Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı.Halifeliğe kadar olan Osmanlı, nam-ı diğer Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluk...
Ve Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz... Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki halifelik sevdasına düşülene kadar...
O günkü şartlarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası İdris-i Bitlisî ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasî halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler....Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir.
Ama çok büyük bir problem çıkar. Çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye bey'at etmek istemezler. İşte bu meseleyi halletmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
Bu yol Mısır'dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul'a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlanır...
***
İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle Türk İslam'ı terk edilerek, Arap İslam'ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşırlar. Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta, bugün de kısmen olduğu gibi, "Türk" kelimesi yasaklanır. Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur... 1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk tekkeleri yasaklanır kapatılır, yerine Nakşibendî Halid-i Kürdî tekkeleri kurulur.
***
Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir, 1839 Birinci Tanzimat Fermanı'na kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar.
Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler. Kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler. Buna tarihimizde "Ekrad Türkmenler" (Türkmen Kürtler) denir...
***
Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, artık ne halifelikten vazgeçebilir ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir; çünkü imparatorluğu kuran aslî unsur Türkmenler dışlanmıştır, mezhepçiliğe kurban edilmiştir...
Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler... Ve sonuçta Osmanlı'ya Rönesans'ı ıskalatırlar, Rönesans'ı İngiltere kapar...
(Matbaa Osmanlı'ya ilk kez 1480'de Yahudilerle gelir, sonra 1527'de Ermeniler matbaaya kavuşur ve 1563'te ise Rumların matbaası vardır. Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans'ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra 1727'de İbrahim Müteferrika'nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için çok geçtir artık...)
***
Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır: 1299'dan 1683 Viyana Bozgunu'na kadar savaştığı bütün savaşları kazanan bir ''Türk imparatorluğu'' Osmanlı varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?!...
Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi koca bir imparatorluk batar mıydı?
Ve yine; Mevlanaların, Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşîlerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevîlerin... İslâmı, İslâm değil miydi?
***
Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslâmı, Akşemseddinlerin İslâmı İslâm değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu!... Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevî der ki: "Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!"İşte bu yüzden Arap sevici mezhepçi değil; Türk'üz, Cumhuriyetçiyiz, Atatürkçüyüz...
***
Sosyal medyada dolanan bu yazıyı kısaltarak köşeme konu etmemin sebebi, andımız tartışmalarının sürmesi ve akabinde devleti yönetenlerin; "Andımız tartışmaları kararlılığımızı artırdı." demeci. Gördüğünüz gibi Türk iken yükselen, Araplaştıkça batan iki farklı Osmanlı yukarıda anlatılıyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Türklük ile, "Milliyetçiliği ayaklar altına aldık." söylemleri, "Ne mutlu Türk'üm" demenin; "Sen öyle dersen diğeri de ne mutlu Kürt'üm der." şeklinde eleştirildiği günümüz Türkiye'sindeki farkı, bugün daha net görüyorsunuz değil mi? Osmanlı'nın dağılma ve yıkılış dönemlerinde hedef olan Türk, bugün andımız tartışmalarıyla bir kez daha hedefte. Oysa İngiltere'de nasıl herkes İngiliz, Fransa'da nasıl herkes Fransız ise, Türkiye'de de herkes Türktür. Ne mutlu Türküm Diyene!..
Levent BULUT