Başbakan Erdoğan, “devlet” adına İmralı ile görüşme yapıldığı iddialarını günlerce yalanladı. Muhalefeti kâh “şerefsizlikle”, kâh Kandil’in attığı “iftira”ya sarılmakla suçladı. Daha geçen gün akşam saatlerinde Van meydanında, “Kandil ile MHP’nin, Kandil ile CHP’nin dilinin nasıl örtüştüğünü görüyorsunuz değil mi? Terör örgütü Kandil’den iftira atıyor, MHP ve CHP terör örgütünün yalanlarına sımsıkı sarılıyor” dedi. Ancak birkaç saat sonra TV’ye çıkıp, şu itirafta bulundu:
- “Biz siyasi iradeyiz, siyasi iktidarız. Biz siyasi iktidar olarak, siyasi hükümet olarak hiçbir zaman bir terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayız. Böyle bir şeyimiz bizim asla olmamıştır, yoktur, olamaz da. Şu veya bu şekilde çeşitli kurumlarıyla bu tür bazı münasebetler gerekirse, devlet onu kendisi yapar. Burada bunu birbirine karıştırmamak gerekir.”
- “Mesela, devletin istihbarat kurumu vardır. Bu bir istihbari görevdir. Bu istihbari görev de nedir, bazı kilitleri açmak içindir, çözmek içindir. Bunları yapar, ama hiçbir zaman siyasi irade kalkıp da muhatap alıp, masaya asla oturmaz, böyle bir şey olamaz. Dünyanın neresinde olursa olsun, istihbarat örgütlerinin görevi de nedir, ağırlıklı olarak zaten bu tür görevlerdir. Bunları yaparlar. Bunu yaparken de niçin yaparlar, bir çözüm kilidi açmak için yaparlar. Kalkıp da burada muhalefetin söylediği gibi benim arkadaşlarımın veyahut siyasi iradenin görüşmeler yaptığı, masaya oturduğu yani bu, ağır konuştum ama bu bir şerefsizliktir. Böyle bir şeyi kimse bize yıkamaz. Böyle bir şeyi ne ben, ne arkadaşlarım, ne benim bilgim dahilinde siyasi iradeden hiçbir kimse bugüne kadar yapmamıştır, yapamaz.”
İyi de, o istihbarat biriminin doğrudan kime bağlı olduğunu, kimden talimat aldığını, Türkiye’de siyasi iradenin izni olmadan böyle bir yetkiyi kullanabilecek babayiğit bulunup, bulunmadığını sormazlar mı?
Daha önce dikkat çektiğimiz gibi Başbakan, “devlet-hükümet” ayrımı oyununa başvuruyor. Kendisi hükümet, ama MİT devlet, öyle mi? Peki o MİT Müsteşarı, birkaç ay öncesine kadar hangi Başbakanlığın Müsteşar Yardımcısı idi ve MİT Müsteşarlığına atamasını kim yaptı? Gül ve Erdoğan mı, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ mu?
Ha, Başbakan, “Benim görüşmeden haberim yok. Görevi Cumhurbaşkanı verdi” dese, o başka. Ancak demiyor, aksine bunu “normal” karşılayıp, “istihbari bir görev” sayıyor. Demek ki, başından beri haberi vardı!..
İTİRAF ETTİ, ÇÜNKÜ…
Günlerce yalanladıktan sonra, bu kabullenme niye?
Sebep, MHP Lideri Bahçeli’nin, “Sen açıklamazsan, günü saati geldiğinde Milliyetçi Hareket bunu açıklar, açıklamakla birlikte terör örgütüyle birlikte nasıl işbirliği yaptığının hesabını da senden sorar” diye kesin bir dille meydan okuması olabilir mi?
Çünkü Bahçeli bunları, geçen akşam partisinin Yenimahalle teşkilatınca düzenlenen iftarda söyledi. Başbakan Erdoğan da birkaç saat sonra TV’de o açıklamayı yaptı.
Ancak burada önemli bir detay var. Bahçeli’den önce geçtiğimiz gün sabah Başbakan’ın günlüklerini tutan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın Star Gazetesi’nde şu satırlarını okuduk:
“Elbette devletin ilgili kuruluşlarının devletin cezaevinde kalan bir mahkûmla ister istemez bir diyaloğu olacaktır…”
Başdanışmanının, Erdoğan’dan habersiz böyle bir açıklama yapması mümkün olamayacağına (değilse, anında görevini bıraktırırdı) göre, “kabullenmenin” bir programa bağlandığını ve Akdoğan vasıtasıyla kamuoyunun hazırlandığını düşünmemiz gerekiyor.
Dolayısıyla o itiraf, “Bahçeli’nin elinde bilgi ve belgeler bulunduğu” anlaşıldığından gelmiş olamaz.
Süreci başından beri takip ettiğimiz için Başbakan’a ne olduğunu söyleyelim:
İlk kez Odatv’nin duyurduğu, CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın bizzat Erdoğan’a yönelttiği şu soruları hatırlarsınız:
- - 20 Temmuz Salı günü MİT Müsteşarı Dr. Hakan Fidan’ın yanına iki şahsı daha alarak, İmralı’ya gittiği ve Abdullah Öcalan ile görüştüğü iddiaları doğru mudur?
- Bu gidiş esnasında helikopter yerine, deniz araçlarının kullanıldığı ve adadaki kamera sisteminin kapalı durumuna getirildiği iddiaları doğru mudur?
Önergeye cevap vermeyerek, süreyi uzatarak, -ki hâlâ cevap verilmedi- veya külliyen yalanlayarak işi unutturmaları mümkün müydü; mümkündü. Ama tüm gündem buna kilitlenmiş, herkes soruyor. Üstüne bir de, “İmralı kameralarının kapatılmasının” kâr etmediği, birilerinin gördüklerini resmi kâğıda döktüğü görülmüş… Daha ne kadar gizlenebilirdi ki? Ya o resmi evraklar, Bahçeli ve diğer muhaliflerin eline geçtiyse veya tanıklardan biri çıkıp, konuşursa?..
Galiba bunlar hesaba katıldı ve “zararın neresinden dönülse kardır” mantığı devreye sokulup, “Hükümet görüşmedi, ama istihbarat örgütü görüşür” formülü bulundu.
Böylece bize göre, sadece 20 Temmuz’da İmralı’da neler olduğu netleştirilmiş oldu. Oysa Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından “iz”i sürülmesi gereken başka görüşmeler de yapıldığı anlaşılıyor.
Erdoğan’ın “itirafı”ndaki, “terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup, görüşme yapmayız” cümlesinin altını çiziyoruz. Yoksa bu süreçte MİT, İmralı dışında, Kandil ve BDP’yle de mi “istihbari” görüşmeler yaptı?
Cumhurbaşkanı Gül’e gelince; Geçen hafta Bakü’ye giderken, “Terörle mücadelede her türlü yöntem devreye girer. Önemli olan terörü bitirmek, ülke gündeminden çıkarmaktır. Elbette devlet, terörle masaya oturup pazarlık yapmaz; ama devletin birçok kurumu vardır ve onlar nasıl hareket edeceğini bilir…” demesi önemliydi.
Ancak en az bunun kadar önemli bir açıklama, daha 20 Temmuz İmralı görüşmesi veya “görevlendirmesi” olmadan gelmişti. Slovenya’ya giderken hem “MGK’nın Başkanı”, hem “demokratik açılım sürecinin mimarı” sıfatıyla şunları söylemişti:
“Asıl mesele PKK’nın silah bırakmasıyla ilgilidir. Bunlar örtülü işlerdir. Çok uğraştık bu konularla, hiçbir dönemde yapılmadığı kadar uğraştık...”
Muhalefet, 20 Temmuz’dan önceki “örtülü işlerin” de peşine düşse, hiç fena olmaz diyoruz!..
Müyesser YILDIZ, 24 Ağustos 2010
http://www.odatv.com/n.php?n=--iftiradan-itirafa-nasil-geldi-2408101200