İKTİSATÇI EMİNE
Her iktisat eğitimi alan kişiye, mesleği sorulduğunda ‘iktisatçı’ olduğunu söylemesinden daha doğal bir şey olamaz.
Okulu bitirse de bitirmese de o artık bir ‘iktisatçı’ olarak anılacaktır.
Nitekim diplomasız birinin ‘ben iktisatçıyım’ demesini kimse yadırgamamıştır.
‘Kız sen İstanbul’un neresindensin?’ diye sorulabilir, ama ‘oğlum sen iktisadın neresini biliyorsun?’ diye sorulma z.
Ancak o ‘teori’sini bilmez ama ‘pratik’inde üstüne yoktur.
Nitekim mailen parmak ısırtacak oranda ‘iktisat’ın pratiğini bilidiklerini öğrenmiş bulunuyoruz.
İktisatta ‘finans iktisadı’ diye bir alan vardır, ki ‘Borsa’ bu alanın merkezidir.
Borsa demek, yerli veya yabancı ‘yatırımcı’ların ‘tasarruf’larını değerlendirecekleri yer demek.
Yine o uyduruk ‘arz ve talep yasası’nın en iyi işlediği ‘alan’ olarak bilinir.
Küçük yatırımcılar küçük tasarruflarını ‘borsa’dan büyük şirketlerin ‘hisse’lerini alarak değerlendirirken, hem kendileri kazanacaklardır ve hem de büyük şirketler işletme sermayelerini artırarak daha büyük yatırımlara girişeceklerdir.
Böylece hem küçük yatırımcı kazanmış olacak hem de büyük şirketler kazanmış olacaklar ve toplamda ‘ülke ekonomisi’ de gelişmiş olacaktır.
‘İktisat teorisi’ böyle diyor.
Neresinden baksan ‘kazanç’!
(Tıpkı Adam Smith’in harmonik dünyası!)
Oysa tüm malvarlığını kaydedip intihar edecek olanlar da yine, çoğunlukla bu ‘küçük yatırımcı’lar olacaklardır.
Şirket patronları ise, asla ve kat’a kazanmamazlık etmeyeceklerdir.
Dahası var.
Turgut Özal, İstanbul Orta-Doğunun yeni bir ‘Beyrut’u olacak demişti ve Türkiye’ye bir ‘Sermaye Piyasası’ tasarısı getirmişti.
Kastelli ve mastelli olaylarını burada yinelemenin bir yararı yok.
AKP’nin ise özel bir Borsa ve ‘Sermaye Piyasası’ hayali varmış.
Çünkü, özellikle son beş yılda, İktisatçı Emine’nin Borsa ve sermaye piyasasıyla ilgilendiğini, yine Sedat Peker sayesinde öğrenmiş bulunyoruz.
Mine Tozlu ve Taşkesenlioğlu Zehra arasındaki ‘ilişki’den, bu sonuncunun İktisatçı Emine’den çok şey öğrenmiş olacağını da, bu aşamada, kolayca tahmin edebiliyoruz.
Değil mi ki, bu Zehra Taşkesenlioğlu sıradan bir ‘iktisat’ öğreniminden sonra, yine sıradan bir ‘AB İlişkileri alanında yüksek lisans çalışmaları’ yapmış.
Sonra MAYA Proje Yönetimi diye bir ‘danışmanlık şirketi’ kurup, yerel yönetimler, kamu kurumları ve özel sektör için AB ve diğer uluslararası projelerin hazırlanması ve uygulamasında ‘danışmanlık’ yapmaya başlamış.
Oysa asıl çalışma alanı, yine sözde olmak kaydıyla, bölgesel kalkınma, göç ve göç yönetimi, enerji politikası imiş.
Ayıp olmayacaksa, borsa nire bölgesel kalkınma nire; sermaye piyasası nire göç ve göç yönetimi nire diye sorulmaz mı?
Ancak son eş ve kardeş ‘sorunları’ndan anlaşıldığı kadarıyla, ne kadar hanımefendi olduğunu bilmediğimiz bu kadıncağız ‘Borsa’ işlerinde epeyce mahir imiş.
Nitekim son on ve özellikle son beş yılda, İstanbul Borsası’nda milyarlarca liralık ‘vurgun’lar yapılmakta imiş.
Kimi uyanıkların, iş adamı/iş kadını kılığıyla Borsa’ya girip, bedelli/tahsisli ‘sermaye artırımı’ adı altında, iktisattaki adıyla ‘fiktif sermaye’ yaratarak tam bir ‘üçkağıtçılık’ yaptıkları ortaya çıkmış bulunuyor.
Tam bir ‘dolap’ ve bir ‘dolandırıcılık’.
Teorideki adıyla ‘finansal danışmanık’ olan bu doğrudan ‘dolandırıcılık’ ancak ‘siyasal’ tam destekle mümkün olabilmektedir.
O arada ‘kiralık basın’a da önemli işlevler düşüyor.
Kibarca ‘borsa’, ‘sermaye piyasası’, ‘basın’ falan denilecek olsa da, yapılan iş tam bir ‘haydutluk’.
‘Mafyatik çökme’ de denilebilir.
Ne hukuk, ne ‘iktisat’ ve hatta ve ne de ‘Devlet’ var ortalıkta.
Sözde ‘Devlet Denetleme Kurulu’ diye bir kurum varmış.
‘Devlet’in olmadığı yerde ‘Denetleme Kurulu’na ne yapmak düşeceğini varın siz tahmin edin.
Dolayısıyla ‘Mafyatik yapı’yı en iyi mafyanın içinden gelen sayın Sedat Peker’den öğreniyor olmamızdan doğal bir şey olamaz.
‘İktisatçı’ imişler...
Siz onu Sedat Peker’in küçük kızına bile anlatamazsınız.
Dolandırıcılıkta da yakayı ele verdiniz vesselam!