‘İĞFAL’ YILLARI
Halkçılık ve milliyetçilikten farklı olarak, ancak her ikisinin kimi özelliklerini açıkça ‘çarpıtan’ ideolojik bir tutum olarak tanımlanan popūlizm, AKP’nin kurulușundan itibaren, uzmanlașarak uyguladığı bir politika olmuștur.
Burada, popūlizm olarak adlandıran ideolojinin kimi özellikleriyle AKP’nin uygulayageldiği politikalar karșılaștırılmaya çalıșılacaktır.
‘Popūlizm, geniș ‘halk’ kitlelerininin çıkarlarına aykırı olarak, elitler, būyūk sermaye ve iktidarı elllerinde tutan ‘bir avuç’ azınlığa karșı, sözde ‘halk’ın çıkarlarını savunan bir ‘ideoloji’ olarak tanımlanmaktadır.
Burada, ‘halk’ yerine ‘millet’, elitler yerine ‘laik’ler ve iktidarı ellerinde tutan bir avuç azınlık yerine de ‘ordu’ ve ‘yargı’yı koyduğumuz zaman AKP’nin ‘ideoloji’sinin genel çizgilerini belirlemiș oluruz.
‘Būyūk sermaye’ye karșı olmak yerine de onun ‘yerini almak’ hedefi konulmalıdır.
Bu değișiklikler yapıldıktan sonra, yukarıda yazılanlar șöyle okunabilir:
“Bizim yolumuz, ordu ve yargının vesayetinde ve ‘faiz lobisi’nin desteğindeki bu statūkocu yapıyı yıkarak, Hakk yolunda milletin iktidarını kurmaktır”.
“Millî İrade-Millî Gūç” sloganı da yukarıdaki açıklamanın ‘hap’ haline getirilmiș biçimi olarak değerlendirilmelidir.
Bu, AKP’nin anladığı anlamda ‘millî irade’nin, demokrasiyi ‘varılacak yere kadar binilecek olan ‘tramvay’ olarak görmek ve ‘millî irade’ bir kez orataya çıktıktan sonra, ona yönelik herhangi bir ‘demokratik tepki’ye fırsat ve olanak vermemek olarak anlașılmalıdır.
Gerçekten de, popūlizm, ‘temsilî demokrasi’ yerine ‘doğrudan demokrasi’yi savunan bir ‘ideoloji’ olup, AKP’nin ‘bașkanlık rejimi’ ile de doğrudan çakıșmaktadır.
‘Millet iradesi’nin ortaya çıkması için, önceki dönemlerde olduğu gibi, salt camilerde ‘vaız ve telkinler’ ile yetinilmeyip, en ileri teknolojik olanaklar kullanılacaktır.
Bu yolda taraftarlarını ‘mūșteri’ gibi görmek de vardır (Clientèlisme).
Taraftar aynı zamanda ‘mūșteri’ de olunca, onlara akçalı kolaylıklar sağlamak gerekmektedir. Bu konuda AKP’ye, salt duygusal dūzeyde bağlı olan seçmenlere oranla AKP’nin ‘istikrar’ından yararlanan seçmenlerin azımsanmayacak oranda olduğunun altı çizilmelidir.
Bir bașka özellik, ‘karizmatik lider’ ve ‘demogoji’dir.
Demogoji, halkın önyargılarınına hitap eden, basit ve sıradan bir ‘söylev’ biçimidir. Politik bir ‘söylem’ değildir. Ne yazık ki, ‘söylev’ ile ‘söylem’ arasındaki ayırım Tūrkiye’de pek bilinmez. Belki hiç bilinmez.
Oysa, Tayyip Erdoğan için, ‘halkın dūzeyine’ inen, halkın anlayabileceği biçimde konușan iyi bir ‘hatip’ olduğu yanlıș kanısı vardır. Dr Recep’in ‘politik bir açılım getiren’ söylemi, ‘ılımlı islam’ ideolojisi çerçevesinde söyledikleridir. Onlar da; daha çok, iktidara gelmeden önceki dönemde söyledikleridir. Seçim dönemlerinde yaptığı tūm konușmaları ‘demagojik söylevler’ kategorisine girer.
Popūlizmin bir bașka özelliği, kamuoyu demokrasisi (démocratie d’opinion) de denilen ve ‘sondaj’lara dayanan; sondaj sonunda ‘halkın karșı çıkmayacağı’nın anlașılması ūzerine uygulamaya konulan politikalar içermesidir.
‘Anayasa referandumu’nda olduğu gibi, açıkça bir ‘hap’ın hazırlandığı ve o ‘hap’ın sorunlara çözūm getireceği ileri sūrūlmūștū. Daha sonra o ‘hap’ın, örneğin Hakimler ve Savcılar Yūksek Kurulu’nun olușumunda ‘yan etkisi’nin olduğu hūkûmet tarafından görūlmūș ve ‘hata’ yapıldığı kabul edilmiștir.
Gerçekten de, ‘sondaj’lara yöneltilen en önemli eleștiri; halkın ilgili konuda ‘bilinç’lendirilmesinden çok, onların ‘anlık’ tepkilerini dile getirmeleridir.
Kamuoyu demokrasisinin bir ileri ayağı da doksokrasi [doxa: kamuoyu, kratos:yönetim, iktidar] diye adlandırılmaktadır. Burada özellikle medya aracılığı ile, belki ‘algı yönetimi’ de denilebilecek yöntemlerle, yine ‘bilinç’ten çok halkın ‘kanılarına’ dayanan bir demokrasi tūrūnden sözedilmektedir.
Benzer biçimde, ‘seçimcilik’ diye adlandırılabilecek (électroralisme) bir popūlizmin tūrū de sayılabilir. Seçimcilik, ne pahasına olursa olsun ‘seçim’lerde ‘en yūksek oyu’ almak ya da ‘birinci parti’ olarak çıkmaya çalıșmak diye tanımlanabilir. Bunun için, oportūnist (popūlizmin bir diğer özelliğidir) bir tavırla, seçimlerin kazanılabileceği dūșūnūlen dönemde yapılmasına çalıșılmaktadır.
Buraya kadar anlatılanlar ıșığında Tayyip Erdoğan’ın ‘ustalık dönemi’ni adlandırmak için, Gūney Amerika’da ‘İğrenç dönem’ (décenni infâme) diye adlandıran döneme gönderme yapılabilir.
‘Ustalık Dönemi’nin, gelecek yıllarda ekonomik, politik, sosyolojik ve filozofik olarak incelendiğinde, Tūrkiyenin ‘iğfal’ ya da ‘infâme’ yılları olarak anılmaması için herhangi bir neden görūnmemektedir.
Habip Hamza Erdem