İHANETİN YENİ ADI: TRUVA (TROYA)

İHANETİN YENİ ADI: TRUVA (TROYA)

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş Kas 28, 2018 9:02

İHANETİN YENİ ADI: TRUVA (TROYA)


İhanetin bir yönünü görüp, diğer yönlerini görmemeye ne demeli?

Bu tıpkı benim teröristim iyi, seninki kötü, benim hırsızım hırlı, seninki hırsız demek gibi.

O, Atatürk’ün insani yönlerini anlattım diyerek yazarının kendini savunduğu, Atatürk’e atılan yobazın kuyruklu kara çalmalarının (iftira), asılsız kadın kız öykülerinin anlatıldığı, Atatürk’e Atatürk denmeyen, annesinin, kız kardeşinin adı bile sansız, hanımsız verilen “M. Kemal” adlı kitabın yanlışlarını görecek, tek tek akıllıca sayacaksın, sonra “Truva” adına yapılanları mayışarak izleyecek, beğenecek, üstelik bu etkinliği överek yayacaksın!

“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diye size sorulmaz mı şimdi değerli aydınlar?

Yabancı kültürlere hayranlık, yabancı hayranlığı ruhlarımızı ele geçirmiş. Düşünen beyinleri bile düşünemez duruma sokmuş...

Özellikle Yunan hayranlığı. Barbar Yunan’ın olmayan kültürüne hayranlık. Eski Yunan’la, tarihten beri yurdumuzda gözü olan, işgalci Yunan’ı bir tutmak... Yunan’ın antik çağ öykülerini, destanlarını onlara bırakmayıp, iç bulandıran "Tanrı" öykülerini bir matahmışçasına adlarıyla sanlarıyla benimsemek...

Kendi şanlı destanına (Ergenekon- Diriliş) bir suç örgütü adı verirlerken aldırmazsın. Eski çağların Türk destanlarını çocuklarına öğretmezsin. Kurtuluş Savaşı destanlarını sahnelemezsin, kitleleri etkilemezsin. Ne o? Yunan’ın İlyada Destanı’ndaki, bir şairin aklından çıkan bir uyduruk konu (Troya) Devlet Opera ve Balesi’nin Cumhuriyet tarihi boyunca sahnelenen en görkemli başyapıtı olur!

Bu “Troya” yılı adını, ilk o iki densiz büyükelçilik görevlisiyle duyduk. Hem de Türkçede söylenen Truva’yı değil, yabancı dildeki söyleyişiyle, “Troya”yı. (Meğer yılbaşından beri neler neler yapmışlar ama pek ses getirmemiş.)

Bir Afrika ülkesinde (Uganda) Cumhuriyet Bayramı elçilik kutlamasında, Türk büyükelçisi kadın ile elçilik görevlisi katip üye Yunan Helen ile Yunan eski tanrısı bilmem nenin kılığına girmişler o gece ve gelenleri böyle karşılamışlar. 29 Ekim’den sonraki günlerde haberleri her yerdeydi, anımsarsınız. Erkek gülünç mü gülünç dize kadar etekli, ayağı bağcıklarla sarılı sandaletli, belden üstü altı beyaz üstü kırmızı çapraz kesilmiş bezle sarılı, başı Yunan heykellerinin çiçekli tacıyla taçlı. Elli yaşlarındaki deneyimli büyükelçi kadın da, giyimiyle Yunan Eleni (Helen) oluvermiş. Ne zaman? Yunan’ı denize döktüğümüz, yurdumuzu Yunan işgalinden kurtardığımız günlerin hemen ertesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, doksan beşinci Cumhuriyet Bayramı elçilik kutlamasında. Hani önemli bir davette, gözlerin üzerinizde olacağı bir yerde, özenli giyiminizden, duruşunuzdan, böylece dışa vuran kimliğinizden nasıl hoşnut olursunuz, kendinizle, temsil ettiğiniz değerlerle onur duyarsınız, bunlar da öyle bakıyorlar kameralara. Yunan’ı temsil etmekten gururlular.

Bir de konuşmuşlar törende, yeni duydum:

“Euronews'te yer alan habere göre; Büyükelçi Yavuzalp’in Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2018 yılını "Troya Yılı" ilan etmesinden dolayı bu kıyafetleri giydiği ortaya çıktı. Türk Büyükelçi 29 Ekim resepsiyonunda yaptığı konuşmada “Bu yıl Milli Günümüzün konsepti ‘Troya Yılı” diyerek uzun uzun Troya kültürünü anlattı.”(Odatv)

Olaya, Atatürk’e 10 Kasım’da dolaylı sözlerle çirkince dil uzatan, yandaşların başı bir yazar (Engin Ardıç) şöyle yaklaşmış:

“(...) Hanım Ankara'ya geri çağırılmış ve soruşturma başlatılmış.
Cezalandırılması gerekir.

"Yunanlı kılığına girmekten" değil, ucuzluk, basitlik ve zevksizlik sergilemekten. Siyasi ya da kültürel nedenlerle değil, "estetik" nedenlerle.”

Yani güzel, zevkli olsaymış Yunanlı giysileri, mesele yokmuş.

Sözcü gazetesi yazarı Necati Doğru, bu işe siyasetin parasal boyutundan bakmış:

“Bizim Uganda Büyükelçisi, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için 17 yıllık İslamcı iktidarın kalkınma modeline uygun düşsün diye kendisini Helen, katibini de Zeus kılığına sokmayı uygun görmüş. Niçin? Çünkü İslamcı iktidar, Bosphorus'a (Boğaziçi'ne) üçüncü köprüyü yapan yandaş müteahhitlere taşıt talebi yaratabilmek için Atatürk Havalimanı'nı battal etti. İlk meyvesi Uganda'dan!"

Yeniçağ’dan Selcan Taşçı; “Troya, Kaz Dağları eteklerindeki, Türkiye'de yaşayanların daha çok "Truva" olarak bildiği "antik kent"in ismi.Tamam bu yıl "Troya Yılı"; onu anladık da Helen kim?” diye sormuş yazısında.

Bu olay böylece kapanıp gider gibiyken, birden 22 Kasım’da bir gösteri haberi ortalığa dökülmesin mi? Kanal B adlı yayın kuruluşu da üç gün önce tanıtıma öncülük etmiş. “Sanatın Adımları” diyerek televizyonuna çıkartıyor bu işin başrolündekini. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü imişler. O da duyuruyor:

“Bugün Ankara Congresium'da ikinci temsili gerçekleşecek olan "Troya" konulu...” Salonun adı da tam yakışmış bu işe. Duyan, hay maşallah size demeli.

Kanal B’deki söyleşide genel müdür, şöyle açıklıyor yapılanı:

“Bakanlığımız talimatını verdikten sonra bütün disiplinleri bir araya getirerek, yanına Devlet Tiyatrolarını da alarak, üç yüz kişinin sahnede olacağı Cumhuriyet Tarihinin en büyük projesini...”

Ne! Ne! diye boşuna haykırmayın! Kendi tarihimiz, destanlarımız, kendi kahramanlarımız dururken, ulusal birliğe her zamankinden daha çok gereksinimiz varken, Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi diye, ne anlattığı niçin anlattığı belli olmayan, içeriği, evli kadın kaçırma, tanrılarla dalaşma, ölme öldürme, hile, tuzak, bir sürü akıl dışı kimliklerin yani tanrıların çatışması, kıskançlığı olan deli saçması bir konu temsil ediliyor. Hem de bunu yurtdışı için planlıyorlar. Bir kaç temsilden yani deneyimden sonra ver elini Avrupa. Ezelden beri Yunan hayranı Batı’ya, “Biz de sizdeniz, biz de onlara hayranız sizlerden bile çok!” denecek, o bize hiç yakışmayan, kültürümüzde olmayan okudukça içinden çıkılmayan, o onun oğlu, o diğerinin kızı, o onu sevmiş, O tanrı ona kızmış... böyle saçma sapan olaylar anlatılacak yine gülünç kılıklarla, Türk’e yakışmayan, üstünde eğreti duran yabansı giysilerle, danslarla, taklit sözlerle gösterilecek. Alkış alacak taklitçi, Yunan hayranları, Yunan hayranlığı...

Tamam, Batı bunun filmini hem de Çanakkale’ye gelerek çevirebilir.

Batılı filmci, hayal ürünü öyküdeki, geçmişte olup olmadığı bile belli olmayan o tahta atı filmde kullanıp bize alın hayrını görün diye de bırakabilir.

Dansları hazırlayan kişi, biz, kendi kültürü, zevki, aklı olmayan bir sürüyüz ya, “Seyirciler Troya’da muhakkak içine dokunacak bir şeyler bulacak. Çok güzel tınılarla aryalar dinleyecek.” diyebilir.

Gezgincilerden para kazanan kesim, akıllarınca daha çok gezgin çekmek için otellerine, oraya buraya, açtıkları sergilere - Yunan, hiçbir kentinde eski Türk adlarını bırakmazken - “Troya” adını verebilir.

Bir Hürriyet yazarı (Ertuğrul Özkök) bu yılın başında, on bir ay önce, “Benim eskiden beri görüşüm şu.... Çanakkale’nin adı Troya olarak değiştirilmelidir...Yapılan köprünün adı Troya olmalıdır... Ve Türkiye, bugünkü Çanakkale ve karşıdaki toprakları üzerinde, Cumhuriyet’in ilk megapol şehir projesini gerçekleştirmelidir" demeye hiç mi hiç çekinmeden cüret edebilir.

Sömürgecilere karşı yapılan Çanakkale Savaşları, bu savaşlardaki Türk kahramanlığı, Atatürk'ün damgası unutturulmaya çalışılabilir...

Yunan, adalarımıza kayalıklarımıza ardı ardına el koyarken kimsenin gıkı çıkmayabilir...

Akdenizdeki uçak gemimiz Kıbrıs’ın tehlikede olması, Yunan’ın Kıbrıs’a el koymak istemesi; ünlülerin evlenip boşanması, kimin kimle olduğu gibi önemli konular (!) dururken basın yayınımızı ilgilendirmeyebilir...

Hatta hatta, Çanakkale’nin bir köyünde, geçen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ulusal bayramlıktan çıkarılarak, Troya yılı etkinlikleri diye uluslararası çocuk halk dansları festivaline bile çevrilebilir...

Atatürk’ten sonraki yıllarda, okumaya öğrenmeye en aç dönemde, İsmet İnönü’nün Kültür Bakanlığının ardı ardına Yunan destanlarını kültür yayını diye yayınlaması unutulabilir...

Peki, bu kadar para harcanan, emek verilen, deli saçması konulu, bizimle hiç ilgisi olmayan, topluma bir şey katmayacak, algıya dönük olduğu kesin bir projeyi bari hemen övmeyin, durun bir düşünün:

Ne oluyor, nereye doğru savruluyoruz?


Feza Tiryaki, 27 Kasım 2018
Ek:
Yunan Antik Kültürü’nden bir kesit: (Gelişim Hachette Genel Kültür Ansiklopedisi, sayfa, 4069)
"Olympos’taki Tanrılar
Ama Uranos’un çocuklarını doğurmaktan bıkan Gaia, Titanların sonuncusu olan Kronos’a babasını iğdiş etmesi için bir bıçak vermiştir. Böylelikle Kronos, dünyanın efendisi olmuş, kız kardeşi Rea ile birleşerek üç tanrıça (Hestia, Demeter, Hera) ile üç tanrı (Hades, Poseidon ve en son doğan Zeus) dünyaya getirmiştir. Ama Uranos’un başına gelenleri bildiği için yeni doğan çocuklarını yemiş ve elinden yalnız Zeus kurtulabilmiştir; Zeus yetişkin yaşa geldiğinde, Kronos’a yediği çocuklarını kusturmuştur. Zeus müttefikleriyle birlikte Kronos’a ve Titanlara karşı saldırıya geçmiş, bu savaş on yıl sürmüştür...”
*
İnönü'nün bu kitaplara yazdığı tanıtım:
"Eski Yunanlılardan beri milletlerin sanat ve fikir hayatında meydana getirdikleri şaheserleri dilimize çevirmek, Türk milletinin kültüründe yer tutmak ve hizmet etmek istiyenlere en kıymetli vasıtayı hazırlamaktır. Edebiyatımızda, sanatlarımızda ve fikirlerimizde istediğimiz yüksekliği ve genişliği bol yardımcı vasıtalar içinde yetişmiş olanlardan beklemek, tabii yoldur. Bu sebeple tercüme külliyatının kültürümüze büyük hizmetler yapacağına inanıyoruz. 1. 8. 1941 İsmet İnönü"
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1006
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x