İktidarların Millî Egemenliği İstismarı Nasıl Önlenir?
Bir siyasal iktidar sadece seçim sandığından çıkmakla meşruiyet kazanmaz. Meşruiyetini, yapacağı icraatla tamamlaması gerekir.
Sandıktan çıkan bir siyasal iktidar; Millî Egemenliği kullanma yetkisini, belirli bir süre için milletten emanet olarak almıştır. Ve bütün icraatını kesinlikle Millî İrade’ye (halkın tercih, istek ve emellerine) uygun olarak yapacaktır.
Eğer icraatı milletin çıkarlarını gütmüyorsa, kısacası Millî İrade’ye uygun değilse, kendisinin, birtakım iç ve dış odakların hizmetinde ise, ülke kaynaklarını sürekli bunların hizmetine sunuyorsa, meşruiyetini yitirmiş demektir.
İktidarın bu sapkınlığına muhalefet partileri şiddetle karşı çıkmalıdır. Çıkmazlarsa, onlar da meşruiyetini yitirir.
Bu takdirde ne olacaktır?
Millet emanet olarak verdiği Millî Egemenliği kullanma yetkisini, doğrudan veya dolaylı olarak en kısa zamanda geri almalıdır. Almazsa, rejim ve devlet çöküş yoluna girer.
Peki, seçilmişlerin, Millî Egemenliği kullanma yetkisini hedefinden saptırması nasıl önlenecektir?
Burada akla ilk gelen çözüm şu: “Katılımcı demokrasi” rejiminin, değer, kurum ve uygulamalarından yararlanmak... Bu rejimin birçok unsuru Atatürkçü ideolojiyle de son derecede uyum gösteriyor.
Kısaca hatırlayalım, katılımcı demokrasinin ne olduğunu:
Katılımcı demokrasi yurttaşların yönetime aktif olarak katıldığı bir rejimdir. Bunun anlamı şudur: Bu rejimde yurttaşlar kendi yaşamlarını ilgilendiren ekonomik, sosyal veya siyasal tartışma ve kararlara katılırlar. Yerel ve genel düzeydeki yönetim süreçlerinde düşüncelerini, eğilimlerini ve tercihlerini, yani iradelerini (toplamını alırsak, Millî İrade’yi) sürekli şekilde ifade etme, sandıktan çıkanlara hatırlatma imkânına sahiptirler.
Yurttaş pasif değildir, erdemli ve sorumluluk sahibidir, iş yapıcıdır. Milletvekilleri, yöneticiler, yargı elemanları; görevlerini, yalnızca kamu yararını esas alarak yerine getirirler. Atatürk “yurttaşlar düşünür olmalı, ülke sorunlarıyla ilgilenmeli, yoksa şunun bunun oyuncağı olurlar. Dikkat! meclisler de despotluk yapabilir; cumhurbaşkanı, bakanlar, memurlar, o makamlara saltanat sürmek için gelmemişlerdir” dememiş midir?
Önemli bir hususu açıkça belirtelim ki, katılımcı demokrasi belirli aralıklarla yapılan seçimlerle sınırlı değildir. Süreçte bireylerle sivil toplum kuruluşları, baskı grupları sendikalar, meslek odaları ve birlikleri, medya gibi oluşumlar rol alır. Seçmenler politikayı seçimler dışında da etkileyebilir. Temsilî demokraside olan, halk ile seçilenler arasındaki mesafenin açılması olgusu önlenir. Atatürk bu sakıncayı da vurgulamış, halkımızı uyarmış, çözüm yolu göstermiştir.
***
Sonuç olarak diyebilirim ki, katılımcı demokrasinin değer, kurum ve uygulamalarıyla güçlendirilmiş bir rejimde, sandıktan çıkarak iktidara gelenler milletten emanet olarak aldıkları egemenliği şunun bunun istifadesine sunamazlar; sunarlarsa, milletten, hak ettikleri tekmeyi kısa sürede yerler.
Öyleleri var ki, seçilip koltuklarına bir oturuverdiler mi, akıllarına gelen her şeyi yapabileceklerini, “bizi halk seçti” diyerek her haltı yiyebileceklerini sanıyorlar.
Kifayetsiz muhterisler… Milyonları ateşe atabilirler, iğrenç saltanatları için.
Bu ilkellerin önü mutlaka kesilmelidir.
Prof. Dr. Cihan DURA, 27 Kasım 2015