İhaneti Gördüm
Yıl 1992. Yer; Şemdinli İran sınırı.
Cumhurbaşkanı Özal, Alan Jandarma Karakolu'nu ziyaret ediyor, beraberinde Genel Kurmay Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Olağanüstü Hal Valisi. Karşılayan Şemdinli Jandarma Sınır Tabur Komutanı Binbaşı Sarızeybek. Askerler tüfek asmış, Cumhurbaşkanını selamlıyor, büyük bir çatışma sonrası, şehitler var, herkes üzgün:
- Alan Jandarma Sınır Karakolu emir ve görüşlerinize hazırdır, Sayın Cumhurbaşkanım.
- Teşekkür ederim.
- Sağollll!
- Başımız sağolsun evladım. Anlat bakayım, nasıl oldu bu saldırı?
- Sayın Cumhurbaşkanım. Teröristler geceden İran sınırını geçerek karakolun etrafına mevzilendiler. Sabaha karşı yoğun roket ve makineli tüfek atışlarıyla şok etkisi sağlayıp mevzilerimize sızdılar. El bombası atarak 19 askerimizi şehit ettiler. Çatışma öğleye kadar sürdü ve İran’a kaçtılar.
- Bu teröristlerin İran’dan geldiği doğru mu?
- Evet Sayın Cumhurbaşkanım. İran’dan geldiler ve İran’a kaçtılar.
- Emin misin?
- Evet Sayın Cumhurbaşkanım. Çatışma sonrası teröristler kaçarken hemen karşıdaki İran karakolu destek verdi onlara ve araçlarla Urumiye’ye doğru gittiler. Uçaklara bu karakolun koordinatlarını verdim vurmaları için ama vurmadılar.
Sağına baktı Özal, soluna baktı, etrafındakilere dönerek sakin bir sesle:
- Ben olsaydım vururdum, dedi.
Şimdi sorarım size; nedir ihanet, aldatmak mı?
Yoksa insanı sırtından bıçaklamak mı, Brütüs gibi?
Saf mı değiştirmek yoksa, bizim, kimi seçilmişler gibi?
Görüp de görmezden gelmek, bilip de söylememek, gerçeği haykırmak yerine yalanlarla oyalamak mıdır ihanet?
Olayların düşündürdüklerini söylemek yerine, duymak istenileni söylemek ihanet olabilir mi?
Peki, ya bilineni görmezden, duymazdan gelip, ‘’aman sorun çıkmasın’’ diyerek olaylara seyirci kalmak nedir sizce?
Okuduklarınız gerçektir, yaşanmıştır. Ben olsaydım vururdum, dedi Sayın Cumhurbaşkanı, dedi ama vurmadı. Söylediğinin aksine, İran’ı bir nota ile dahi uyarmadı. Gerçeği bile bile göz yumdu onlara. Bundan cesaret alan teröristler bir hafta sonra tekrar geldi, Aktütün karakolumuza saldırdı. Saatler boyu çatıştık. Büyük darbe aldılar ama 22 şehit verdik ve giden geri dönmedi hiç. Özal İran’ı yine vurmadı. Tavır da almadı İran’a karşı.
Bu çatışmadan on beş gün sonra, bu sefer çok kalabalık geldi teröristler, yüzlercesi belki bine yakın. Derecik karakolumuza saldırdılar, akşama kadar sürdü çatışma. Ferhat kod adlı Osman Öcalan Nahal Tepe’de bizi izliyordu. Tanesi yedi milyon dolar eden yüz bir terörist ölüsünü ben saydım, bize hain kurşun attıkları yerlerde. Büyük bir darbeydi bu, çok büyük, kitaplarına bile geçti teröristlerin ama terörist zayiatını ne yapayım, 33 şehit verdik biz de bu çatışmada. Ne yalan söyleyeyim, kırgınım Özal’a, söylediğini yapmadığı için. Bir cumhurbaşkanıydı o, istese yapardı ama yapmadı.
Özal öldü. Demirel cumhurbaşkanı oldu. Tarih üç yıl sonra tekerrür etti; 1995 yılında General Osman Pamukoğlu İran’daki Jerma PKK kampına operasyon yapmak istedi, hatta yola bile çıktı bunun için. Fakat tekerrür eden tarihin bu sayfasında ise Demirel izin vermedi operasyona, İran’la ilişkilerimiz bozulur, diyerek. Aynı yıl vurulmayan Jerma’dan gelen teröristler Şemdinli Ortaklar jandarma karakolunu vurdu ve onlarca şehit verdik. Kadere bakın şimdi; devran döndü, PKK İran’ı, İran da PKK’yı vurmaya başladı ama şehitlerimiz geri dönmedi hiç! Tarihi durduramıyoruz, hep aleyhimize tekerrür ediyor; PKK gene Irak’ta, başbakan sınır ötesi harekât kararı alamıyor ve biz gene şehit oluyoruz, kadere bakın.
Şimdi ise, hiçbir şey eskisi gibi değil, yürek yorgun, dayanmıyor artık acıya. Yanıyorum giden canlara, gaflettekilere kızıyorum, içim öfke dolu. Düşünceler karmakarışık, yıllar arasında gezinip duruyor. İhanetler bir bir geçiyor gözümün önünden, kahrediyorum bizi bu hale getirenlere. Utanıyorum inanın Çanakkale’den; ‘’size ölmeyi emrediyorum’’ diyen Gazi Paşa’dan, ölümü göre göre şehit olan Mehmetçik’ten utanıyorum. Terörü bitirmek umuduyla yanımızda çatışmaya giren ve Şemdinli’de şehit düşen 41 vatan evladından utanıyorum. Bu utançla soruyorum kendime; bize ne haller oldu? Hani yıldırımlar, kasırgalar, gökyüzü neden ağlamıyor?
Doğruysa eğer, son yirmi yılda iki yüz milyar dolar harcamışız terörle mücadele için. Bu kanlı oyunda, terörist dediklerimizden ölenlerin sayısı otuz bin. Giden canımız ise otuz beş bin. Kesin rakamları bilmiyoruz, söylemiyorlar. Büyük Taarruz’da toplam şehidimiz 2.546. Bu Çanakkale değil, bu Anafartalar değil, bu ne biçim bir oyun?
Otuz yıldır sürüyor bu terör, tam otuz yıldır sürüyor. Terör bizi vuruyor, bizim terörist bizi vuruyor, her gün şehit oluyoruz. Böyle terör olmaz, inanın olmaz, bu terör değil, bu bir oyun; içi para dolu, siyaset dolu, ihanet dolu bir oyun. Halkımızın çaresizliği, bizim sessizliğimiz, yönetenlerin gafleti üzerine kurulu bir oyun. Senaryosu acı dolu, şehitlerimizin kanı ve bizim canımızla yazılmış. Oyuncuları sessiz, ağlıyor şehit törenlerinde, isyana bile gücü yok. Öcalan bize gülüyor, AB bize gülüyor, bu oyunu seyreden herkes kıs kıs gülüyor halimize, farkında değiliz. Canımız yanıyor, sesimiz çıkmıyor. Canımız yakılıyor, kimsenin ah, dediği yok. Oturmuşuz bir köşeye, bizim olmayan bir kadere boyun eğiyoruz, sessiz sessiz ağıt yakıyoruz. Bir terörist yedi milyon dolar ediyor, milyonlarca canımız ise açlık sınırında yaşıyor, anlaması güç. Bize ne oldu?
Bu kitap, bir ihanetin öyküsüdür, yazılanlar yaşanmıştır.
Bu kitap, giden canlarımızın hesabını sorabilmek umuduyla yazılmıştır.
Bu kitap, terörün bir oyun olduğunu, içinde para olduğunu, ihanet olduğunu, yönetenlerin bunu bildiğini ama bilmezden ve de görmezden geldiğini anlatır.
İçimizde bir feryat var, acı bir çığlık, haykırıyoruz ama aldırış ettikleri yok. Bizi saf sanıyorlar, vur ensesine al lokmasını gibisinden ama aldanıyorlar, farkında değiller! Sanıyorlar ki bu böyle sürüp gider! Gitmez, gidemez, gitmeyecek, göremiyorlar bunu, anlayamıyorlar ya da istemiyorlar. Sanıyorlar ki, biz görmüyoruz, anlamıyoruz. Sanıyorlar ki, bu hesap sorulmaz!
Biz bilmiyor muyuz, para kaynakları kesildiği ve arşivlerine el konulduğu zaman, örgütün hareket edemeyeceğini. Soralım o zaman; Öcalan 99’da teslim alındı, sorgulandı, peki, hani örgütün kasası? Yok. Neden? Korkuyorlar; biliyoruz ki bu kasa ortaya çıkarsa, kimin PKK’yı beslediği ortaya çıkacak, ondan korkuyorlar, istemiyorlar bilinsin.
Peki, hani PKK’nın arşivleri? Yok. Neden? Biliyoruz ki bu arşivler ortaya çıkarsa, kimin PKK’lı olduğu ortaya çıkacak, kimlerin desteklediği ortaya çıkacak, ondan korkuyorlar, bunu da istemiyorlar bilinsin. Kolay değil tabi, otuz yıldır yaşayan bir örgüt bu; kimler gelmiş, kimler geçmiş, kimler PKK’ya destek vermiş, kimler siyasi işbirliği yapmış, kimler beslemiş, kimin kızı gitmiş örgüte kimin oğlu, istemiyorlar ortaya çıksın tüm bunlar. İstemedikleri için zaten bu terör bitmiyor.
Sizin için yazdım bu kitabı, gerçeği bilmeniz için.
Birinci bölümde, ihaneti gördüğüm Şemdinli’yi anlattım; dağlarıyla, sularıyla, yollarıyla, coğrafyasıyla ve de Efkar Tepesiyle. Terörist coğrafyasının tipik bir parçası da olsa unutmayınız ki, Şemdinli bizimdir.
İkinci bölümde ihanetin adı olan PKK’nın yapısını farklı bir bakışla anlattım, dağdaki militanı, yaşam alanı ve finansmanı ile. Kahrolsun PKK çığlıkları ile PKK kahrolmuyor, Şehitler ölmez, demekle de giden geri gelmiyor, artık bunu göresiniz istedim.
PKK’nın Eruh ve Şemdinli baskınlarından Ekim ‘92 harekâtına kadar hep Özal iktidardaydı. Suriye besledi Özal seyretti. Bu 10 yıllık iktidar dönemini yaşadım. Üçüncü bölümde bu dönemi yazdım. PKK’nın bize, Özal’dan miras kaldığını göresiniz istedim. Özal bu; Büyük Orta Doğu Projesi’nin birinci eş başkanı, terörle ilk ateşkesin mimarı, Barzani ve Talabani’yi adam yapan adam.
Dördüncü bölümü, bu ihanete seyirci kalmayacağını kesin bir dille ifade eden Genel Kurmay’ın 12 Nisan açıklamasına ayırdım. Aslında bu bir açıklama değil, bu bir muhtıra, Başbakan’a verilmiş bir muhtıra ama anlayana. Tayyip Bey, arif olmalarına karşın muhatabın kendileri olduğunu anlamazdan geliyor. Tayyip bu; sanki Özal’ın siyasi oğlu, O’nun yarım bıraktığı işi bitirmek için seçilmiş, Büyük Orta Doğu Projesinin ikinci eş başkanı, Barzani ve Talabani’nin son umudu.
Kitabın son bölümünde ise, her zamanki gibi biz varız; ihanete uğramış, acı çeken, can veren biz, gelecekten endişeli, yorgun ama asla çaresiz değil.
PKK bir oyundur, içinde para var, siyaset var, ihanet var. Ama artık bu bitmeli. Bu oyun bozulmalı. Siz yapacaksınız bunu. Ben ihaneti gördüm ve yazdım. Hainler kim, siz bulacaksınız. Belki başarır, onlara fırsat vermezsiniz...
_________________________
Erdal Sarızeybek, İhaneti Gördüm, İlk Sözler, 2007
Erdal SARIZEYBEK, 10 Temmuz 2011
erdalsarizeybek@gmail.com