlanacaktır.
1866 yılında, Napolyon III Belçika’yı Fransa’ya bağlayacağını ve “ Avrupa’da ikincil (kūçūk) Devlet’ler yerine ‘Būyūk’ olușumların desteklenmesi gerektiğini” ileri sūrecektir (16).
Yirmi yıla kalmaz, 1878 Berlin Kongresi’yle birlikte bir yandan kimi ‘Būyūkler’ būyūrken kimi ‘Būyūk’ler de olabildiğince kūçūlecektir: Balkanizasyon.
Gerçekten Avrupa’da, Fransa ve Almanya’nın ilk ‘Dörtlū’ye katılımıyla, ‘Avrupa’nın ‘yazgısını belirleyecek olan’ Altılı ve acunsal olarak ABD’nin dahil edilmesiyle ‘Yedi Dūvel’ doğmuș olacaktır.
Ondokuzuncu Yūzyıl ‘Milliyet’çiliğini bu ‘Yedi Dūvel’in varlığı, destek ve yönlendirmesi dıșında ele almak, bugūn ikiyūze varan Devlet-Ulus olgusunu anlamamakla birdir.
Emperyalizm
Her olușumun altında aradığımız ve hatta aramadan bulduğumuz, sorumlu olarak gördūğūmūz ama ‘ne’ olduğunu sorușturmadığımız ‘kavram’lardan biri de ‘Emperyalizm’dir (17).
Emperyalizm, imparatorluklukların kurulurken ilan ettikleri ve ‘cihanșūmul’ olarak uygulamaya koydukları ‘Yasa’nın gūnūmūzdeki adıdır.
Elle tutulup gözle görūlmez, insanlığı yönetme savında olan ‘gizli el’in, Yirminci Yūzyıl bașında kimi ‘Būyūk Devlet’lerin ‘kișiliği’nde gördūğūmūz ‘hal’idir .
Oysa bugūn, emperyalist dediğimiz Devletler bile, yine yanlıș bir biçimde uluslarūstū (transnational) dediğimiz, ancak adından da anlașıilabileceği gibi, ‘Devlet’ olușumlarını da așan, devletler-ūstū ‘finansal gūç’lerin kıskacına girmiș bulunmaktadır.
Ekonomi politik diliyle söylendiğinde, finans, ‘sermaye’yi denetimi altına almıștır..
Paranın, bașlangıçta dini ve imanı yoktu ama milliyeti ve vatanı vardı; sonra milliyet ve vatanı da sattı, uluslararası oldu; bugūn uluslarūstū ve ya da devletlerūstū olmuștur.
Emperyalist Devlet’lerin ūstūne çıktı da denilebilir.
O zaman ‘emperyalizm’e, sözcūk, terim, deyim, nosyon, kavram ve hatta ‘kategorik’ dūzeylerin hangisinde ele alınıyorsa ona göre bir ‘anlam’ yūkleniyor olacaktır.
Ya her derda deva ya da ‘her kötūlūğūn anası’ olarak bakan bir ‘yaklașım’ın ise ne ‘bilim’le ve ne de ‘ideoloji’yle ilgisinin olmayacağı açıktır.
Bu tutum, ancak zihinsel bulanıklık ya da ‘psikolojik’ bir ‘olgu’ olarak değerlendirilebilir.
Darbe ve Devrim
Her iki ‘terim’ de ‘yönetim mekanizması’nın ‘devrilerek’ yerine ‘yenisi’nin konulmasını dile getirmek için kullanılmaktadır.
Kaldı ki gūnūmūzde ‘çok renkli’ bir biçimde gerçekleșmektedirler.
‘Kızıl’, ‘Kahverengi’, ‘Nefti’, ‘Yeșil’, ‘Turuncu’ ve ‘Renksiz’ (ya da Beyaz) ‘Darbe’ ve ‘Devrimler’ (18).
Yöntemimize uygun olarak, bu tūr ‘ideolojik’ betimlemelerin ayrıntısına girmek yerine, ‘Darbe’ ve ‘Devrim’ nosyonlarını ‘kavramsal’ dūzeyde ele almaya çalıșalım.
Yine Milat’a dönmek durumundayız.
Fransız Devrimi’ndeki ‘Hūkumet’in yıkılması’ ve yeni bir ‘Devlet’ kurulușuna yönelinmesini, Tarihsel Hukuk Okulu kurucusu Gustave Hugo (1764-1844) doğal hukuk anlayıșıyla eleștirirken, Marx da Hugo’yu șöyle eleștirecektir:
“Hugo, diğer Aydınlanma filozoflarını karșısına alarak Fransız Devleti’nin Philippe d’Orléans (1715-1718) tarafından feshi ile Millet Meclisi tarafından feshini bir tutmaktadır. Her iki durumda da bir fesih sözkonusudur. Oysa biri hoppa bir bașıbozukluk sonucu iken, diğeri yeni bir esprinin eski biçimlerden kopușu, yeni yașam bilincinin kırılacak olanı kırması, reddilecek olanın reddetmesidir.” (19)
Demek ki, Devlet’lerin ilk ortaya çıktıkları dönemlerden buyana, Devlet’lerin bir bașka Devlet tarafından yıkılması; Mahabad Kūrt Cumhuriyeti (1946) tūrū yeni Devletlerin kurulması, kendi himayesinde yeni ‘Devlet’çiklerin kurulmasına önayak olması; Philippe d’Orléans tūrū ‘Meclis’in feshedilmesi, Abdulhamid gibi ‘Anayasa’nın yūrūrlūkten kaldırılması olaylarının ‘Devrim’le herhangi bir ilișiği yoktur.
Bunlar, kalımlılık sūreleri ne olursa olsun, insanlık tarihi bakımından ‘hoppa bir bașıbozukluk’ olarak değerlendirilmelidirler.
Devrim, ‘zihniyetin eski biçimleri’nden kopmuș olmasını gerektirmektedir.
Burjuva Demokrasi’lerinde, demokratik yoldan ‘yeni bir zihniyet biçimi’ değișikliğine gidilebileceğini ileri sūrmek de, bu arada, ‘tatlısu devrimciliği’ olarak nitelendirilebilir.
Devlet-Ulustan Ulusal Devlete
Profesör Kemal H.Karpat, 1908-1970 döneminde Orta-Doğu’daki toplumsal değișimleri ele alırken șöyle yazmaktadır:
“Ȫzet olarak, milliyetçi-reformcu önderlerin bașat amacı, bağımsız, çağdaș bir millî devletin ve iç uyumun en önemli unsurlarının dil, kūltūr, etnik köken, tarih ve gelecek beklentileri olduğu bir toplumun yaratılmasıydı. Bu, aslında, temel olarak evrensel kabul görmūșe benzeyen Batı modeline göre șekillenmiș bir ulus-devletti. Uygulamada ise bir devlet-ulusa dönūștū.” (20)
Heyhat ki ne heyhat!
Profesör Kemal H. Karpat ‘Devlet-Ulus’ ile ‘Ulus-Devlet’ arasındaki ayırımı görmūș olmasına karșın, hangisinin hangisini öncelediğini ‘kavrayamadığı’ gibi, bu tarihsel olușumların ‘kendiliğinden’ ve ya da ‘demokratik yoldan’ yapılabileceğini varsaymaktadır.
Herșeyden önce, Kemal H. Karpat’ın ‘genel kabul görmūș’e benzettiği Batı modeli”, Devlet-Ulus’tan bașkası değildir.
Bu ‘Model’in İkinci Dūnya Savașı ertesi kur(dur)ulan ‘Demokratik Cumhuriyet’ler için de, hiç değilse bugūn, yani 1990 sonrası girilmiș bulunan ‘Yeni Dūnya Dūzeni’ döneminde de, geçerli olduğu söylenebilir.
Bașta Yugoslavya olmak ūzere, teker teker ‘dūșen’ ‘Demokratik Cumhuriyet’lerin ‘levhaları’nda öyle yazıyor olmalarına karșın ‘gerçek’ bir ‘Ulusal Devlet’ olmadıkları ortadadır.
Daha doğrusu ‘Ulusal’ bir ‘Devlet’ olușturamadıkları apaçıklașmıștır.
Ulusal Devlet, yineleyelim, Batı ‘model’i ya da ‘burjuva demokratik devlet’inin tarihsel olarak yerini bırakacağı ‘demokratik cumhuriyet’ (21) ‘Model’idir.
Bugūn kurulur ya da kurulmaz, ancak yarın kurulacağı ‘bilimsel’ olarak öngūrūlebilir.
O nedenle Kemal H.Karpat’a gönderme yaparken șöyle yazmıș idik:
“Bugūn bir ‘Millî Hūkumet Programı’na sahip olmak ve bir ‘Millî Hūkumet’ kurmaya çalıșmak bir ‘yurttașlık borcu’ bir ‘vatan nöbeti’dir.
Ancak, bir bilimsel çalıșmada ayrıntıda boğulmamak da bir ‘bilimsel tutum’dur.
Belki de çoğumuz, ‘Millî Hūkumet’ kurup yeniden bir ‘Millî Devlet’ olmaya çaba gösterirken, ayırdında olmadan, yıkılan ‘Devlet-Ulus’umuz yerine yeni bir ‘Ulusal Devlet’ kurmaya çalıșıyor olabiliriz” (22).
Notlar_____________________
(1) Habip Hamza Erdem, ‘Napolyon Bonapart’, Ȫrūtbağ, 31 Ağustos, 2013
(2) « Mais quelle sorte de démocratie ? Non pas celle de la Révolution française, dont le terme opposé était la monarchie et le féodalisme, mais la démocratie dont le terme opposé est la classe moyenne et la possession. (…) la démocratie pure n’est pas capable de guérir les maux sociaux (…) L’égalité démocratique est une chimère. (..) Ce stade lui-même n’est donc qu’une transition, le dernier moyen purement politique à essayer encore et à partir duquel doit aussitôt se développer un nouvel élément, un principe qui va au-delà de toute essence politique. Ce principe est celui du socialisme » Engels, “La constitution anglaise”, Vorwärts n° 75 du 18 Eylūl 1844
(3) 5 Șubat 1794 oturumu
(4)...Robespierre, Saint-Just et leur parti ont succombé parce qu’ils ont confondu la société à democratie réaliste de l’antiquité, reposant sur la base de l’esclavage réeel, avec l’Etat représentatif moderne à démocratie spritualiste, qui repose sur l’esclavage émancipé, sur la société bourgeoise. (...) quelle colossale illusion! Marx-Engels, La Sainte Famille, 1844
(5)‘Ekonomi politik’ terimi, XVII. Yūzyılın bașında, kapitalizmin henūz ticaret așamasında, bir ūlkenin zenginleșmesi amacıyla tarımın yanında ticaret ve özellikle de sanayi ūretimine önem verilmesine ve bu uğurda Devlet’in yardımcı olmasına yönelik ‘öneriler’ anlamında, ilk kez Antoine de Montchrestien (Traité d’économie politique, 1615) tarafından kullanılıyor.
O dönemin tūm ‘ekonomi filozofları’, ūretimde mal (Bien/gooud), sanatta gūzellik (Beau/beautiful) ve o dönemin ‘bilimi’ olan metafizikte gerçekliği (Vrai/truth) araștırmaktadırlar.
Sözgelimi topraktan elde edilen ūrūn/gelir, toprağın būyūklūğū ve sahipliği, o toprağı ișletmek için gerekli para ve çalıșacak ișçilerin ūcretlerinin toplamı değil midir? Yani sırasıyla rant, kar ve ūcretin toplamı; ya da yine sırasıyla ‘toprak sahipleri’ sınıfı, ‘para sahipleri’ sınıfı ‘emekçi sınıf’ arasında paylașılmayacak mıdır?
O halde ‘zenginliğin artırılması’nın olduğu kadar, artan zenginliğin toplumu olușturan o ‘ūç’ ana sınıf arasında ‘gūzel’ bir biçimde bölūștūrūlmesinin ‘ilke’leri nelerdir?
İncil’i incitmeden, ‘doğa’nın ‘yasa’larına ulașılabilinir mi?
İște tam da bu nedenle, ayırdında olsa da olmasa da, Montesquieu (Yasaların Ruhu yapıtıyla) gelip ‘çağının en būyūk ekonomisti’ oluverir (Keynes).
Bu ‘ekonomist filozoflar’ın kuramları, ‘doğal dūzen’in dolayısıyla bir ‘doğa bilimi’nin kuramlarıdırlar. Fransız Devrimi, ne onların ‘öğreti’lerinin bașarısına ne de dūnya genelindeki geçerliliklerine toz konduramamıștır.
(6) Bilimsel Sosyalizm konusunda, yetkin bir çalıșma olarak bkz: Doğu Perinçek, Bilimsel Sosyalizm ve Bilim, Kaynak Yayınları, Istanbul, 2011
(7) Daniel LINDENBERG, Le Marxisme Introuvable, Calman-Levy, 1975
(8’) Alain Badiou, Le concept de Modèle, Paris, Maspero, 1969. O arada felsefenin ūretim araçlarının ‘kategori’ler olduğunu ve tarihin bu kategorileri kullandığını da anımsattıktan sonra, ‘sözcūk’lerin bilimine ‘Etimoloji’, ‘terim’lerin bilimine ‘Terminoloji’, bilimlerin bilimine de ‘Epistemoloji’ denildiğini belirtelim. Būtūn bu iredelemeler būtūnū de ‘metodoloji’nin ‘nesne’sini olușturmaktadır.
(9) ‘Yasa’ sözcūğū de ‘ulus’ ve ‘kurultay’ sözcūkleri gibi Onūçūncū Yūzyıl’dan itibaren Mogolca ve Tūrkçe’de kullanılagelmektedir. Ancak kavramların da bir ‘tarih’i vardır ve sözgelimi bugūnkū ‘ulus’ anlayıșının, çokca yapıldığı ūzere Tūrkler’de binyılık bir tarihi olduğu yanlıșına dūșūlmemelidir.
(10) Babil kralı Hammurabi ( MȪ : 1792-1750) [(h)ammu : baba ve rabi : ‘būyūk’: ya da rapi : ‘otacı, sağaltıcı’,] kendi krallığını ilan ederken, zayıf ve yoksulları koruyacağından bașlayarak, nișanlanmadan evlenmeye değin gūnlūk yașamı ‘dūzenleyen’ bir dizi ‘kural’ koymuștur. Ancak metinde ‘Yaptırım’lara da yer verildiğinden ‘Buyruk’tan çok insanlık tarihine bilinen ilk ‘Yasa’lar olarak geçmiștir.
(11) Batı’da son iki yūzyıl içinde belirgenleșen Etat-Nation kavramını, Devlet-Ana, Devlet-Baba terimlerinin kulanım kollaylığı ve Tūrkçe’nin gūzellik ve yetkinliğine uygun olarak Devlet-Ulus kavramıyla karșılıyoruz. Kaldı ki bu salt bir çeviri sorunu da değil, bir ‘kavramlaștırma sorunu’dur. Bu konuda benim on-onbeș makalem örūtbağ ortamında incelenebilir.
(12) Karl R. POPPER, La Société Ouverte et Ses Ennemies, tom II, Traduit de l’Anglais par J. Bernard- P. Monod, Edition du Seuil, Paris, 1979, pp:35-36
(13) Yves ROUCAUTE, La République contre la Démocratie, Plon, 1996, p.235
« Les républicains de 1789 l’affirment : la nation française et, par elle, toute nation, n’est rien ‘naturelle’. Création artificielle, elle n’est pas une ‘communauté’ mais une ‘société’. Non pas une famille soudée autour du père, non pas la réunion d’une race autour dune chef, non pas une fraternité composée de membres ayant chacun une fonction et qui forment ensemble comme un seul corps : mais une ‘association’. Une association d’individus qui possèdent des droits inaliénables et qui ont décidé de vivre ensemble autour de valeurs républicaines sur un territoire délimité ».
Bu konuda benim « Benim Kardeșim Değil » bașlıklı yazıma bakılabilir . Devlet-Ulus’un Sonu içinde, s.194-196
(14) İște bu ‘Kūçūk Devlet’lerin de, bir gūn, ‘Būyūk Devlet’ olma hak ya da isteklerinin Tūrkçe karșılığı ise ‘aç tavuk rūyasında darı görūr’dūr.
(15) Geçerken belirtelim ki Utopia’nın yazarı Thomas More (1478-1535) bu dönemde yașamıștır.
(16) Emile BOURGEOIS, “Les Convulsions de l’Europe depuis 1789”, La Science et la Vie, n° 21, Juin-Juillet 1915
(17) ‘Kapitalizmin en yūksek așaması’ da değildir, çūnkū kapitalizm, bugūn tam yūzyıl sonra, ne Lenin’in 1916’da çözūmlediği kapitalizm ve ne de Mao’nun ‘Kağıttan kaplan’ı olmaktan çıkmıș; artık yine ayırdında olmadan kullandığımız ‘yūkselen değerler’, ilkeler, kurallar, bir anlamda ‘ideolojik aygıt’larımız olmuștur: Mūlkiyet, serbest ticaret, demokrasi, ‘insan hakları’ ve ‘ulusların kendi yazgılarını belirleme hakları’ gibi.. Somutta ise ‘Birleșmiș Milletler’, Dūnya Bankası, IMF, OCDE gibi kimi kurumlara būrūnmūștūr. O nedenle ‘emeryalizme karșı’ olmak, sözgelimi IMF’ye karșı olmaya indirgenemez. Çūnkū ‘Emperyalizm’, kapitalizmin bugūn kullandığımız her ‘kavram’ın içine girmiș, onları dönūștūrmūștūr. Emperyalizm bugūn yediğimiz ekmek, içtiğimiz su, soluduğumuz hava ve hatta ‘beynimiz’in içindedir. Kapitalizmin Yirminci Yūzyıl boyunca geçirdiği dönūșūmlerin toplu bir değelendirmesi için bkz Habip Hamza ERDEM, “Yirminci Yūzyıla Kușbakıșı ve Būyūk Bunalımlar”, Ȫrūtbağ, 8 Ağustos 2013
(18) ‘Kızıl’ Devrim en çok bilinmesine karșın; David Schoenbaum ile birlikte ’Kahverengi Devrim’ terimi ileri sūrūldū. La Révolution brune : La Société allemande sous le IIIe Reich, Paris, Gallimard, 1966. Yine ‘Yeșil’ ya da ‘Dinsel’ ve özellikle ‘İslamî’ Devrim en çok bilinmesine karșın, Yves Roucaute, La République contre la Démocratie, Paris, Plon, 1996’da, hem devrimcilerin giydikleri ‘tek tip’ elbiselerin rengiyle ilișkilendirerek ve hem de onların ‘yırtıcılık’larına vurgu yaparak ‘Fauve’ devrimlerden sözetmektedir.
(19) Karl MARX, “Le manifeste philosophique de l’école historique du Droit”, Gazette rhénane, n°221, 9 août 1842
(20) Ortadoğu Devrimlerinin Değișen Doğası, “The Changing Nature of Revolutions in the Middle East”, Middle East Studies Associations’ın 1971 yılı toplantısina sunulan bildiri. Osmanlı’dan Gūnūmūze Ortadoğuda Millet, Milliyet, Milliyetçilik, Timaș yayınları, Istanbul, 2011, ss: 229-242
(21) F.ENGELS, “ Critique du projet de programme social-démocrate de 1891”, 18-29 juin 1891
“.. Premièrement- Une chose absolument certaine, c’est que notre Parti et la classe ouvrière ne peuvent arriver à la domination que sous la forme de la république démocratique. Cette dernière est même la forme spécifique de la dictature du prolétariat, comme l’a déjà montré la grande Révolution française. [...] Or, il semble légalement impossible de poser directement dans le programme la revendication de la république [...] prouve combien formidable est l’illusion qu’on pourra, par une voie bonnement pacifique, y organiser la république, et pas seulement la république, mais encore la société communiste.
Cependant, on peut encore à la rigueur esquiver la question de la république. Mais ce qui, à mon avis, devrait et pourrait figurer au programme, c’est la revendication de la concentration de tout le pouvoir politique dans les mains de la représentation du peuple. Et cela suffirait, en attendant, si l’on ne peut pas aller plus loin.”
(22) Habip Hamza ERDEM, ‘Devleti Millî’, Ȫrūtbağ, 26 Kasım 2013