İki Örümcek Yan Yana, Ortadaki Ömer Madra

ARI, TESEV, Açık Toplum Vakfı, HYD, Genç Siviller, GTP, SODEV, Bianet, STGM, TÜSEV, MAZLUMDER, STEP, LGBTT, Barış ve Kardeşlik Forumu, Türk Demokrasi Vakfı, LDP, Küresel BAK vesaire...

İki Örümcek Yan Yana, Ortadaki Ömer Madra

İletigönderen Ram » Cmt Ağu 22, 2009 6:03

Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim

Resim

Ömer Madra: TESEV tarafından yayımlanan, Almanak 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim başlıklı konuşmak üzere, bu yayının editörleri, gazeteci, yazar, öğretim üyesi Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel’le beraberiz. Bize ilk gönderilen nüsha çalınmıştı, yenisini getirtmek zorunda kaldık.

Ali Bayramoğlu: Bu iyi bir gösterge.

ÖM: Evet, Avi de aynen öyle dedi, “bu çalınma hayırlıdır” dedi.

Ahmet İnsel: Biraz kalın, belki bir yerlerde destek ihtiyacı olmuştur!

ÖM: Oldukça da iyi bir röntgen çekilmiş olduğu söylenebilir. Ben okuduğum zaman, hergün takip etmeye çalıştığım halde, konunun epey ciddi ve ayrıntılı bir fotoğrafının çekilmiş olduğunu gördüm. Kurumların bakışı nedir diye sorarak başlayabiliriz, yani yasamanın, eğitim kurumlarının, üniversitenin, medyanın ve özel sektörün. Güvenlik sektörünün denetim altına alınmasının, Türkiye’nin en önemli sorunu olduğu aşikâr gibi görünüyor; yani demokratik kurumlar üzerinde askeri bir vesayetin varlığı. Bu almanaktan çektiğiniz fotoğraf nasıl bir görüntü sunuyor?

AB: Askerin sistemdeki siyasi rolüne değinen çalışmalara baktığımız zaman bir süreklilik var. Cumhuriyetin başından gelen, 80 darbesiyle ilerleyen, 28 Şubat’ta biraz daha pekişen, sofistike bir hal alan bir vesayet modeli. Bu 2000’li yıllarla birlikte bir miktar geriletilen bir model. AB etrafında başlayan reform hamleleri ve o hamlelerin temel olarak devlet içerisindeki yapıyı da elden geçirmeleri, hem temel hak ve özgürlükler düzenindeki atılan adımlar, hem de devlet içerisinde bir demilitarizasyon, bir sivilleşme hamlesinin olması bu vesayet düzeninde gedikler açtı. Dolayısıyla gerek bu almanak, gerekse bundan önceki almanak, bu dönemi de ele alıyorlar ve iki yöne işaret ediyorlar. Bir taraftan vesayetin sürmekte olan kalıntısına, yapısına, görüntüsüne, diğer taraftan bunun duvarlarında açılan gediklere, deliklere işaret ediyorlar. Gedikler açısından şunu söyleyebiliriz; aslında bu vesayet rejimi temel olarak varlığını sürdürmekle birlikte, askerin vesayet rejimini sağlayan 3 temel özerkliğinde gedikler açıldı. Bunların başında mali özerklik var. Askeri malların hiçbir şekilde denetlenememesi, askeri harcamaların kontrol edilememesi gibi bir fiili ve yasal durum varken en azından yasal durumda buna imkân veren bir hamle yapıldı. Fiilen bu henüz gerçekleşmiş değil, uygulama henüz bu aşamada değil, ama bunu öngören bir hamle yapıldı. Diğer taraftan yargı alanında, yani hukuki alanda bir değişiklik var. Silahlı kuvvetlerin bu alanda çok baskın bir şekilde vesayeti var. Yüksek Askeri İdare Mahkemesi, Askeri Yargıtay, askerlerin yargılanmasına ilişkin, askeri koruyan çok sert usuller var. Bunlarla ilgili son değişikliğin son derece hayati olduğunu ve askeri yargısal özerklikte gedik açan bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Bir üçüncüsü de siyasi özerklik ya da idari özerklik alanında. Bu konuda da sorunlar sürmekle birlikte, Milli Güvenlik Kurulu Yasası’nın değiştirilmiş olması, Milli Güvenlik Yönetmeliği’nin gizlilikten şeffaflığa doğru değişmesi, hem sembolik hem fiili gelişmeler olduğuna işaret ediyor. Bunların sembolik anlamı da çok güçlü tabii.

Ferda Balancar, Esra Elmas’ın, “TSK’nın İçindeki Siyasi Haller ve Siyasete Müdahalesi” başlıklı makalesinde de görebileceğimiz gibi, bunlar durup dururken olmuyor, ya da sorunsuz olmuyor. Bu 3’lü özerk yapıya gedikler açan süreç Silahlı Kuvvetler’i bu değişimin hedefi yaptığı kadar, değişimin taşıyıcısı da kıldı. Bu iki yönlülük kaçınılmaz olarak ordu içinde bir tartışmaya ve bir değişim baskısına da yol açıyor. Bu açıdan baktığımız zaman da silahlı kuvvetler içerisinde yaşanan bölünmeler 2003-2004’te başladı, bir çok makalede bunun altı çiziliyor. Bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda yaşanan tutuklamalara bakarsanız, Silahlı Kuvvetler’in tutuklanan üyelerine hem kollayan hem mesafeli duran, gibi gidiş-gelişli tutumuna bakarsanız, değişim baskısının sadece kurumlar düzeyinde değil, kurallar düzeyinde değil, aktörler düzeyinde de devreye girdiğini söylemek çok yanlış olmaz.

ÖM: Silahlı Kuvvetler’in her sektördeki bu ağırlığını, polisle ilişkisini inceleyen bir almanağın çıkabilmesi ve bunların tartışılması bile bizatihi önemli bir değişimin göstergesi olarak kabul edilebilir diye düşünüyorum. Özellikle birinci almanağa çok şiddetli tepkiler gelmiş olduğunu hatırlıyorum, bu ikincisine galiba o kadar tepki gelmedi.

AB: Henüz gelmedi, ama geçen sefer Mayıs’ta yayımlanmıştı, tepkiler Ekim’de geldi. Askerin tepki verme saatleri, zamanlama usulleri bizim bildiğimizden farklı oluyor. Fakat şunu söylemek lazım, Ümit Cizre tarafından hazırlanan bu almanak ilk kez çıktığında, yazdığım değerlendirme yazısında, bunun, bir bilgi tekelinin kırılması, devlet alanından sivil alana akan bir bilgi birikiminin oluşma imkânı açısından önemli olduğunu söylemiştim. Çünkü sivil alanda oluşan bilgi, kritik bir bilgi, eleştirel bir bilgi, daha çok denetimi merkez alan bir bilgi, sivil değerleri dikkate alan bir bilgi. Bu bilgi tekelinin kırılması, sivil alanda bu tür bir faaliyetin olması açısından çok değerli. Bu tabii askeri rahatsız edecekti, etti de o dönemde. Bunun bir tahkir olduğunu, bir müdahale olduğunu düşündüler. Fakat aradan kaç yıl geçti? 3 yıl geçti ve bir ikincisi çıktı. Biraz daha gelişmiş, birincisine nazaran daha fazla yazarı olan, daha çok uzmanı kendi içinde toplayan bir almanak. Alışılacak, alışılıyor ve güvenlik sektörüne yönelik sivil alandaki hem denetim, hem de bilgi birikimi sürecinin de adımları bunlar. Bunlar önemli diye düşünüyorum.

ÖM: Özellikle bu noktada, kitaptaki pek çok yazıdan, satır aralarından da çıkan şeylerden birisi de bu alanın tartışmaya tamamen kapalı, tam bir opaklık üzerine kurulu olması.

Ahmet İnsel: Spontone olarak, hep “askeri” diyoruz, güvenlik sektörünün bütünlük kapsamı iddiasında bu çalışma. Askeri vesayet rejimi ve cumhuriyetin kuruluş tarihi hasebiyle, Türkiye’de TSK’nın, güvenlik algısı, güvenlik tanımı üzerinden bütün kurumları kuşatan bir konumu var. Ama tabii biraz evvel söylediğin o kapalılık, hesap vermeye karşı direnç konusu, güvenlik sektörünün bütün aktörleri için spontane olarak geçerli bir şeydir. Yani güvenlik sektöründe çalışan özel güvenlik şirketi yöneticisi veya bir polis yahut bir jandarma veya bir asker, tabii doğal olarak istihbarat teşkilatı elemanları, güvenlik söz konusu olduğunda, her yerde –sırf Türkiye’ye özgü bir şey değildir bu- güvenlik temasının kendisinden menkul bir meşruiyeti olduğunu iddia ederler. Dolayısıyla da güvenlik konusu gündeme geldiğinde, hem güvenlikle ilgili tespitleri, analizleri yapan, hem de güvenlikle ilgili eylemleri yapan kişilerin aynı kişiler olmasını isterler. Yani kendisi tespit yapacaktır, “burada güvenlik tehdidi var” dediği zaman da operasyona gidecektir. Bu çok tehlikeli bir şey. İnsanlar Türkiye’de olduğu gibi başka ülkelerde de pek farkına varmazlar, ama çok önemli ilkelerden bir tanesidir bu, yani güvenliğe yönelik tehditlerin tespit edilmesi, bunlara yönelik önlemlerin alınmasıyla ilgili kurum ve kişilerle, bu tespitlerin eyleme geçmesine yönelik kurum ve kişilerin ayrı olması, birbirlerinden farklı olmaları çok önemli bir ilkedir. Çünkü siz kalkıp da “burada bir güvenlik tehdidi var” dediğiniz anda, “Türkiye’nin güvenliği tehlikede, İstanbul’un güvenliği tehlikede” dediğinizde hiçkimsenin ağzını açamayacağı bir durum yaratmış olursunuz.

ÖM: O ünlü şakada olduğu gibi, eline çekiç alan kişinin herşeyi çivi gibi görmesi gibi.

AB: Evet ve herkese çivi niyetiyle vurur. Dolayısıyla bu tür çalışmalar, Ali’nin “bilgi tekelinini kırılması” dediği şey, bu anlamda önemli. Bu tür çalışmalar, güvenlik sektöründe çalışanlara dışarıdan gözetim, onların önerilerinin dışarıdan bir başka gözle, bir başka bakış açısıyla değerlendirilmesi, eleştirilmesi veya tamamlanması amacını taşır. Demokratik bir toplumda olmazsa olmaz öneme haizdir.

ÖM: Burada çok önemli görünen bir şey de, Umur Talu’nun yazısında değindiği ilginç bir nokta. Bu bilgi tekelinin nelere yol açabileceğini göstermesi açısından bana ilginç geldi; Aldığı bir mektupta, “Uğur Kaymaz’ın ölümüyle ilgili yazdığınız yazılardan sonra biz sizden nefret etmiştik, fakat hakkımızda yazdıklarınızdan sonra doğru olduğunu görünce, acaba Uğur Kaymaz ve babasının öldürülmesi meselesinde de mi doğru yazıyor diye düşünmeye başladık” deniyor. Bu düşünsel süreç, biraz önce Ali Bayramoğlu’nun sözünü ettiği bu bilgi tekelinin, düşünme ve tartışmanın dışında kalan bir alanın açılması açısından çok önemli gibi geliyor bana.

AB: Şimdi aklıma geldi sen söylerken, Umur’un yazısının bu etkisi itibariyle baktığımız zaman, tabii Silahlı Kuvvetler güvenlik yapıları kendi içine kapalı bir hukuki, idari ve ekonomik bir düzen kurmakla kalmıyor, bir aile düzenini andıran bir kültürel düzen kuruyor. Yani orada bir sosyalleşme, sadece meslek üzerinden varolan bir kişilik geliştirme, bir toplumsal algı, iyiyi ve kötüyü net ayıran bir algı oluşuyor. Bu, aslında o kesimin o içine kapalılığının açılması, toplumsal olanla, sivil olanla elele tutuşması demek ki bu açıdan çok önemli.

ÖM: Evet, Özden Örnek günlüklerinde de çok önemli bir tespiti var Özden Örnek’in. Muazzam bir kopukluktan bahsediyor. Subay lojmanlarının herşeyleri ayrı, sivil toplumla hiçbir temas olamadığı için biz farkında bile olamıyoruz diye ciddi bir özeleştiri var.

AB: Katmanlar ilerledikçe artıyor bu. Astsubaylarda, subaylarda biraz ilişki var, üst subaydan sonra yavaş yavaş kopmaya başlıyor.

ÖM: O ünlü çay içme hikâyesi var mesela verdiğin örnekte, bir subayla konuşurken üst rütbedeki çay söyleyince ne yapacağını şaşırmış. Çünkü kahve söylemesi gerekiyor üst rütbede olduğu için, ona göre de alttaki çay içecek.

: Biliyorsunuz o hiyerarşi sadece subayın, yani meslek mensubunun değil, ailesinin de dahil olduğu, aileye de taşınan bir hiyerarşidir; bütün ailecek yaşanır o hiyerarşi.

AB: Yani bir albay eşi ile bir astsubay eşi aynı lojmanda otursalar da eşit ilişki kurmaları çok kolay bir şey değildir, kurmazlar.

: Tabii bu sadece subaylara özgü değildir, devlet memurlarının çoğunda da vardır, ama burada iyice katmanlaşıyor.

ÖM: O yüzden bu gibi çalışmalar, bunların yazılıp, çizilip, tartışılıyor olması çok önemli.

: Biz çok girmedik buna tabii, dinleyicileri yanıltmayalım. Biz TSK’nin sosyal yapısına girmedik, çünkü “Güvenlik sektöründe demokratik gözetim” dediğimiz şey daha çok kurumsal ve eylemsel şeyler, kapsıyor.

AB: Bu tür almanakların fonksiyonu bilgi tekelini kırmak tabii, ama aynı zamanda, bu yolla bir denetim sağlamak. İç güvenliğin sivil denetimi, her geçen gün çeşitli ilkelere, çeşitli kurallara bağlanıyor. NATO’da da askeri harcamalarla ilgili parlamenter denetim kriterlere bağlanıyor, APEC kuralları dediğimiz, polisin güvenlik güçleri, etik ilkeler açısından temel prensipler ortaya çıkıyor. AB’nin mevzuatında, uygulamalarında iç güvenlik faaliyetlerinin sadece sivil otorite tarafından değil, sivil toplum tarafından denetimini içeren bazı gelişmeler yaşıyoruz. Dolayısıyla bu, o denetimin temellerini oluşturan çalışmaların da bir parçası. Bir çok ülkede yapılıyor bu tür çalışmalar. İç güvenlik dediğimiz, mesela köylerde uygulanan polisiye önlemlerin de STK’lar tarafından denetlenmesi...

: Korucular mesela, Türkiye’de korucularla da ilgili sorun var.

AB: Korucularla ilgili, insan hakları örgütlerinin, çeşitli kuruluşlarda yer alarak ana değerlendirmelerde önemli pay sahibi olması için bilginin şeffaf ve ulaşılabilir olmasında çok yarar var.

: İnsan hakları derneklerinin çok ciddi çalışması var; Türkiye’de, polisin yaptığı eylemler dolayısıyla mağdur olan TC yurttaşları veya TC’de yaşayanlar üzerine insan hakları ihlal raporları. İnsan hakları ihlal raporları aslında çok değerli bilgilerdir, bunun sadece insan hakları ihlalinden daha öteye de önemli bir tarafı var. Polisin yaptığı harcamaların, askeri harcamaların denetlenmesi. Çünkü güvenlik sektöründe, güvenlik aktörleri kendi tespit ettiklerinin tartışılmaz ve acil olduğunu dayatır. Özellikle bir aciliyet baskısı vardır. Güvenlik gündeme geldiğinde, kendi tespit ettiğine uygun müdahalenin, ona uygun harcamaların, ona uygun malzeme alımının tartışılmasından hoşlanmaz. Ama bunu tartışmak da kolay değildir, teknik bir iştir, biraz bilgilenmek gereken bir iştir. Çok da kolay bir şey değil.

ÖM: Eğitim verilmesi gerekiyor.

: Evet, Sayıştay’ın mesela temel fonksiyonlarından bir tanesi nedir? Milletvekillerine çeşitli kamu kuruluşlarıyla ilgili raporlar verir, ve kamuya açıktır. Ama ben kalkıp da TUBİTAK’ın harcamalarıyla ilgili raporu okumam, ama bir milletvekili TUBİTAK’ın harcamalarıyla ilgili raporu okur ki, TUBİTAK’la ilgili bütçe görüşmesi geldiğinde o bütçeyi denetlesin. Askeri harcamalar da bu açıdan

Avi Haligua: Güvenlik sektörüyle ilgili bütün bu verilere ulaşabilme ihtimalimiz var mı? Bildiğim kadarıyla bütçenin ayrıntısına bile baktığımızda tam da neyin nereye harcanıyor olduğunu görebilmek pek mümkün değil.

: Şu anda askeri harcamalarla ilgili kısmi bir saydamlık söz konusu, eskisine nazaran daha az saydam. Bu konuda Türkiye’de 2-3 kişi var uzman, Gülay Günlük Şenesen bu konuda yıllardan beri uğraşır ve bu konuda epey bilgilenmemizi sağlamıştır. Gazeteci kanalında Lale Sarıibrahimoğlu bu konuda yıllardan beri dikkatli bir izleyici ve gözleyicidir. Son olarak da Nurhan Yentürk’ün yaptığı son çalışmayı, Bilgi Üniversitesi çerçevesinde hazırladığı, Askeri Harcamaların Denetlenmesi Rehberi’ni biz de kullandık. Bu çalışmalar, yavaş yavaş hem yöntemsel olarak, hem kaynak olarak bu harcamaların denetlenmesini sağlayacak. Ama saf askeri harcamaların değil, benzer biçimde sivil güvenlik güçlerinin, askeri olmayan güvenlik güçlerinin de harcamalarını denetleyecek uzman kurumlara ihtiyacımız var. Biz daha çok hak ihlali üzerine yoğunlaştık, çok acil olan o olduğu için alışkanlığımız denetimi hep hak ihlali üzerine yapmak. Polis adam dövdü, işkence oldu falan, onun üzerine yoğunlaştırmış durumdayız denetimi. Bunu ihmal etmeden öbür tarafına da bakmamız gerekiyor.

ÖM: Burada benim gözümden kaçmış olan bir şey var, TSK’nin dış politika üzerinden ne kadar önemli bir denetim kurabileceği meselesi biraz kamuoyunun gözünden kaçan birşey. Bunun üzerinde bir kaç kelime ile durabilir miyiz? Bu çok önemli bir şey.

AB: Tam olarak neyi kastediyorsun?

ÖM: Yani “Türkiye’nin üzerindeki tehdit algılamaları şunlardır” deyip “onun için biz ne kadar vazgeçilmeziz” diyerek oluşturulan bütçeler filan mesela, ne kadar gerçekçi.

: Milli Güvenlik Siyaset Belgesi

AB: Karar süreçlerinde TSK’nın rolü ve yeri var. Dış politika çok kritik bir alan, Kıbrıs konusundan AB’ye kadar giden noktalarda TSK karar süreçler,nde etkili.

: Yunanistan’la ilişkilerde de...

AB: Evet. TSK’nın rolü, MGK’da ya da benzer yapılarda, TSK’nın sistemi koruma ve kollama fonksiyonuyla, 35. maddede yer alan, aslında anayasaya ve diğer yasalara tümüyle aykırı olan bu fonksiyonla, tanımlanıyor, ona şüphe yok. Dış güvenlikle ilgili olması gereken bir kurum, ancak istisnai hallerde ve aancak sivilin daveti üzerine iç güvenlik alanına girebilecek olan TSK, biliyoruz ki iç güvenlik tehdit değerlendirmelerini ve dış güvenlik tehdit değerlendirmelerini hazırlıyor ve bunlar belgelerle karşımıza çıkıyor. Bu belgeler daha sonra MGK Genel Sekreterliği’nde değerlendirmeye tabi tutularak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) haline dönüşüyor. MGSB de, bütün bakanlıklar tarafından öncelikle uygulanması ve takip edilmesi gereken bir milli güvenlik politikası olarak tanımlanıyor. Tabii buradan baktığınız zaman gerek doğrulama itibariyle, gerek işleyiş itibariyle bu dış politikaların son derece önemli olduğunu söyleyebiliriz, ama yine de bu almanakta eksik noktalardan biri bu; bir daha yapsak, tekrar ele alsak, biraz daha bu dış politikada milli güvenliğe girmek iyi olurdu. Ama çok fazla girmedik bu konuya.

ÖM: Ama önemli bir ipucu olarak veriliyor.

: Burada ortaya çıkan tablo, Ümit Cizreli’nin 2006’da editörlüğünü yaptığı almanakta ortaya çıkmıştı. Burada daha farklı açılardan bakarak bunun tamamlandığı söylenebilir. Yani Türkiye’de güvenlikten daha önemli bir milli güvenlik saplantısı var ve bu milli güvenlik algısı, tanımı ve ondan kaynaklanan önlemler paketi, toplumu kılcal damarlarına kadar kuşatan bir yapı oluşturuyor.

AB: Bir örnek vermek isterim; -tabii bu almanakta yok, belki bir dahaki çalışmamızda ya da başka bir kitapta kullanılabilir- Biraz önce senin sorun çok ilginçti, bu bilgilere ulaşabiliyor muyuz? Bu bilgilere yavaş yavaş ulaşmaya başladık. Sadece ekonomik harcama bilgilerinden vs. bahsetmiyorum. Mesela gizli protokollere ulaşmaya başladık, gizli yönetmeliklere ulaşmaya başladık. Buradan sistemin iç işleyişinin ne olduğunu da çok bir şekilde görmeye başladık. Mesela Emasya Protokolü, gizli bir protokol.

ÖM: Ben de onu soracaktım, bu hayati önem taşıyan ve kimsenin bilmediği bir şey ve bilmesine de imkân yok aslında.

AB: Tabii. Sonuç olarak bunlar gizli yönetmelikler olduğu için, Başbakan dahi bilmiyor bu uygulamayı, ama bu süreç, bu sivilleşme süreci, bu tartışmanın toplumsal olması, farklı gazetelerin, farklı gazetecilerin farklı dertlere yavaş yavaş sahip olmaya başlaması, hem akademik bilgiyi, hem jurnalistik bilgiyi yanyana getirmeye başladı. Bu almanağın belki değerli yönlerinden bir tanesi de o. Bir çok bizim bilmediğimiz gizli belge burada ortaya çıktı diyebiliriz. Burada gizli belge yok, ama gizli belgelerden kaynaklanan bilgilerin doğrudan doğruya değerlendirilmesi var. Örnek verecektim; ben TSK tarafından hazırlanmış bir rapor gördüm, o da gizli bir rapor olsa gerekir, Türkiye’nin sosyal sorunlarına dair bir rapordu. Tabii insan tebessümle karşılıyor, “Güzel, neyle ilgileniyorlar acaba?” diye bakıyor. İlk sayfası da ortalama bir sosyal bilimciler kademesinin yazacağı mantıkta bir sayfa. Sonra iç tarafa geçiyorsunuz ve dehşete düşüyorsunuz. Türkiye il il, arkasından ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle, muhtarlık muhtarlık taranmış; nerede kaç Zaza var, kaç Kürt var, kaç Boşnak var, bunun dökümü yapılmış. Bu döküm yanlış olabilir, doğru olabilir, ama bu dökümün doğru olduğunu düşünen ve bu dökümü yaptıran bir otorite var ve bu dokümandan hareketle, iç güvenlik belgesi, tehdit belgesi üretiyor, oradan hareketle de MGSB’ye yansıyor. Yani bilgi sadece tekel altında değil, aynı zamanda salt asayiş bilgisi, salt istihbari bilgi. Bu tabii tam polis devleti, güvenlik devleti anlamında, bu da çok tehlikeli bir şey.

: Hep “iç düşman var” diye bakan bir güvenlik anlayışı var. Türkiye toplumunu köy köy, mahalle mahalle tasnif etmek, nerelerde iç düşman çıkabilir diye bakan bir zihniyet. Her toplumun bir ulusal güvenlik, ülke güvenliği kaygısı vardır, elbette vardır elbette, ama bizdeki ulusal güvenlik kaygısı esas olarak bu toplumun kendi içinden sürekli devlete yönelik tehditlerin çıkabileceği yönünde. İç güvenlikten konusu normalde içişleri bakanlığını ilgilendirir, adı üstünde içişleri bakanlığı iç güvenlikle ilgili bir kurumdur. Nedir iç tehdit? Can güvenliği, mal güvenliği, afetlere karşı güvenlik, asayiş falan. Bizde 2006 almanağıyla keşfettik, dikkatimizden kaçmış olan birşey var; TSK’de, Kara Kuvvetleri’nde, -adını bir kaç yıl önce değiştirmiş olabilirler- “İç Güvenlik Tugayları” var. Lale Sarıibrahimoğlu’nun çalışmasını hakikaten takdirde karşılamak lazım. Jandarma Genel Komutanlığı’nın değil, Kara Kuvvetleri’nin “İç Güvenlik Tugayları” var. Sadece PKK ile çatışma nedeniyle de değil, çünkü Trabzon’da da “İç güvenlik tugayı” vardı. Niçin Trabzon’da Kara Kuvvetleri’nin iç güvenlik tugayı olabilir? Bunu sorduğumuz zaman, işte topluma o gözle bakan zihniyeti görüyoruz, “buralarda devlet için bir iç tehdit unsuru vardır” diye bakan zihniyet.

AB: Bu “iç güvenlik tugayları”nı Ahmet fark etti, yazdı ve sonra hep beraber bakmaya başladık, “bu nedir?” diye. Sonra Genelkurmay’ın sitesinden bir anda bu isim kayboldu. Emasya Protokolü bir gün benim Hanefi Avcı’dan rica edip aldığım bir kaç dokümanın içinde gördüğüm, çok da mana veremeyip bir kenara attığım bir doküman iken, bir gün sosyete fişlemesi olunca, “yahu bir dakika şu dokümana bakayım” derken tesadüfen karşıma çıkan, bir entelektüelden, bir gazeteciden, bir akademisyenden tesadüfen gelen bir bilgiyle ortaya çıkan bir şey. Ne siyasetçi haberdar, ne de başka bir kimse. Tabii bu almanakların, bu tür bilgilerin birikmesi açısından çok önemi.

ÖM: JİTEM’in kendisi de böyle.

: Bir de bunlar yanyana geldiği zaman, tek tek münferit bilgiler olmaktan çıktığı zaman, o bilgilerin yanyana gelmesinden, anlamı başka olan bir tablo çıkıyor.

ÖM: Bu gerçekten bir röntgen gibi, eksikleri olabilir, siz de söylediniz, ama önemli olan bu tarz bir bakışla bir fotoğraf çekmek, içinde bulunduğumuz, yaşarken pek fark etmediğimiz bir tabloyu ortaya koyması açısından çok önemli. Elinize sağlık!

AB: Bunu okumak isteyenler http://www.tesev.org.tr sitesinden indirebilirler pdf dosyası olarak, ayrıca TESEV’den de elde edebilirler, Karaköy’de TESEV binasının kapısında isteyene veriyorlar.

(29 Temmuz 2009 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
Kaynak:
İm (Kod): Tümünü seç
http://www.acikradyo.com/default.aspx?_mv=a&aid=24822
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Şu dizine dön: Türkiye Ağı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x