Virüs günlerinde herkesin dikkati Kovid-19 belasına odaklanmış iken, malum zihniyetler kenarda köşede Cumhuriyet Türkiye’sine kendilerine göre son darbeleri vurmak amacı ile bolca planı yapıyorlar. Ekonomi, sosyal hayat, siyasal yapı, eğitim… aklınıza gelen ne var ise, algı operasyonları ile dizayn etme çabasındalar.
“Siz hiçbir şey düşünmeyin, eleştirmeyin. İtiraz etmeyin, aklınızın süzgecini iptal edin, biz sizin yerinize her şeyi düşünür yaparız” diyorlar. Şu anda muktedir olmayanlar da plan üzerine plan inşa ediyorlar. Özellikle Türkiye dışında bulunan Fetö’cülerle pek sıkı fıkılar. Öteden beri sözde insan hakları ve demokrasi bahanesi ile PKK ve onun siyasal figürleri ile ilişkileri de hepinizin malumu.
Cumhuriyet Türkiye’sinin, çok haklı bir gerekçe ile kurduğu esasen “insanların sapkın dinci grupların etkisine girmesini önlemek” amacı ile oluşturulan Diyanet’in açıklama ve icraatları her kesimden yoğun eleştiri alıyor. Diyanet kurumunun sadece icraatları değil bütçesi de eleştiriler arasında.
Tam bunlara kafa yorar iken, bakıyoruz bir gece yarısı kararnamesi ile Deniz Kuvvetleri K.lığı Kurmay Başkanı, Genel Kurmay Başkanlığı emrine atanıyor. Sonra da istifa ediyor. Kendisini tanımıyorum. Konunun ne olduğu belli değil yinede birçok kişi yorum yapıyor ya da yapmak zorunda kalıyor. Şüyuu vukuundan beter misali senaryolar gırla gidiyor. Bir adli olay meydana geldiğinde, örneğin bir cinayet işlendiğinde hep sorulur ya “bu cinayeti kim ya da kimlerin işine yaradı” diye. Ben de bu sorunun cevabını aradım. Gerekçe ne olursa olsun, sevinen, hatta zil takıp oynayanlar ABD güdümlü Fetö ve Güney Kıbrıs’taki haydut devlet ile Yunan Enosis taraftarları.
Bu karantina günlerinde hortlatılmaya çalışılan ve esasen, dikkatlerinizi çekmek istediğim can alıcı husus ise “Yeniden Açılım veya Çözüm Süreci”. Hdp/Pkk’nın oylarına gözlerini diken cümle sistem hareketleri, yine bu konuyu televizyonlarda tartışıp, kamuoyunun nabzını tutmaya başladılar.
Şehitlerimizi mezarlarında ters döndüren, şehit yakınlarına kanlı göz yaşları döktüren kahraman gazilerimizi kahreden “çözüm sürecini” kısaca hatırlamamız yerinde olacaktır.
Şemdinli, Atabeyler derken, Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile devam eden, sonrasında da Askeri casusluk, Zirve Yayınevi ve benzeri sözde davalar ile tavan yapan kumpaslar sürecinde, Türkiye’nin Millici, Cumhuriyetçi kişi ve kurumları her türlü saldırıya uğradı. İtibarsızlaştırma ve uyduruk davaların beraberinde getirdiği esir alma sürecinde, o dönemde birlikte hareket eden iktidar ve Fetö basını tarafından öyle bir algı operasyonuna girişildi ki, Ergenekon, Balyoz palavralarına, yüzde 50’lere yakın insanımız inanıp destek vermeye başladı. İçlerinde sözde sanatçı ve akademisyenlerin de bulunduğu Fetö-Pkk karışımı 300 “yetmez ama evet”çi, bildiri yayınlayıp kumpasçıları desteklediler. Listeyi internetten bulun, bakın kimler var. Bugün muhalefetin koro halinde destek verip göz yaşı döktüğü Osman Kavala’dan, HDP/PKK’nın kurmaylarına kadar herkesin olduğunu göreceksiniz. Elbette, köpeksiz köyde değneksiz dolaşmak kolaydır. İktidar, zaten yıllardır kafasında ola ve ABD-AB tarafından kendisine dayatılan “açılım, çözüm” sürecini sahneye koyuverdi. Hdp/Pkk sevicisi muhalefetten de destek yağdı. Hatta bir kısım muhalefet “şöyle değil böyle yapın” diye de önerilerde bulundu. “Analar ağlamasın” palavrası atılırken şehit asker, polis, korucu, öğretmen, sağlıkçı ve işçilerimizin anaları sessizce gözyaşlarına boğuldular. Kimse onları görmedi duymadı. ABD ve AB zil takıp oynadı.
Bildiğimiz medya bu olayı göklere çıkarttı. Akil adam ve kadınları piyasaya sürdüler. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti, terörist başı Türkiye’ye getirildikten sonra, şanlı tarihine ve ciddi devlet anlayışına yakışır şekilde hareket etmiş, terörist başı ile pazarlığa oturmamış, her şüpheliye uygulanan muameleyi yapıp mahkeme önüne çıkartmıştı. Bizzat, bebek katilinin sorgu ve mülakatını gerçekleştiren bir Türk Subayı olarak, şunu söylemek isterim o dönemde iktidar mensuplarından “şunu şöyle yapın bunu şöyle söyleyin, anlaşma yapın, taviz verin vs” gibi hiçbir talimat, emir ve telkin almadık. Binlerce insanımızın ölümünden, yakınlarının acısından sorumlu olan kişi, yasalarımıza göre ve bütün dünyanın gözü önünde yargılanıp gereken cezaya çarptırılmıştı. O dönemdeki sorgu ve yargılama sırasında ise hiçbir yabancı gücün hakemliğine başvurulmamıştı.
2002’DE PKK TERÖR ÖRGÜTÜ BİTME NOKTASINA GELMİŞTİ
2001-2002 yıllarını yaşayanlar bilirler. O dönem PKK bitme noktasına getirilmiş, teröristlerin saldırıları ve şehit sayımız nerede ise sıfıra inmişti. Panik halinde yurt dışına kaçmaya çalışan teröristlerin çoğu yapılan operasyonlar ile etkisiz hale getirilmiş, bir kısmı güvenlik güçlerimize teslim olmuş, diğer bir kısmı ise zar zor kaçmış idi.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere, Orta Doğu coğrafyasında ve Türk yurdu Anadolu’da yüz yıllık planları olanlar, bu durumu kabul edemezlerdi ve etmediler de. Önce ekonomik krizi patlattılar, sonra K. Derviş faciası geldi. İktidar sallanmaya başladı ve ardından erken seçimin gelmesi kırılma noktası oldu. İklim ve ortam değişikliği sonrası PKK terör örgütü kımıldanıp, tekrar palazlanmaya başladı. Yazımın başında saydığım kumpas davalar, ABD’nin bizzat talimat ve desteği ile vizyona girdi. Açılım adı verine süreç, 2006 yılında terör örgütü mensupları ile yapılan görüşmeler ile başladı aslında. Ara ara devam eden bu durum, 2008 yılında (kumpas davalar yoğunlaştığında) Norveç’in başkenti Oslo’da adete zirve yaptı. Oslo görüşmelerinin kamuoyuna yansıyan belgeleri, tam olarak “ibret” vesikalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sanki İngiliz sömürgesi imiş gibi, bir İngiliz diplomat ve istihbaratçısının hakemliğinde, eli kanlı alçaklar ile masaya oturuldu.
Konu duyulup da tepki sesleri yükselmeye başladığında, yani 21 Aralık 2012’de dönemin başbakanı NTV kanalında şöyle demişti “Emre beyi MİT müsteşarlığı döneminde İmralı’ya ben gönderdim. Aynı şekilde Oslo’ya da ben gönderdim. Daha sonra Hakan Bey döneminde de yanı adımları attık. Şu anda bu elimizde bir enstrümandır. Gerekli gördüğümüz anda İmralı içinde yaparız, Oslo için de yaparız”. Başbakan daha sonra yaptığı bir açıklamada ise “bunlar sadece basit görüşmelerdir” demişti.
Oysa, aynı dönemde şehitlerimizin kanları elinde olan terörist Murat Karayılan şöyle diyordu “Yakından izlemekte olduğunuz gibi, Türk Devleti ile Kürt Halk önderi Başkan Apo arasında bir süredir devam etmekte olan müzakereler önemli bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır… önderliğimiz devletle yaptığı görüşmeleri ve sonuçlarını hareketimizin yönetimine aktarmıştır”.
Oslo görüşmelerinin sözde koordinatörü İngiliz diplomat (istihbarat elemanı) ise “Bu bizim sorumluluğumuz altında gelişen bir inisiyatiftir. Abdullah Öcalan tarafından üretilen fikirler Parlamentoda (TBMM’de) yasa çıkarılacağı zaman dikkate alınacaktır” diye açıklama yapıyordu.
Daha sonraki tarihlerde yapılan KCK operasyonunda dokuz maddeden oluşan mutabakat metni ele geçirildi. Metin incelendiğinde “Oslo’da Türk Devleti tarafından Abdullah Öcalan’ın önder, PKK terör örgütünün ise taraf olarak kabul edildiği su yüzüne çıktı.
Habur rezaleti ve Diyarbakır’da kukla Barzani ve Türk devlet ve milletine her konuşmasında hakaretler yağdıran Şivan PERVER’in ağırlanması, “megri megri” diye, ağlayarak şarkılar söylenmesini, Nevruz’da bebek katilinin mesajının, Sırrı ÖNDER tarafından Türk Televizyonlarının (!) canlı yayınında okutturulması, başta şehit yakınları ve kahraman gazilerimiz olmak üzere, herkesi derinden yaraladı.
“Açılım” denilen süreçte doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerimizdeki asker, polis ve koruculara operasyon izni verilmemesi (Hatırlayınız, dönemin başbakanı “evet biz valilere bu süreçte operasyon yapılmasın dedi” anlamında açıklama yapmıştı). Elbette, bu ortam terör örgütünü ve yandaşlarını iyice şımartmıştı. İşte tam da bu dönemde, HDP’li belediyeler desteği ile o meşhur tüneller, hendekler hazırlandı. İşte o dönemde, ilçe ve mahalle yerel güvenlik güçleri! (PKK) kuruldu. Gözlerimizin önünde eğitim yapıp, araç ve kimlik kontrolü yaptılar. İşte o hendeklerde, yüzlerce aslan evladımızı şehit ettiler.
Sonrasında mızrak çuvala sığmadı, iktidar durumu anladı! Ve mücadele başladı. Bizim daha önceden bas bas bağırdığımız, FETÖ-PKK ilişkisi de tam o dönemde netleşmeye başladı. Bunun işaretleri, İmralı’daki terörist başı tarafından zaten veriliyordu. Öcalan’ın “İmralı Notları” adlı kitabına göz atmanız yeterli. Kitabın bir bölümünde Sırrı Süreyya Önder ve Selahattin DEMİRTAŞ bebek katiline “Cemaat bizimle görüşmek istiyor, bizi Amerika’ya davet ediyor vs” deyince terörist bacı şöyle cevap veriyor “Beni en iyi Fethullah hoca anlar. Onlar bizim Ortadoğu’daki stratejik ortağımızdır, tabi ki gidin görüşün”.
Türk Milleti ve Cumhuriyetin cümle düşmanları gibi , FETÖ ile PKK’nın iş ve amaç birliğinde olması hiç şaşırtıcı veya sürpriz değildir. .
Virüs belası ile uğraştığımız bu günlerde “oy” uğruna ve alınan talimatlara gereği yine “açılım” konusu ısıtılmaya başladı. Ama kamuoyu, bu millet on sene önceki gibi artık kolayca ikna edilip kandırılamaz. Her şeyin farkında olmaya çalışan, her şeyi sorgulayan ve akıl ile bilimi ön plana çıkaran bir gençlik var.
Ülkücüsünden, devrimcisine ve dindarına (dinci değil) kadar büyük bir gençlik artık kandırılmak istemiyor, güvenmek ve geleceğe yürümek istiyor. Gerçekçi ve milli programların, kendilerine sunulmasını bekliyor.
“Doğruya doğru, yanlışa yanlış” diyebilen bir nesil geliyor.
“Hakimiyet, kayıtsız şartsız Milletindir” sözünün duvarlara asılı bir dekor olmadığını kavrayan bir gençlik geliyor.
Vücut ve ruh sağlığınız yerinde olsun.